Güçlü bir Yürütme; Cumhur Başkanlığı Süreci!

Geçtiğimiz hafta Anayasa Değişiklik paketi üzerindeki TBMM Genel kurulda yapılan 1.tur görüşmeleri tamamlanmış ve kritik eşik olarak kabul edilen 330 rakamının geçilerek değişiklik yapılması düşünülen maddelerin tamamı kabul edilmişti. Bu hafta ise Anayasa değişiklik teklifi üzerindeki 2.  tur görüşmeler de başlamış oldu.  Anayasa değişiklik teklifi hakkında TBMM Genel kurulda yapılan görüşmelerde toplum nezdinde tasvip edilmeyen davranışlara da şahit olduk. Demokrasinin gereği olarak kabul etmemiz gereken hoşgörü kavramı çerçevesinde tartışmalar yapılması suretiyle de bu görüşmeler ve değişiklik hakkında öneriler gerçekleştirilebilir. Toplumu çok fazla germenin hiç kimseye faydası yoktur ve olmayacağı kanaatindeyim. Anayasa değişiklik teklifi görüşmeler ve akabinde yapılması planlanan referandum sürecinin de hayırlara vesile olmasını dilerim.

cumhurbaskanligi-sarayi.jpg

Anayasa değişiklik teklifi maddelerine kabaca bir baktığımızda; 1.Madde; Bağımsız ve Tarafsız Yargı; Anayasanın ilgili maddesindeki yargı bağımsızlığı ilkesine tarafsızlık ilkesi de eklenerek yargının tarafsızlığına vurgu yapılıyor. 2.Madde; TBMM’deki Milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkıyor. 3.Madde; Milletvekili seçilme yaşı 25’ten 18’e düşüyor. 4. Madde; Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri aynı gün, 5 yılda bir gerçekleşecektir.  5.Madde; TBMM yasa koyma, değiştirme ve kaldırma ile yetkilerine devam ediyor. 6.Madde; TBMM’nin Meclis araştırma, soruşturma, genel görüşme ve yazılı soru yetkileri devan ediyor. 7.Madde; Cumhurbaşkanı doğrudan 5 yıllığına halk tarafından seçilir. Bir kişi en fazla 2 defa seçilebilir. Son genel seçimlerde %5 oy almış partiler ile 100 bin seçmen, Cumhurbaşkanı adayı gösterebilir. 8.Madde; Cumhurbaşkanı; Devletin başıdır, Devlet başkanıdır. Yürütme yetkisi ondadır. Üst düzey kamu görevlilerini atar ve görevlerine son verir. Milli Güvenlik politikalarını belirler. Cumhurbaşkanı Kararnamesi çıkarabilir. 9. Madde; Cumhurbaşkanına yargı yolu açık olacak. Cumhurbaşkanı hakkında; TBMM üye tam sayısının 5’te 3’nün gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verilebilecek.  10.Madde; Cumhurbaşkanı Yardımcısı ya da Yardımcıları ile Bakanları Cumhurbaşkanı atayacak ve görevden alacaktır. Böylece hükümetin kurulamaması sorunu ortadan kalkacaktır.   11.Madde; Cumhurbaşkanı tek başına, TBMM ise üye tam sayısının 3/5 çoğunluğu ile seçimlerin yenilenmesi kararı verebilecektir. Böylece sistem tıkanıklığı durumunda tekrar milli iradeye başvurulacaktır. Her iki durumda da TBBM genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılacaktır.  12.Madde; Cumhurbaşkanı ülkenin tamamında veya bir bölgesinde 6 ayı geçmemek üzere OHAL ilan edebilecek. Bu karar Meclisin onayına sunulacak. Meclis gerektiği takdirde OHAL süresini kısaltabilir, uzatabilir, OHAL’İ kaldırabilir. Cumhurbaşkanı OHAL döneminde OHAL için gerekli olan konularda Kararname çıkarabilir.  13.Madde; Askeri mahkemeler kaldırılıyor. Disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kurulmayacak.  Ancak savaş halinde askerlerin görevleri ile ilgili suçlara ait davalara bakmakla görevli askeri mahkemeler kurulabilecektir.  14.Madde; Hâkimler ve Savcılar Yüksek kurulu ( HSK) üyelerini Cumhurbaşkanı ve TBMM seçecektir. HSK 13 üyeden oluşup s daire halinde çalışacaktır. Kurul başkanı olan Adalet Bakanı ile Müsteşarı tabi üye olacaktır. 4 üyeyi Cumhurbaşkanı, 7 üyeyi de TBMM belirleyecektir. Üyelerin görev süresi 4 yıl olacak ve görev süresi biten üye bir kez daha seçilebilecektir. 15.madde; Cumhurbaşkanı bütçe kanun ve teklifini mali yılbaşından en az 75 gün önce belirleyip Meclise sunacaktır. Bütçede son karar TBMM’nindir. 16.madde; Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu kaldırılıyor, Yürütme yetkisi tamamen Cumhurbaşkanına ait oluyor. 17.madde; Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimi 3 Kasım 2019’da birlikte yapılacaktır. 18.madde; Yürürlük ve halk oylaması konularını düzenliyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisi ile ilişiği kesilmeyecektir.

Dünya üzerinde ki gelişmiş ve gelişmekte olan devletleri kabaca incelediğimizde güçlü bir Lider ve Güçlü bir Yürütme ile gelişim süreçlerinin gerçekleştiğine şahit olmaktayız. Dünya 21. Yüzyıla girerken çok değişik dengelerle karşı karşıyadır. Bu dengeler de özellikle bölgemizde güçlü bir lider ve güçlü bir yürütme ile hayatiyet ve süreklilik kazanabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken devleti yönetmesi gereken tüm kurumlar kuvvetler ayrılığı fikri çerçevesinde olması düşünülürken tüm bu kuvvetler sürekli olarak bir çatışma ve birbirlerini engelleme ile bu günlere kadar geldik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Millet olarak bir seçim yapmak durumundayız. Tüm kurumlarımız bu asil devlet ve milletin refahı ve gelişmesi için mi çalışacaktır? Yoksa kurumlar arası kavgalarımız devam mı edecektir? TBMM Genel kurulda görüşmeleri devam etmekte olan ve yukarıda zikretmeye çalıştığımız Anayasa Değişiklik teklifi ile daha güçlü bir Yürütme ile baş başa kalınacaktır.  Dünya üzerinde ve içerideki işbirlikçileri vasıtası ile ülkemizde ve bölgemizde son dönemlerde yaşadığımız tüm saldırılar ve yapılmakta olan tüm engelleme türündeki çalışmalar güçlü yürütmeye olan tahammülsüzlüktür.  Dünya üzerindeki tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçilerinin tüm saldırılarına ve engellemelerine rağmen; Anayasa Değişiklik teklifi TBMM genel kurulundan geçecektir. Referandum sürecinde de vatandaşlarımızdan da oldukça yüksek oranda bir destek göreceğini gözlemlemekteyiz. Şimdiden yapılası planlana değişiklikler ve güçlü bir Yürütme sürecinin ülkemiz, milletimiz ve bölgemiz için Hayırlara vesile olmasını dilerim.

Gayri Nizami; Asimetrik Savaş!

Bir önceki yazımızda, savaş nedir ve savaş türleri hakkında kabaca bilgiler vermeye çalıştık. Devlet ve millet olarak her gün yaşadığımız patlamalar, terör saldırıları ve döviz kuru üzerinden ekonomik kriz çıkarmak peşinde olan küresel sistem ve işbirlikçilerinin arka planının da bir savaş türü olduğundan dem vurduk. Bu savaşın adını koymak gerektiğinden,  düşman ve savaşın türüne uygun olan tedbirlerin neler ve nasıl olması hakkında birkaç cümle karalamaya çalışacağım.  Dünya üzerindeki terör örgütleri neden ve nasıl ortaya çıkmıştır? Bu terör örgütlerini kimler, neden ve nasıl desteklemektedir?  Küresel ve bölgesel güçler, potansiyel tehlike veya potansiyel güç olarak tanımladıkları devletlerde neden terör üzerinden asimetrik bir savaşa girişmekteler? Küresel ve bölgesel güçler,  Düzenli orduları ile neden savaşlara girişmekten kaçınıyorlar? Küresel sistem, dünya yer altı ve yerüstü kaynaklarını 100 yıl önceki gibi düzenli orduları ile sömüremeyeceği anladığı için mi terör örgütlerini desteklemekte ve kullanmaktadır? Küresel sistem düzenli ordu kayıplarının kendi kamuoylarında vereceği tahribatın önüne geçebilmek adına mı terör örgütlerini kullanmaktadır? Küresel sistem, dünyanın enerji ve petrol dağıtım merkezlerinin kavşak noktasında bulunan güzel Anadolu diyarı ülkemizi, kontrol ve denetim altına alabilmek adına mı terör örgütleri ve ekonomi üzerinden saldırıya geçmektedir? Daha nice benzer sorular…

Asimetrik Savaş ortamının çıkmasına hiç şüphe yok ki, çeşitli bölgesel anlaşmazlıklar, küresel gelişmeler, etnik gruplar, dinler ve mezhepler arası anlaşmazlıklar kaynaklık etmektedir.  Güçsüz olan askeri birliklerin veya terör örgütlerinin daha güçlü olan askeri birliklere karşı yürüttüğü gayrinizami harp unsurlarını da barındıran bir savaş yöntemidir. Asimetrik savaş, özellikle 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan bir kavramdır. ABD, 2003 yılında, Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinden sonra düzenli orduları ile mezkûr ülkelere büyük bir gösteriş ve sükse ile giriş yapmıştı. Fakat ABD bu ülkelerde her gün onlarca askerini kaybetmeye başlayınca, kendilerinin kurup yönetebileceği terör örgütleri üzerinden bu ülkeleri işgal etmeye, Ortadoğu ve Avrasya bölgesinde kaos çıkarmayı, yani asimetrik savaşa bu şekilde devam etme kararı aldı. Psikolojik Harp ve Harekât teknikleri, Asimetrik Savaş’ın uygulamalarında vazgeçilmez taktiklerden birisidir. Soğuk savaş döneminde başvurulan yöntemlerden birisi olan psikolojik harekât; her türlü propaganda, bilgi savaşı ve dolaylı örtülü hareketleri kapsamaktadır. Esas maksat, karşı tarafın özellikle halkın, kamuoyunun savaşma azim, metaneti ve iradesini kırmak ve zafer için gerekli moral güçlerden onu mahrum bırakmaktır. Halk desteği, güç dengesindeki asimetriyi etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Her gün ülkemize patlayan bombalar ve terör saldırıları ile de hedeflenen de zaten budur. Vatandaşlarımızın evlerinden çıkmamaları, işlerine gitmemeleri gibi bir korku, bir panik, bir endişe ve bir tedhişe sebebiyet vermeye çalışmaktır. Yakın tarihimizde Sudan iç savaşları, Yugoslavya iç savaşı, Keşmir sorunu ve Darfur olayları asimetrik savaşın en canlı örnekleri arasındadır.

ahmet-unver.jpg

Dünya emperyalistlerinin 100 yıllık yarım kalan, bölme ve parçalama planlarını devreye sokmak için kendi kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden,  vekâlet ve vesayet orduları ile bu asil devletimize ve milletimize karşı asimetrik bir savaş ilan etmiştir.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkesinde ve bölgesinde operasyon yapmaya çalışan tüm küresel sistem, küresel güçler ve işbirlikçilerine karşılık Türk Silahlı Kuvvetlerimizle ve Emniyet güçlerimizle ben buradayım demektedir… Yani Milli düzenli ordularımızla, Suriye sınırlarımızda Fırat Kalkanı ve diğer operasyonlarını başlatmıştır. Bu operasyonların devamı da gelecektir. Ne zamana kadar bu operasyonlar diye soranlara; Bölgemizde ve ülkemizde;  Huzur, Barış, Kardeşlik ve Adalet gelinceye kadar… Küresel sitem ve işbirlikçileri de bu birlik ve beraberlik ruhumuza idrak edinceye kadar… Birlik ve beraberlik halinde olduğumuzda hiçbir şey yapamayacaklarının da hepsi farkındalar… 

Yaşamakta Olduğumuz Savaş; Asimetrik Bir SAVAŞTIR!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren sürekli olarak, dışarıdan ve özellikle de içerideki taşeronları, işbirlikçileri vasıtası ile devlet yönetimine müdahaleler olmuştur. 1952 yılında NATO’ya girmemiz ile birlikte de yönetim kademelerinde ve devlet kadrosunda, özellikle de MİT, askeri ve emniyet istihbarat konumlarına dış güçler kendi adamlarını yerleştirmeye başladılar. Küresel sistem, İçerideki adamları vasıtası ile de denetim ve kontrolleri dışına çıkmaya başlayan devletimizi; 1960 askeri darbesi, 1971 muhtırası, 1980 askeri müdahalesini ve 28 Şubat post modern darbeleri ile balans ayarlarını yapmışlardır. İçerideki taşeronlar ve işbirlikçileri vasıtası ile de hedeflerine çok kolay bir şekilde ulaşmışlardır.  Bu asil millet ve devleti, 7 Şubat MİT krizi başlayan ve daha sonraki süreçlerde vatandaşlarımız arasında fitne ve iç savaş çıkarmak isteyenlerin organizesi ile Gezi Kalkışması, Kobanı olayları,  Doğu illerimizdeki Hendek kazma meseleleri ve son olarak da 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile karşı karşıya kaldık.  Tüm bu gelişmeler 100 yıllık süreçte ve yakın zamanda devleti içeriden kendi adamları vasıtası ile denetimleri altına almaya ve yönetmeye kalkan küresel sistem, küresel sermaye ve içerideki işbirlikçilerinin iktidarlarının sona ermesine karşı yapılan hamleler, girişimler ve karşı saldırılardır.  Bugün köşe yazımızda; Son 1,5 yılda;  siyasi, kültürel,  sosyal ve ekonomik olarak yaşadığımız tüm terör olayları ve saldırıların arka planını daha net bir şekilde görebilmek, algılayabilmek, devlet ve millet olarak,  teşhis ve tedbirlerimizi de bu savaşın türü ve şekline göre alabilmek adına…  Savaş nedir, savaş türleri, devlet ve millet olarak yaşadığımız tüm terör olayları, saldırılar, ekonomik kriz ve sosyal patlama çıkarmak istemelerinin sebebi hikmetleri hakkında, kabaca bilgiler vermeye çalışacağım. 

savas1.jpg

Birinci Nesil Savaş; Düzen Savaşları olarak isimlendirilen bu dönem; Savaşan taraflar, belirli harp düzenlerinde açık alanlarda karşı karşıya gelirler ve savaşçılar kılıç – kalkan, mızrak, ok vb. silahları kullanırlardı. Bu dönemin sonlarına doğru, tek atımlı piyade tüfekleri, tabancalar ve toplar savaş alanlarında görülmeye başlandı. Savaşan tarafların hedefi,  düşman tarafın savaş gücünü ortadan kaldırmak ve bunu başarana kadar veya taraflardan birisi savaşmaktan vaz geçene kadar devam ederdi. Her şeye rağmen,  bir – kaç günden fazla sürmezdi. İkinci Nesil Savaş; Birinci Dünya Savaşını içine alan ve mevzi savaşlarının hâkim olduğu, mevzilerden başlatılan piyade taarruzlarının hat şeklindeki topçu ateşleriyle desteklendiği, savaş alanlarına hareket getiren süvari birliklerinin ortaya çıktığı dönemdir.  Düşman tarafın ortadan kaldırılması, bu dönemde de savaşan tarafların en öncelikli hedefiydi. Bu dönemdeki savaşlar ve muharebeler oldukça uzun sürmekteydi.    Üçüncü Nesil Savaş;  Savaş alanındaki hareketin, karadaki süvari birliklerinin tekelinden çıkarak, manevranın denizden harp gemileri, havada uçaklar, karada tanklarla icra edildiği, nükleer silahlar dâhil üstün ateş gücünün kullanılmaya başlandığı bir dönemdir. Savaşan tarafların birbirlerinin savaşa devam azmini kırmak için düşman ülkelerin ekonomik ve sivil hedeflere saldırdığı, savaş alanının genişliğine ve derinliğine göre büyüdüğü bir dönemdir. Dördüncü Nesil Savaş; Savaşları sadece güçlü orduların kazanabileceğine olan inancın örselenmeye başlandığı bir dönemi işaret eder. Gerilla savaşı,  gayri – nizami savaş gibi terimler kullanılsa da, bunu en iyi tanımlayan ifade ‘asimetrik savaş’  kavramıdır. Burada,  savaşan tarafların her ikisinin de düzenli ordular olması gerektiği fikrine son vermiştir. Bu savaş şeklinin diğerlerine nazaran çok daha uzun zaman dilimine yayıldığı görülmektedir. Ancak, zayıf tarafın uluslararası politik desteğe veya güçlü bir devletin himayesine sahip olması gerekmektedir. Birçok durumda, güçlü ve zayıf tarafın terörizmi,  terör örgütlerini, vekâlet ve vesayet savaşını bir vasıta olarak kullandığı görülmektedir; PKK, PYD, DAİŞ, HAŞDİ ŞABİ, HUSİLER, YPJ, BOKO HARAM vb.

savas2.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında başarılı olamayan küresel güçler ve işbirlikçileri, vekâlet – vesayet ve asimetrik savaşlar ile ülkemizde ve bölgemizde her gün saldırıya neden geçtiler? Bu saldırılarda her gün canlarımızı neden kaybediyoruz? Ekonomik olarak saldırmalarının sebebi hikmeti ne olabilir ki? Döviz kuru ekonominin kendi çarkları çerçevesinde mi, yoksa spekülatif hareketlerden mi yükseltilmektedir? Dünya’da ekonomik olarak batan ve batmaya meyyal olan devletlerin değerlendirme şirketleri tarafından puanlarında bir değişiklik yapılmazken, Türkiye’nin derecelendirme şirketleri tarafından sürekli olarak puanları neden düşürülmektedir?  Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, durduk yere mi Milli Seferberlik ilan etmiştir?  Sayın Cumhurbaşkanımız, tüm bu saldırılar ve yaşadıklarımızın bir İstiklal Savaşı ifadeleri öylesine mi söylenmiştir? Sayın Cumhurbaşkanımız, döviz kurunun yükselmesi ile bu yaşananların da bir Ekonomik Savaş ifadeleri boş laflar mıdır? 5 Nisan kararları ve 2001 krizlerinde yaşadığımız ve gördüğümüz; Döviz kurları, faiz oranları ve emtia fiyatlarının bir gecede aklın alamayacağı ve ekonominin kendi kurallarının dışında yükseltilmesi ve bu gün de Anadolu Kaplanları ve Ekonomimizin motor gücü konumundaki KOBİLERİMİZ Neden batırılmaya, Sosyal ve Ekonomik kriz çıkarılmaya çalışılmaktadır? Tüm bu sorular ve gelişmeler siyasetin ve ekonominin kendi çarkları çerçevesinde mi olmaktadır? Yoksa dışarıdan bir Güç ve işbirlikçileri eliyle devletimiz ve milletimize karşı  ‘Asimetrik bir Savaş‘ hali mi vardır? Daha nice benzer sorular ve sorular…

Neler Oluyor; Bu Kadim Şehirde Yaşayanlara?

Konya; Kadim bir şehir, Kadim bir Başkent ve Kadim bir medeniyet merkezi olmanın kendisine ve yaşayanlara vermiş olduğu, güç ve güven hissi her daim gözlenmiştir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir romanında ifade etmeye çalıştığı gibi Konya; ‘’  bir sanat,  bir estetik, bir kültür, bir tarih, bir medeniyet ve bilgi birikimi içerisinde yoğurulmuş bir şehirdir. ’’ Bu şehrin tarihine kabaca bir baktığımızda, tüm inançların ve tüm yaşam biçimlerinin çok rahat ve huzurlu bir şekilde yaşadıklarını görebiliriz. Hz. Mevlana’nın yaşadığı dönemde bu şehir hoşgörünün zirvesine de ulaşmıştır. İnsan olmanın, insanca yaşamanın ve medeni olmanın tüm emareleri bu şehrin tarihinde okuyabilir ve tarihi kaynaklardan aldığımız veriler ışığında gözlemleyebiliriz. Peki, bu şehirde son dönemlerde neler olmaktadır? Terör örgütlerinin dinlenme merkezi veya transit geçit merkezi nasıl olabilir? Şehirde yaşayan bizlerin çok fazla hoşgörüsünü birkaç kendini bilmez kötü emelleri için kullanmakta mıdır? Konya merkez ve ilçelerinde yaşayan bizler artık bazı soruları kendimize sormamız gerektiğini düşünüyorum. Neden bu vb. gelişmeler bu güzel ve kadim medeniye şehrinde olmaktadır? Neden bu şehir, hoşgörü merkezi ve kolay yaşanılabilir bir şehir olarak anılması gerekirken,  birileri tarafından olumsuz algı oluşturulmaya çalışılmaktadır? Bir üst hesap ve akıl yine devrede, bizler mi göremiyoruz?

images-002.jpg

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanlığı dönemlerinde ve Cumhurbaşkanlığının ilk iki yılında sürekli olarak 17 Aralık tarihinde bu şehirde Hz. Mevlana’nın Şeb-i Arus törenlerine katılmış ve manevi havasından müstefit olmuşlardır. 2016 yılı 17 Aralık günü Sayın Cumhurbaşkanımız çok sevdiği bu şehre gelememiş ve kendisine sevdalı olan Konyalıları neden üzmüş, gelememiştir? Bir İletişimci ve tüm Konyalılar olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın Konya ziyaretinin iptal sebebi olarak da gündemin yoğunluğuna bağlamıştık. Fakat Yılbaşı gecesi İstanbul’da bir eğlence mekânına saldıran hainin Konya’da ikamet ettiğini öğrendiğimizde,  işin rengi ve detayları değişmeye başlamıştı. Bu niteliklere haiz bir hain ve saldırgan içimizde gezerken, sokaklarımızda dolaşırken ve apartmanımızda otururken nasıl farkına varamamıştık? Nasıl olabilir de böyle bir haini emniyet güçlerimize haberdar etmemiş veya edememiştik? Toplum ve birey olarak bu kadar mı duyarsızlaştık? Apartmanımızda, iş yerimizde, sokağımızda, mahallemizde ki hainliklere, yanlışlıklara bu kadar mı kayıtsız kalabildik? Devlet ve Emniyet kuvvetleri ne yapabilir ki? Sen Vatandaş olarak devletine ve emniyet güçlerine; hainler, teröristler ve ihanetler noktasında yardımcı olamazsan, tüm her şeyi de devletinden beklemek doğru bir davranış şekli midir?   Konunun önemine binaen ve tam da yeri geldiği için çocuk denecek yaşlarda; dost meclisi sohbet ortamlarında sürekli olarak anlatılan bir hikâye aklıma geldi. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerine 60’lı yıllarda çalışmaya giden hemşerilerimize, daha sonraki yıllarda ziyaret amaçlı veya kaçak çalışmak için özellikle de izinsiz olarak oralara kadar gelen çok yakın akrabalarını,  yaşamakta olduğu devlete olan saygısı ve kurallara olan bağlılığından ‘polise ve güvenlik güçlerine ‘ şikâyet ettikleri anlatılırdı.  Ve bizlerde o günkü aklımız ve yaşadıklarımıza istinaden çok ayıplamıştık… Nasıl olabilir, böyle bir davranış şekli diye… Bir insan çok yakın akrabasını nasıl olabilir de polise ve devlete şikâyet edebilir ki? Aksi halde kendisinin de yaşama hakkı kalmayacak, bulunduğu şehirde ve devlette..   Aksi halde çalışmak için gittiği ülkeden sınır dışı edilme ihtimali var… Sadece birey ve bu asil milletin ve devletin bir mensubu olarak biraz daha duyarlı olmak gerekir diye düşünüyorum; Her şey de devletimizden ve emniyet güçlerimizden beklenmemelidir; Çevremizdeki gelişmelere sadece biraz dikkat,  sadece biraz duyarlılık…

Her Şey Türkiye ile Başlayacak!

Ülkemiz ve bölgemizde 100 yıl önce yeni bir dönemin başladığının ilk işaretlerini, bizler 31 Mart vakası ile birlikte gözlemliyoruz. Aslında bunun ilk işaret fişeklerini de 1839 Islahat ve 1876 Tanzimat Fermanına kadar götürebiliriz.  31 Mart Vakası ile tahttan indirilen Osmanlı padişahı ve yönetim derdest edilmesine rağmen, Tanzimat Fermanı’nın hükümleri 1922 yılına kadar cari halde kalmıştır. Nasıl bir durum ise anlamak mümkün değil? 

İçeride, devlet yönetim kademelerinde emperyalist ülkelerin nasıl bir adamları mevcut ise bunu da çözümlemek ihtimaller dışında.. Artık, ülkemizde yönetim vb. konularda bazı uygulamalar eskisi gibi devam etmeyeceğinin, edemeyeceğinin ilk emareleriydi, tüm bu gelişmeler ve yaşananlar. Ülke ve bölge halkları bu gelişmeleri hiçbir zaman anlayamadık.

Dünya emperyalist güçleri, Osmanlı’yı parçalayabilmek ve her bir parçasına da kendi kukla yönetimlerini yerleştirebilmeleri için bu vb. gelişmelerin, kendileri adına olması gerekiyordu. Aksi halde ne Osmanlı’yı bölüp parçalayabilirlerdi, ne de yer altı yerüstü kaynaklarının kendi ülkelerinin refahı adına taşıyabilirlerdi.

Engellerin bir bir ortadan kaldırılması ve temizlenmesi kendi varlıkları için gerek şarttı. Bunun için de içeriden işbirlikçileri vasıtası ile çok büyük bir destek de sağlamışlardı.  Daha önce kendi ülkelerinde, bu ülkenin öz kaynakları ile okutmuş olduğumuz, bu ülkenin geleceği adına yurtdışında yetiştirdiklerimiz, eğitim aldıkları ülkeler adına çalışmalara, ihanetlere ve işbirlikçiliğe başlamışlardı.

1999 yılında, TBMM’de bir konuşma yapan ABD Başkanı Bill Clinton; ’’  Yeni Dünya Düzeninin başladığını ve 20. Yüzyıl, yeni bir dünyanın başlangıcı olduğunu.  20. Yüzyılı anlamak isteyenlere tavsiyem şu olur; Türkiye’nin anahtar olduğunu düşünün ve 20. Yüzyıl’ı anlamak için Türkiye’yi inceleyin. Çünkü Türkiye, 20. Yüzyıl’ın,  yani yeni bir başlangıcın anahtarıdır.  Şimdi yeni bir döneme girdik. Bambaşka yeni bir döneme! Önümüzdeki 100 yılın anahtarı Türkiye’de olacak. Türkiye, 21. Yüzyıl’da dünyanın şekillenmesini sağlayacak. Her şey Türkiye ile başlayacak…” ifadelerine vurgu yapmışlardı.

2009 yılında Türkiye’ye geldiğinde TBMM’de yine bir konuşma yapan bir başka ABD Başkanı Obama’da aynı minvalde bir konuşma yapmışlardı.  20. Yüzyılın anahtarı Türkiye’de olacak; Nasıl yani? Acaba, her iki ABD Başkanı da ne demek istiyorlardı? Türkiye’nin kontrol ve denetimleri altına alınmasının işaretlerini mi veriyorlardı? Bizlerin gözden kaçırdığı ve analiz etmekte zorlandığımız neler olmaktaydı? Bu gün, yaşadıklarımızın, 15 Temmuz gecesi başaramadıkları, teslim alamadıkları ülkemizi, bu  hedef ve stratejiye yönelik olarak bir ilgisi, alakası var mı? Daha nice benzer sorular…

Türkiye; 20. Yüzyılın, Yeni bir Dünya düzeninin, Bölgesinin ve Dünyanın anahtar ülkesi olacağını ve iyi incelemek gerektiğini, Dünyanın süper gücü konumundaki ve karşısında hiçbir küresel güç bulunmayan bir devletin, Soğuk savaş sonrası bir dönemdeki bir gücün, bir emperyalist devletin başkanları vurgu yapmaktadır.

Türkiye iyi incelecek ve anahtar konumunda bulunuyorsa ‘kendi haline bırakmaları’ da elbette ki mümkün değildir. Zaten uzun yıllar öncesinden sürekli olarak emperyalist ülkelerin stratejistleri de; “Türkiye, sadece Türklere bırakılamayacak kadar çok önemli bir ülke” olduğunu da vurgulamaktalar. Türkiye ve bölge üzerindeki tüm taktik ve stratejileri bu plan çerçevesinde yürümektedir. Bu plana aykırı olan her düşünce, hareket, lider, bölge üzerinde hesabı olanların çıldırmasına yetip artmaktadır.

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile Dünya’nın anahtar ülkesi konumundaki ülkemizi, içerideki işbirlikçileri ve taşeronları vasıtası ile emperyalist ülkeler tamamen teslim almaya çalışmışlardır. Bu plan ve taktikleri tutmayınca,  ülkemiz ve bölge üzerinde hesabı olan tüm emperyalistler birbirlerine düştüler!

Başkaca planlarını devreye koymaya başladılar.  Ne yapacaklarını şaşırdılar! Ülkemize her bir koldan saldırmalarının sebebi hikmeti buradan kaynaklanmaktadır. Karşımıza doğrudan saldırıya geçemeyecekleri için de vekâlet ve vesayet savaşları üzerinden, kurmuş oldukları terör örgütlerini sahaya sürdüler, karşımıza çıkardılar. 

Dostumuz ve müttefikimiz kanaati taşıdığımız tüm medeni Avrupa devletleri, bu ülkeye silah doğrultan tüm terör örgütlerine kucak açtılar. Gerektiğinde de silah desteğini hiçbir zaman esirgemediler. Bu vb. gelişmeler, Neden ve Nasıl olabilir ki? Sade vatandaş olarak, anlamakta ve algılamakta gerçekten çok zorlanıyorduk. Neler oluyordu peki?

Dünyanın enerji deposu konumundaki Ortadoğu ve Avrasya’nın anahtar, köprü ve merkez ülkesi Türkiye olduğunu anlayamıyorduk. Bu zenginliklere ulaşabilmenin tek yolu da Türkiye’den geçtiğini bizlerden daha iyi biliyorlardı. Türkiye, ülkesi ve bölgesi ile bir ve beraber hareket etmemesi gerekiyordu.

Türkiye’nin bölge halkları ile birlikte hareket etmesi demek, tüm emperyalistlerin bu bölgeden defolup gitmesi demekti.  Bölgeye barış ve huzurun gelmesinin işaretleriydi! Bu gelişmelerin bizlerden çok daha farkında oldukları içinde ellerinde olan her bir araç ve adamlarını kullanmak sureti ile saldırıya geçtiler!

Son günlerde tüm emperyalistler ve içimizdeki işbirlikçileri üzerinden ekonomik olarak saldırıya geçtiler. Dolar kurundaki hareketlilik ve bankalar üzerinden de KOBİLERİMİZE zarar vermeye, bu ülkenin orta direği ve üreten kesinlerini, yok etmeye çalışıyorlar.

Bu vb. saldırıları ile de ‘ Devlet ve Milletimizin ‘ arasını açmaya, aradaki gönül bağı köprülerini yıkmaya çalışıyorlar. Bu asil milletin küllerinden tekrar doğabileceğini hiçbir zaman hesaba katmadılar; 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi hesaplarında, bu asil milletin olmadığı gibi… Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında olmadığı gibi!

Ekonomik olarak bu ülkeyi ve asil milletimizi dize getireceklerini, iddialarımızdan vazgeçebileceğimizi, Ortadoğu ve Avrasya’daki zenginliklere ulaşabilmeleri için de ülkemizin tamamen denetim ve kontrollerine alabileceklerini zannettiler.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ının sürekli olarak vurguladığı;  ‘Öleceksek adam gibi ölelim’  fakat milli onurumuzdan, milli duruşumuzdan, tarihin, coğrafyanın, inançlarımızın, kültürümüzün, Anadolu medeniyeti mesuliyeti ve mensubiyetimizin bu asil millete yüklemiş olduğu farkındalıktan, bölgemizin ve bölge halklarının adaleti, barışı ve huzuru adına, bu hedef ve iddialarımızdan yeter ki vazgeçmeyelim… 

Ey Oğul! İNSANI Yaşat ki, DEVLET Yaşasın!

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslam ilahiyatçısı – din bilgini, Ahi şeyhi, Osman Gazi’nin kayınpederi ve hocası, Orhan Gazi’nin dedesi bir anlamda da sonradan imparatorluk olacak Osmanlı Devleti’nin fikir babası olan Şeyh Edebali’nin Osmanlı devletinin idareci noktasında bulunanlara ve bugün bizlere yönelik olan ikazları ve nasihatlerine bir göz atalım.

Devlet idaresinde bulunan idarecilerimize, bulundukları koltukların hizmet makamı olduğunu unutmamalarını, sürekli olarak hatırlamalarını;  ‘ Benlik – Ego- Kibir’ noktasında nelere dikkat etmemiz gerektiğini, bu kötü hasletlerden nasıl soyutlanmamız ve korunmamız gerektiğini!

Özellikle de devlet idaresindeki müşavere – danışmanlık müessesinin önemine binaen,  günümüzde yaşamakta olduğumuz süreçler doğrultusunda,  geçmişte yaşanan tecrübeler ışığında, bu nasihatleri, uyarılarını bir kez daha anlamayı ve anlamlandırmayı ümit ederek Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan bu manada tefekkür deryasına dalabilenlerden eylemesini dilerim.

Ey Oğul! Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana.

Ey Oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.

Ey Oğul! İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki, dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul.

Sakın ha kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Teklik sadece Allah’a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilerle, ehil kişilere danışarak tutasın. Danışırsan yol alırsın, danışmazsan yolda takılıp kalırsın oğul.

Oğul! Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgârında savrulup gidersin. Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun. Bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun.  Güç hayvanda bile mevcut. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmayasın. Asıl olan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sır vardır. Sırlar ki, ebedî muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken Cennet’in kapılarını aralayasın oğul.  Öfken ve benliğin bir olup aklını yener!  Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Azminden dönmeyesin. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil. Her işin gereğini vaktinde yap. Öfke ateş, öfke afet, öfke şeytandır oğul. İnsanoğlu dağları devirir; ama öfkesine mağlup olabilir. Öfkeyle savaşı daima taze tutmak gerekir. Sabırsız olmaz oğul. Sabırsız menzile varılmaz. Kaf Dağı’na sabırsız ulaşılmaz. Vazifen çetin, yükün ağırdır oğul. Hizmette önde, ücrette geride olasın. Vazifenin en ağırına talip olmaktan kaçınmayasın. Vazifenin ağırlığı Yaradan’ın kullarına ihsanıdır.

Oğul, açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma, gördüğünü söyleme, bildiğini bilme, sözünü unutma, sözü söz olsun diye söyleme. Bizler nefreti eritmek için, muhabbetin asaletini dünyaya yeniden hâkim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Muhabbet yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul. Ama altının değerini sarraf bilir; sözünü muhatabına göre ayarlayasın. Cahilin karşısında altınlarını çamura atmayasın.

Yiğit olan kördür, kötülüğü görmez. Sağırdır, kem sözü işitmez. Dilsizdir, her ağzına geleni demez. Bildiğini de her yerde ayaklar altına sermez. Yunus gibidir o; yüreği muhabbete, gönül ibresi hakikate ayarlıdır. O bir defa söz verdi mi, onu namusu bilir.  Sevildiğin yere sıkça gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibarın kalmaz. Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler! Her şeyin ortası makbuldür, sevginin de. Sevdiğini gereğinden fazla sevmeyesin. Sevgini de, sadece yüreğinin eline vermeyesin. En çetin imtihan sevgiyle olanıdır. “Kişi ne kadar bahadır olsa da, muhabbete tuş olur” diyen atanın sözünü aklından çıkarmayasın. Böyle imtihan olmamak, istikbalde neslinden utanmamak için gecelerin bağrında, seherlerin aydınlığında duaya durasın. Senin ideallerin ve geleceğe dair hedeflerin var oğul! Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tacını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileğiyle değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını bilir. İyiliğe kötülük, şer kişinin kârı, İyiliğe iyilik her kişinin kârı, Kötülüğe iyilik, er kişinin kârıymış oğul.

Ey Oğul! Üç kişiye acı: Cahillerin içindeki âlime… Zengin iken fakir düşene… Hatırlı iken itibarını kaybedene… Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın. Osman! Sen bizim rüyamız, sen bizim devamız, sen bizim duamızsın oğul. Daima başın dik, alnın ak, gönlün pak olsun. Ey Oğul! Zümrüt-ü Anka’nı iyi seç ki, Kaf Dağı sana yakın olsun. Yolun ebediyete kadar açık olsun. Ey Oğul! Yolun uzun, işin çetin, yükün ağır. Allah-û Teâlâ (cc) yardımcın olsun.

Mecliste Konya’nın gücü…

Meclise, 1 Kasım tekrar genel  seçim sonuçları itibari ile seçilen Konyalı milletvekili sayımızın 30’dan fazla olduğunu  Meclis  koridorlarında gezerken öğreniyoruz.  Mecliste ve  Ankara’da Konyalı Lobisi oluşturacak kadar  yeterli bir sayı olarak  düşünüyorum. Başbakanımızın hem  Konyalı olması,  hem de Kadim başkent Konya sevdalısı olmasından kaynaklı olarak,  Meclisteki  Konyalı milletvekillerimizin   ve bürokrasideki Konyalı hemşehrilerimizin sayısının   artması, Kadim başkent Konya’ya hizmetin insana   başkaca bir huzur ve mutluluk vesilesi olacağı kanaatini taşıyorum. 

Geçtiğimiz günlerde KONSİAD (Konyalı Sanayici ve İş Adamlar Derneği-İstanbul Merkez) yeni Başkanı Mustafa Büyükdede ve yeni yönetim kurulu üyeleri ile birlikte,  1 Kasım seçimlerinde Meclise seçilen,  Konyalı milletvekillerimize hayırlı olsun ve plaket takdimi için Ankara ziyaretimiz oldu. KONSİAD’ın kurulduğu günden itibaren Konya merkezde idari işlerini yürütmekte olan Durmuş Ali Kandak dostumuz ve basın  & PR işlerini de bir İletişimci olarak  yürütmekte olduğumdan, KONSİAD yönetimi Ankara’daki Meclis  ziyaret programlarına Konya’dan bizlerin de katılmalarını tensip görmüşler. KONSİAD başkan ve yönetimine nazik düşünce ve davranışları için teşekkür ederim.

KONSİAD  kurucu eski başkanı olan ve AK Parti İstanbul milletvekili olarakMeclise  gönderilen Abdullah Başçı beye hassaten ve danışmanlarına KONSİAD yönetimine karşıgöstermiş oldukları  misafirperverlikleri için teşekkürü bir borç bilirim.  KONSİAD yönetimi olarak her türlü ihtiyaçlarımız ve yardımları için de ayrıca minnettarım.  Abdulah Başçı vekilimize Savunma Sanayi Komisyon başkanlığı ve diğer görevlerinin hayırlı olmasını, öncelikle şehrimize  ve ülkemize hayırlı hizmetlerde bulunması temennilerimle başarılar dilerim.

KONSİAD yönetimi olarak; başta Abdullah Başçı vekilimiz olmak üzere, Abdullah Ağralı, Mehmet Babaoğlu, Leyla Şahin Usta, Hüsnüye Erdoğan, Ziya Altunyaldız, Halil Etyemez, Mustafa Kalaycı vekillerimize Meclisteki odalarında ziyaretlerimizi gerçekleştirdik. Ömer Ünal, Ahmet Sorgun, Mustafa Baloğlu, Uğur Kaleli vekillerimizle, Meclisteki bütçe görüşmelerinden kaynaklı olarak, odalarında değilde, Meclis  genel kurul kulisinde çok samimi   ortamda dostane görüşmelerimiz oldu. Sayın vekillerimize bu kadar yoğunlukları arasında bizlere zaman ayırdıkları için teşekkür ederim.  Meclis Sanayi ticaret komisyon başkanı seçilen Ziya  Altunyaldız vekilimiz, Tarım Komisyon başkanı seçilen Recep Konuk vekilimiz  ve burada zikredemediğim çok değerli vekillerimize Meclisteki ve AK Parti genel merkezdeki idari görevlerinde de başarılar dilerim.

Ziyaretlerimiz esnasında vekiilerimizin her biri ile çok güzel sohbetler  gerçekleşti.  Fakat burada yerimizin darlığından,  çok önemli gördüğüm birkaç anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum. Halil Etyemez vekilizimin Ereğli sevdalısı olmasından, karşısında da bu kadar Konya sevdalısı  İş adamını bir arada görünce, Ereğli’ye yatırım vb. konularında  bir ricaları oldu.Özellikle  Ereğli ilçemizdeki süt sektörü konusundaki öncülüğü ve  önemine binaen… Hali Etyemez vekilimizin eski Çalışma Bakan yardımcılığından gelmesi,  Mesleki yeterlilik ve Meslek Liseleri konusuna,  İş adamlarımızın ihtiyaç ve talepleri doğrutusunda  bu alana yatırım yapmalarını, bu konuya bigane kalmamaları  konusundaki taleplerini de ilettiler.  Mehmet Babaoğlu vekilimiz  özellikle İş adamlarımızdan, Yeni Türkiye yolunda birlikte yürüyeceksek ve Konya’mızın Yeni Marmara olması için  daha fazla sorumluluk almaları noktasındaki  istek ve taleplerini ilettiler. Marmara bölgesinin  sanayi olarak çok sıkıştığından, Başkabanımızın Kadim Başkent  Konya sevdalısı olması, Mecliste  30’dan fazla vekilimizin verdiği güç  ve heyecanla birlikte,  İşadamlarımızın gayret ve çalışmaları ile Konyamzın Yeni Marmara olması için elbirliği ve güçbirliği ile çalışmamız gerektiğine vurgu yaptılar.

Konya iş dünyası, protokolü, STK’larımız, belediyelerimiz, parti teşkilatlarımız ve  bu ülke için derdi olan gönüllülerimizle birlikte, mazlum milletlere umut  ve Yeni Türkiye’nin kurulması  yolunda,  Konya’mızın Yeni Marmara olması  noktasında,  Kadim Başlent sevdalısı Başbakanımızın liderliğinde,  Meclisteki çok değerli vekillerimiz ve  Ankara’daki bürokratlarımız ile birlikte neler yapabileceğimizi, yeni projelerin devreye girmesi için çok çalışmamız, daha fazla sorumluluk almamız  ve bu fırsatları şehrimiz adına çok iyi değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. 

17 Aralık 2015; Yeni Türkiye yolunda SÜ rektörlük seçimleri!

SÜ rektör adayı belirleme tarihi YÖK başkanlığı tarafından 17 – 18 – 19 Aralık tarihleri olarak açıklandı.  SÜ, Rektör adayı belirleme sürecinin ve adayların şimdiden şehrimize ve üniversitemize Hayırlı olması dileklerimizle.  SÜ rektör adaylıkları ile ilgili olarak geçtiğimiz günlerde yazmış olduğumuz köşe yazılarından sonra,  daha çok olumlu, biraz da negatif eleştiriler aldım. Bunlar güzel gelişmeler. Toplum olarak iletişimi, karşılıklı konuşmayı, eleştirinin küfretmekten, hakaret etmekten farklı olduğunu öğrenmeye başladık. İletişimin ne ve nasıl olduğunu kavramış oluyoruz. Çünkü iletişim insanların zehrini alır. Zehri alınmayan insanlar bulundukları konum ve kurumlar açısından çok tehlikeli oldukları kanaatindeyim.

SÜ, rektör adaylığı noktasında, akademisyen hocalarımızın tercihlerine ipotek koymak veya böyle bir süreci onaylamak gibi bir noktada olmadığımızı ifade etmek isterim. Ülkemizin geçmekte olduğu süreci şöyle kabaca bir incelediğimizde, bu sürece karar vericilerin, yani Cumhurbaşkanlığı ve YÖK’ün bu konuların üzerinde neden durduklarını anlamamız daha kolay olacaktır diye düşünüyorum. 7 Şubat MİT krizi ile başlayan süreci ve ülkemizde yapılmak istenenleri, bir film şeridi halinde incelersek ne denek istediğimiz çok net anlaşılacaktır. Bu günlerin akabinde devam eden, Gezi kalkışmalarından bir sonuç alınamaması.. 17 – 25 Aralık operasyonları ile ülkeyi başka bir mecraya sürüklenme çabaları..  30 Mart yerel seçimleri ile yerel başkanlıkları kaybetmeyelim şeklinde hareketlenmeler..  10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile bütün cephelerin bir blok haline gelmesi ve bu birlikteliğin 7 Haziran seçim sonuçlarında biraz umutlanmalarına – biraz daha gayret şeklinde tabana yüklenmelerine sebebiyet vermiştir. Stratejik irade, siyasi deha ve stratejik vizyonun sürece müdahale etmesi ile 1 Kasım tekrar seçimlerinin devreye girmesini, akabinde ise Milli İradenin bu işe tamamen el koyması ile bütün planlamaların, bekleşenlerin ümitlerinin körelmesine ve son noktanın konması ile sonuçlanmasıdır. Tersi bir tabloyu ve sonucu düşünmek, projeksiyon dahi etmek istemiyorum.

SÜ, rektör adaylığı noktasında, 2011 yılındaki rektör adayı belirleme sürecine benzer bir durum sezer gibiyim. Okyanus operasyonları ile hapse giren dönemin SÜ rektörü Süleyman Okudan, Hakkı Gökbel hocanın rektör olması ve desteklenmesi, akademik çevrelerde çalışması karşılığında hapisten çıkması- çıkarılması, malum yapı ve çevreler tarafından, garanti altına alınmıştır. Bu sürecin böyle olduğu konunun muhatapları ve ilgilileri tarafından malumdur.  Bizim ki sadece malumun ilamından başkası değildir.

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız, global planlamalar ve kazanımlardan, malum yapı ve çevrelerin elemanları hedefleri küçük tutularak yerelde mini kazanımlar peşinde midir?  7 Şubat MİT krizinde nereye tosladıklarını bilemeyenler… Gezi Kalkışmasında kaybedenler… 17 -25 Aralık ile bir sonuca ulaşamayanlar.. 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde halktan tokadı yiyenler… 30 Mart yerel seçimlerinde de umduklarını bulamayanlar… 7 Haziran genel seçimlerinde, bir bütün ve blok hailinde yüklenmelerine rağmen, yine de bir sonuç alamayıp,  kısa bir süre de olsat ümitlenenler, heyecana kapılanlar… Stratejik zeka, stratejik plan, stratejik vizyon ve siyasi dehanın müdahalesi ile 1 Kasım tekrar seçimlerinin devreye girmesi ve bu girişimlerden de tamamen ‘ Kel Ma’dumi ‘ yani YOK mesabesine düşmüşlerdir. Bütün bu çaba ve gayretlerin sonucunda, malum yapı ve çevrelerin yereldeki elemanları hedef küçülterek, mini hedeflere ulaşmak adına, SÜ rektör adaylığı noktasında, Mustafa Hoca nerede durmaktadır? Kamuoyunun ve akademisyen hocalarımızın gri ortamın netleşmesi adına, sadece bir İletişimci olarak soruyorum. Altında başkaca şeyler aramanın manası yoktur diye düşünüyorum. Bu konunun önemine binaen ’Tamamı elde edilemeyen şeylerin,  Tamamı da terk edilmez‘ kaidesince, Türkiye genelinde ulaşılamayan, elde edilemeyen büyük hedeflerden, yerel ve mini kazanım çerçevesindeki malum yapı ve çevreler, Mustafa Hocayı SÜ rektör adaylığı noktasında bir CAN simidi olarak mı görmekteler? Bu malum yapı ve çevrelerin SÜ bünyesindeki akademisyen hocalarımızın Mustafa Hocanın çevresindeki kenetlenmelerinin sebebi hikmeti ne olabilir ki? Bir İletişimci ve Gazeteci olarak, kamuoyunun aydınlanması, konunun netliğe kavuşması ve şeffaflık adına sadece soruyorum…

Başbakan ve Üst Kurullara Rağmen Rektör Olmak mı?

Bu şehirde, SÜ rektör adaylık süreci daha çok konuşulacağa benziyor. 40 yıllık bir kurum ve ülkemizin güzide üniversitelerinden olmasından kaynaklı olarak, bu sürecin ve rektör adayının çok önemli olduğuna inanıyorum. Adaylıklarını açıklayan, Tahir Tüksek, Mustafa Şahin ve Ahmet Alkan hocalar haricinde bir başka aday söz konusu olur mu bilemiyoruz. Sürecin işleyiş şekline bakılırsa başka yerlerden bir başka müdahaleyi gerektireceğine benziyor. Bekleyip hep birlikte göreceğiz…

Adaylık süreci hakkında geçen haftaki yazımıza istinaden, akademisyen hocalarımız tarafından, konunun net olup olmadığı noktasında telefon ve mail aldım. Konunun muhatapları olan rektör adayı hocalarımız, Başbakanlıkta ki Sayın Başbakanımız ile baş başa olarak ve beş rektör adayımız ile birlikte yapılan görüşmede, konunun buralara kadar gelmiş olmasından duyduğu rahatsızlığı taraflara bizzat iletmişlerdir. Elbette ki Sayın Başbakanımız kendi şehrinde olan bir yöneticinin adaylık sürecine müdahale edecektir, etmesi kadar doğal bir süreç olmadığını düşünüyorum. Sayın Başbakanımız beşli olarak yapılan görüşmede özellikle, çok naif ve nazik bir üslupla  ‘ Üst kurullarla ( YÖK, Maliye Bakanlığı vb. ) GÜVEN bunalımı ve UYUM sorunu yaşayan ’ bir arkadaş ile yola devam edemeyeceklerini ifade etmişlerdir. Başbakanlıktaki beşli olarak yapılan görüşme de, Sayın Başbakanımızın böyle bir ifadelerinin olup olmadığını, görüşmede bulunan hocalarımız ( Ali Akmaz, Hüseyin Kara, Selman Türker ) açıklasınlar, kamuoyu ve özellikle de SÜ akademisyen hocalarımız rahat etsinler diye düşünüyorum. Mustafa Şahin hocamıza yönelik olarak daha önceki yazılarımızda YÖK Başkanlığı ve yönetimi tarafından bir şerh olduğunu vurgulamıştık.

Türkiye’de siyaset çok manidar bir süreçte devam eder. Siyaset ile uğraşan arkadaşlarımız ne demek istediğimizi çok iyi anlarlar. Rahmetli Süleyman Demirel’in Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde Isparta iline yapılan yatırım vb. bakmak yeterli olacaktır diye düşünüyorum.  Kayseri, Rize, Malatya, Trabzon vb. illeri de ekleyebiliriz. Sayın Başbakanımızın, SÜ rektör adaylığı noktasındaki iradelerini  ‘şöyle veya böyle ‘ diyerek sorgulamak yerine, şehrimize ve üniversitemize ne tür yatırım vb. noktasında harekete geçirebileceğimizi düşünmenin daha faydalı olacağı kanaatindeyim. Sayın Başbakanımıza, şehrimize ve üniversitemize kazandırılacak hizmetler noktasında projeler geliştirmek gerektiğini ifade etmek isterim. Bu süreç böyle değerlendirildiği takdirde SÜ akademisyen hocalarımız da bu süreçten kazançlı çıkacaklarına inancım tamdır.

Özellikle Başbakanımızın işaretini kabullenmeyip tepki veren Mustafa Şahin hocaya sormak istiyorum: 22.11.2015 tarihinde SÜ kampus bölgesinde ALES sınavları yapıldı. Konya merkez ilçeleri ve yakın illerden ALES sınavı için SÜ kampus bölgesine öğrenciler ve ailelerden oluşan kalabalık bir kitle geldi. Bir üniversitenin fiziki vb. durumu kurumun halini ortaya koyar. Aynı zamanda üniversiteler şehirlerin vitrini konumundadır.  Kampus bölgesi tamamen bir karmaşa, keşmekeş ve her taraf çöp yığınları halindeydi. 2011 yılından itibaren SÜ rektör yardımcısı olarak görev yapmakta olduğunuz kurumda, müdahale edemediğiniz, çözemediğiniz, halledemediğiniz bu kadar sorun yumağını, rektör olarak nasıl bir vizyon,  network ve yönetim anlayışı getirebileceksiniz?

Sayın Başbakanımız, SÜ rektör adaylığı noktasında Tahir hocamızı işaret ettiğine dair olarak yapılan bu kadar tezviratınıza rağmen, SÜ rektörü olduğunuz takdirde; Selçuklu Tıp fakültesinin bir sürü mali sorunları varken, piyasadan veresiye tıbbi malzeme alamaz hale geldiği bir dönemde, Başbakan’a ve Maliye Bakanlığına rağmen bu sorunları nasıl çözebileceksiniz?

Sayın Başbakanımız ve diğer üst kurullara rağmen SÜ rektörü seçildiğiniz takdirde; 150’ye yakın Doç. Akademisyen hocamız Prof. kadrosu beklerken ve 250’ye yakın Doç. ve Yard. Doç. Akademisyen hocalarımız kadro beklediği bir dönemde, bu kadroları nasıl alabileceksiniz?

2011 yılından itibaren SÜ rektör yardımcısı olarak görev yapmakta olduğunuz kurum, üst kurullarla olan ‘ Uyum ve Güven ‘ bunalımından kaynaklı zikredilen sorunları çözemezken, Başbakanımıza ve üst kurullara rağmen SÜ rektörü seçildiğiniz takdirde bu kadar sorunu nasıl halledebileceksiniz?

 

Başbakan; Mustafa Şahin’i işaret etseydi!

Geçtiğimiz günlerde, SÜ rektör adaylığı ile ilgili iki yazı kaleme aldım. Yazılardan sonra telefonla arayan, mail atan veya dost meclislerinde yazı ile ilgili olarak sitemlerini ve teşekkürlerini ileten dostlara ve bütün akademisyen hocalarımıza teşekkür ederim. SÜ, Türkiye’nin en eski ve köklü üniversitelerinden birisi olduğu için buradaki rektör adaylık seçimi de elbette ki çok önemlidir.  Bu sürecin akademisyen hocalarımız arasında kırgınlıklara sebebiyet vermeden, dostane bir yarış şeklinde geçmesini ve sonuçlanması dileklerimle…

Prof. Dr. Ahmet Alkan hoca, 1994 yılında, ANAP’tan Konya Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve daha sonra da ANAP Konya Milletvekili adaylığı süreçlerinde dostane birkaç defa seçim toplantılarına katılmıştım. Ahmet hocaya seçim sürecinde gittiği her yerde bıyıklarından kaynaklı olarak şu soruya muhatap olurdu: ‘ Ülkücü müsünüz ve neden ANAP’tan aday olduğunuz’ şeklinde…  Ahmet hocam her defasında bu soruya sinir olur, siyasete yeni ısınmaya çalışan bir akademisyen olduğu için sinirlendiğini de belli etmemeye çalışır ve bıyıklarını da kesinlikle kesmeyeceğini ifade ederlerdi.  Bu ülke ‘şekille uğraşmayı artık bırakmalı’ vurgusunu sürekli olarak ifade ederlerdi.  Ahmet hocam, SÜ rektör adaylığı sürecinde, 1 Kasım seçimlerinden önce ki Cumhurbaşkanlığı Genel sekreteri ve halen AK Parti İzmir milletvekili olan Binalı Yıldırım Bey ile konuyu detaylı bir şekilde mütalaa ettikleri noktasındaki kulisi sizlerle paylaşmak isterim. Binalı bey ile yapılan görüşmenin neticesinde kimseye verilmiş bir söz ve destek olmadığını teyit edildikten sonra SÜ rektör adaylığının açıklamışlardır.

SÜ rektör adaylığı için isimleri geçen, Mustafa Şahin, Selman Türker, Tahir Yüksek, Ali Akmaz ve Hüseyin Kara’nın Başbakanlığa çağrılarak, saat 19.00 için verilen randevu, Sayın Başbakanımızın Başbakanlıktaki ‘Güvenlik Zirvesinin’ uzaması sebebi ile 23.30’da başlayıp gece 01.30’da bitmiştir. Ahmet Alkan beyin Başbakanlığa neden davet edilmediği de yukarıda ki yazımızın içinde konunun uzmanlarınca malumdur. Başbakanlıkta ki görüşmede Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu,  SÜ rektör adaylığı için bir veya iki adayın lehine çekilmeleri noktasında bir önerisinin olduğunu, geçtiğimiz hafta basından hep birlikte öğrenmiş bulunuyoruz. Başbakanlığa giden grup, Başbakanımızın önerisini değerlendirip, kendi aralarında istişareler ve görüşmeler yaptıktan sonra, içlerinden seçilen bir sözcü vasıtası ile sonucu Sayın Başbakanımıza ileteceği şeklinde ki duyumu da sizlere hatırlatmak isterim. Grup kendi aralarında ki görüşmelerden sonra, mutabakata varılamadığı ve herhangi bir birliktelik de hâsıl olmadığını,  sözcü olarak seçilen Ali Akmaz hocam tarafından Sayın Başbakanımıza ilettikleri kulisi de sizlerle paylaşmak isterim.  Daha sonra Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, değerlendirmelerini ve başkaca istişarelerini yaptıktan sonra, yine grup sözcüsü Ali Akmaz hocam ile yapılan görüşmesinde,  Tahir Yüksek hocanın adaylığını açıklamasını ve kendilerini SÜ rektör adaylığı için destek ve onaylarının olduğunu iletmişlerdir.  Bu konuların detaylarını hep birlikte geçtiğimiz hafta basından öğrenmiş bulunuyoruz.

1 Kasım seçimlerinden zafer ile çıkmış, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakanımız Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, Yeni Türkiye yolunda birlikte çalışmak istediği yol arkadaşlarını, özellikle de kendi şehrinin yöneticilerini,  seçmesi kadar doğal bir şey olamaz diye düşünüyorum. Konya da yaşayanlar olarak Başbakanımızın sadece Konya ile ilgilenmesini, başkaca sorunlarının olmadığını mı düşünüyoruz?  Dünyanın sadece Konya’nın etrafında döndüğünü mü zannediyoruz? Dünya da bu kadar sorun varken, etrafımız ateş çemberi halinde kaynarken, iç içlerimizi de dış güçler ve taşeronları vasıtası ile karıştırılmaya çalıştıkları bir dönemde, Sayın Başbakanımızın SÜ rektör adaylığı konusunda ki iradesini ‘Sorgulanır‘ noktaya getirmenin çok tehlikeli olduğu kanaatindeyim.  Sayın Başbakanımızı bu konularda çok yormanın hiç kimseye, hiçbir kuruma ve özellikle de şehrimiz Konya’ya fayda sağlamayacağını da ifade etmek isterim.  Bu kadar gürültü ve patırtıdan sonra şu soruları sormadan edemiyorum: Sayın Başbakanımız, SÜ rektör adaylığı noktasında ki iradesini ve tercihini Mustafa Şahin hocadan yana kullanmış olsa idi sorun olmayacak mıydı? Her şey süt liman olacak mıydı?  Başbakanımızın iradesi o zaman sorgulanmayacak mıydı? Akademisyenler arasındaki tepkisellik engellenebilecek miydi?