Ayasofya ve Türk Devlet Aklı!.

Türk Cumhuriyeti Devleti, 7 Şubat MİT krizi ile başlayan,  Gezi olayları, akabinde ki 17 – 25 Aralık operasyonları ve son olarak 15 Temmuz tarihinde ki hain darbe ve işgal kalkışması ile küresel ve emperyalist güçlere, içerideki işbirlikçiler mahareti ile tamamen teslim edilmek istenmiştir! Türk Devleti, tarih, kültür, coğrafya ve kadim devlet aklı ile küresel ve emperyalist güçlerin bölgemizde ki, tüm kirli plan, sinsi hesap ve sömürge çıkarları için tek engel konumunda bulunan devlet ve millet olarak görülmektedir!. Bölgede başka bir milletin böyle bir konumu ve iddiası bulunmamaktadır!. Türk devleti tamamen kontrol ve denetim altına alabilmek için her yol denenmiştir!. Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı, devlet  ve millet sevdalısı AK Sakallılar  ile birlikte tüm zincirlerini  bir bir kırmakta, tam bağımsızlık yolunda  ve  tarihi küllerinden yeniden  daha güçlü bir şekilde doğmaktadır!. 

Ayasofya; Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532 – 537 yılları arasında İstanbul tarihî yarımadasına inşa ettirilmiş ve 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedilmesinden sonra camiye dönüştürülmüştür! Ayasofya, mimari bakımdan bazilika planı ile merkezî planı birleştiren kubbeli bir yapı olup kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem özellikleriyle mimarlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak ele alınır!.

Ayasofya adında ki “aya” sözcüğü “kutsal ve azize”, “sofya” sözcüğü ise eski Yunanca da “bilgelik” anlamındaki sophos sözcüğünden gelir.  Dolayısı ile “aya sofya”, “kutsal bilgelik” ya da ” ilahî bilgelik ” anlamına gelmekte olup ve ” Ortodoksluk mezhebinde ” Tanrının üç niteliğinden biri sayılır!.  Bizans döneminde Ayasofya, büyük “ kutsal emanetler ” zenginliğine sahiptir!..

Ayasofya, o zamana kadar en büyük yapı olarak kabul edilen Süleyman Tapınağından daha büyük olduğu için; İmparator I. Justinianus, halka yaptığı açılış konuşmasında; ” Ey Süleyman! Seni yendim ” demiştir!. Peki, neden?!  Süleyman Tapınağı, Tevrat’a göre, Kudüs’teki ilk Yahudi tapınağı; Hz. Süleyman’ın inşa ettirdiği, Yahudilerin Kutsal Ev dedikleri ve Hz. Süleyman tarafından yapıldığı için de “ Süleyman Mabedi ” olarak bilinmektedir!.  

8. Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal, Ayasofya’yı cami olarak aslına rucü edebilmesi için çok mücadele vermiştir! Fakat ömrü vefa etmemiş, içerideki işbirlikçiler ve sızıntı küresel ekol temsilcileri ile olan denge siyaseti ve gelgitlerden dolayı başarılı olamamıştır!. 15 Temmuz 2016 tarihinde ki hain darbe, işgal kalkışması  ve 10 Temmuz 2020 Ayasofya tarihi kararına kadar olan süreçte, Türk Devletinde yaşananlar; Büyük ve Güçlü Türk Devleti için, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, küresel ve emperyalist işbirlikçiler ve sızıntı ekol temsilcileri devlet kademesinden bir bir ayıklanmaktadır!. Türk Devleti, Anadolu’nun İslamlaşmasında büyük emeği olan, diriliş ve direniş erleri ile birlikte,  Anadolu ve hinterlandında ki kızıl elma kutsal yolculuğuna kaldığı yerden yeniden devam edecektir!.

2019 yılı Aralık ayında Çin’de görülen, daha sonra da dünya’ya yayılan ve ülkemizde, 11 Mart tarihinde ilk vaka tespit edilen pandemi sonrası, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’a taşınmıştır! Başkan Erdoğan, pandemi sürecini ve dünya devletleri ile olan tüm görüşmeler, bağlantılar ve anlaşmaları da buradan yönetmiştir!.  Pandemi sonrası dünyada ve yerelde, kültürel, siyasi, ekonomik ve dini olarak   her şeyin değişeceğini de vurgulamıştık!. Ayasofya’nın cami olarak yeniden açılması, dini algıların değişmesinin son mührüdür!. Türk Devleti, pandemi günlerinde, 170 ülkeye yardım elini uzatmış, tarihsel inşa ve ihya medeniyet mefkuresi yeniden canlanmıştır!. Türk; Adalet dağıtan, Hakikat temsilcisi ve mazlum milletlerin de hamisi ve hadimidir!. Bu süreçte unutulması gereken gelişme,  Türkçe konuşan devlet başkanları ile  bölgesel ve küresel barış, huzur ve istikrara katkıda bulunmak için yapılan anlaşmalar, görüşmeler  ve toplantılar çok dikkate değer ve manidardır!.

Ayasofya’nın CAMİ sürecine yeniden dönmesi için Türk Devleti bir karar alıyor ve tepki gelen ülkelere bakar mısınız?! İran, Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri!. Size ne oluyor ki?! Kim adına ve ne için tepki veriyorsunuz?! Hani siz İSLAM devleti idiniz?! Ya da İslam’ın temsilcisi Türk Milleti, ellerinde ki oyuncağı almakta olduğu için olabilir mi?! Neden olmasın! Avrupa’dan gelen sesler ve tepkiler ise, ellerinin altından kayan ve denetimlerin çıkan bir Türk Devleti olduğu için ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar! Gelecekler! Biat edecek ve teslim olacaklar! Başkaca bir tercih ve seçimleri kalmamıştır! Yeni dünya Düzeni  TÜRK Devleti olmadan kesinlikle kurulamayacaktır!.

Şimdi soralım! Danıştay ve Cumhurbaşkanının, 10 Temmuz 2020 tarihinde ki, Ayasofya kararları,  öylesine ve sıradan bir tarih midir?! 24 Temmuz  2020 tarihinde Ayasofya camiinde yeniden  ilk namazın kılınacak olması da mı tesadüfidir!. M.S. 10 Temmuz 138 tarihi, Roma İmparatoru Hadrianus’un ölüm tarihi olduğunu sadece  hatırlatalım!. 10 Temmuz 1921 ve 24 Temmuz 1921 tarihleri arasında, Kütahya ve Eskişehir Muharebeleri, Yunanistan ile Ankara hükumeti arasında gerçekleşmiştir! Bu tarihler de mi sıradan ve öylesine seçilmiştir!. Bu tarihlerin arkasında  ve muhataplarına, Kadim Türk Devlet Aklı ve devlet – millet sevdalısı AK Sakallıların derin anlamlar içeren mesajları yok mudur?!

Hanif kelimesi Kuran Kerimde;  İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hristiyan!.  Fakat O, Hanife, Allah’ı bir tanıyan ve Hakka yönelen, bir Müslümandı. Allah’a ortak koşanlardan da değildi, buyrulur! (Ali İmran-67) Yahudiler ve Hristiyanlar, Müslümanlara; Yahudi veya Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız,  dediler. Onlara de ki: Biz, doğru olan İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi, buyrulur!. (Bakara-135) Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. (Ali İmran-102) Artık siz, yüz çevirirseniz, zaten ben sizden bir mükafat istemiş değilim. Benim mükafatım ancak Allah Teala’ya aittir. Ve ben Müslümanlardan olmakla emir olundum. Her Peygamber Müslüman’dır, buyrulur! (Yunus-72)

Türk Devleti ve ANADOLU AMFİBİ Harekatı!.

Dünya tarihine kabaca batığımızda, imparatorluk veya kürsel devletlerin  güç dengesi ve çöküşleri hakkında, karşımıza çıkan tablo şöyledir!. Denizlere hakim olan devletler, nüfuz, güç alanı ve hegemonya varlıklarını sürdürebilir bir konumda olmuştur!. Denizlerde ki hakimiyet ne zaman yavaşladı ise güç ve nüfuz dengesi, her daim tersine dönmüştür!. Osmanlı İmparatorluğunun yükselme, gelişme ve çöküş  dönemleri,  mezkur durumun  en güzel örnekleridir!. Osmanlı, denizlere hakim olduğu dönemlerde,  imparatorluk olarak her daim güçlü olmuştur!. Aksi durumda ise sorunlar, sıkıntılar yaşanmış ve geri çekilme ile birlikte çöküş de başlamıştır!.

Türk Devlet Aklı, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, Libya, Suriye ve Akdeniz konusu öne çıkarken, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı,  Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekâtları ile hem Suriye’nin kuzeyi sınırlarımızda kurulmaya çalışılan terör koridoru ve hem de İdlib’teki insani dramın önüne geçilmiştir! Libya, Akdeniz ve Afrika’nın sıklet merkezidir!.  Libya hem Akdeniz hem de Afrika’nın kapısıdır!. Libya’da ki meşru hükümet ile Türk Devleti arasında imzalanan MEB, askeri ve diğer anlaşmalar, bölgede ki gelişmelerin seyrini değiştirmiş, Doğu Akdeniz’de Türk Devletine karşı kurulan kirli tuzak, sinsi hesap ve planlar, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte,  bir bir bozulmuş, akamete uğramış ve uğramaya da halen devam etmektedir!.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihten gelen tecrübeler çerçevesinde, denizlere hakim olmadan ve özellikle de kendi hinterlandındaki denizlerde nüfuz etkisini artırmadan, ulusal güvenlik ve ulusal güvenliğinin olmaz ise olmazı ekonomi güvenliğini sağlaması mümkün değildir! Türk Devletinin Ulusal ve Ekonomi güvenliği, gönül coğrafyasında ki barış, huzur ve adalet bekleyen tüm mazlum bölgelerdedir! Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte Türk Devleti, 2023 – 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde ki Büyük ve Güçlü Türk Devleti için,  güvenlik ve bekasına matuf,  stratejik ve taktik, tüm  plan ve öngörüler zaviyesinden her türlü yatırım, hamle  ve girişimlerde bulunmaktadır!.  Tabii ki birilerinin de uykuları kaçmaktadır!.  Eski hali özleyenler, Türk Devletine efelenmeye başlamıştır!. Aksi halde, Anadolu coğrafyasını  Türklere dar edeler!. Aksi halde, Anadolu coğrafyasına bedeller ödemek sureti ile bin yıl önce geldiğimiz topraklara geri göndermek için bekleşen,  küresel ve  emperyalist güçler ve içimizdeki işbirlikçi ve sızıntı ekol temsilcilerine meydanı terk etmiş oluruz!. 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Savunma Sanayi Müsteşarlığı İcra Komitesi, 26 Aralık 2013 tarihinde, TCG Anadolu Amfibi Gemi Projesi kapsamında, geminin sahip olacağı konfigürasyonun belirlenmesi için yürütülen görüşmeler ve DzKK’nın talepleri doğrultusunda, F-35 B VTOL uçaklarını konuşlandırabilecek, 120’ eğime sahip kalkış rampası,  35 tona kadar iniş ve kalkış ağırlığına sahip, orta ve ağır sınıf helikopterler ile tilt ve rotorlu hava araçları, İHA’ların iniş ve kalkışına uygun olacak şekilde güncellenmesi ve üzerinde 6 spot iniş ve kalkış noktası uçuş güvertesinin baş tarafında yer alması kararlaştırılmıştır!

Amfibi harekâtların geçmişi, milattan önce 1200’lü yıllara kadar dayanmaktadır! 1. Dünya Savaşı sırasında, Gelibolu Muharebeleri ve 2. Dünya Savaşı’nın deniz, hava ve kara unsurlarının ortak katıldığı en büyük askeri harekât Normandiya Çıkarması ve TSK’nin deniz, kara ve hava unsurları ile 1974 yılında gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekâtını sayabiliriz! Amfibi harekâtı; Hazırlık ve Planlama, Yükleme ve Bindirme, Prova,  Deniz Geçiş ve Amfibi Hücum, Geri İntikal  ve Yeniden Teşkilatlanma, beş safhası bulunmaktadır!.

Amfibi; Kelime olarak; karada, havada ve suda yaşayabilen canlı manasına gelmekle beraber, askerî alanda karada, havada ve denizde hareket kabiliyetine sahip asker demektir!. Türk Amfibi Deniz Piyade Tugayı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının tek amfibi birliğidir.  Düşman ülkenin kıyı sahiline çıkartma yaparak kıyı şeridini ele geçirir ve geriden gelen birliklere hareket imkânı sağlar!. Kıbrıs Barış Harekâtında, Kıbrıs’a ayak basan ilk Türk askeri birliğidir!

TCG Anadolu Amfibi Gemisi; Ege, Karadeniz ve Akdeniz harekât alanlarında ve gerektiğinde Hint Okyanusu ile Atlantik Okyanusunda kullanılabilecektir!  LHD ile uyumlu olarak Taarruz Uçakları, Taarruz Helikopterleri, Çok Maksatlı Orta Yük Nakliye Helikopterleri, Havadan Erken İhbar Helikopterleri, Genel Maksat Helikopterleri, Gemiye Konuşlu İnsansız Hava Araçları da envantere kazandırılacaktır!  Ameliyathane, röntgen cihazları, diş tedavi üniteleri ile yoğun bakım ve enfeksiyon odaları dahil en az 30 yatak kapasitesine sahip bir revir ve hastaneye sahip olacak ve insani yardım operasyonlarında Hastane Gemisi olarak da görev yapabilecektir!

TCG Anadolu Amfibi;  Araç ve personel yükleyerek karaya taşıyabilmektedir!.  F-35’in B varyantı gibi kısa mesafe kalkış ve dikey iniş yapan muharip jet uçakları kullanılabilmektedir! Hizmete alındığında, Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığının envanterine girmiş en büyük muharip gemi unvanı TCG Anadolu Amfibi, hafif sınıf uçak gemisi gibi kullanılabilecek olmakla beraber,  sadece bir uçak gemisi değildir! Öncelikli görevleri; yaklaşık bir tabur büyüklüğündeki askeri birliğin, araçlarıyla birlikte operasyon bölgesine intikalini sağlamak ve gerek görüldüğü takdirde operasyonun komuta ve kontrolünü üstlenmek ve birlikleri karaya ayak bastıktan sonra da, hem muharip ve hem de lojistik olarak destekleyen, çok maksatlı bir hücum gemisidir!

TCG Anadolu Amfibi Harekatı;  Kuvvet aktarımı, düşman veya potansiyel düşman olarak görülen bir ülkenin kıyısına gemilerle taşınan ve çıkarma harekatı eğitimi almış, uygun araç, gereç ve silah ile donatılmış, deniz ve kara birliklerini çıkarmak için denizden başlatılan bir askeri operasyondur! Amfibi operasyon, geniş hava katılımı gerektirir ve farklı muharebe işlevleri için eğitilmiş, organize edilmiş ve donatılmış kuvvetlerin ortak hareketi ile yerine getirilir! Amfibi operasyonlar, sadece askeri amaçla değil, insani yardım için de yapılır!.  Amfibi operasyonlar, kritik görevleri yerine getirmek için yüksek riskli olduğu kadar, yüksek getirili çabaları da  içerebilir!. Amfibi operasyon; uçar birlik ve hava indirme gibi çeşitli harekatları kapsar!

Libya ve Sirte’nin Stratejik Önemi!..

2011 yılında, Libya Lideri Kaddafi’nin öldürülmesi ile bir türlü istikrar sağlanamayan ülkede, Türkiye ve Dünya gündeminin  üst sıralarında yer alıyor!. Neden?!  Bölge ülkeleri Suudi Arabistan’dan Mısır’a ve Avrupa ülkelerinden  Fransa ve  Rusya’ya kadar birçok ülke, Libya’daki gelişmeleri çok yakından takip etmekle kalmıyor, hem askeri ve hem de diplomatik olarak, bu ülkede nüfuz ve söz sahibi olmaya çalışıyor!.  Acaba neden?!

Sirte, Libya’nın Akdeniz kıyısında yer alan ve aynı zamanda Libya’nın Sirte belediyesinin merkezidir. Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin doğup büyüdüğü ve 20 Ekim 2011 tarihinde vurularak öldürüldüğü kenttir. Kaddafi neden Sirte’de öldürülmüştür?! Libya İç Savaşı’nda Trablus’un düşmesi ile Muammer Kaddafi, Sirte’yi 1 Eylül 2011’de Libya’nın yeni başkenti ilan etmiştir. 15 Eylül – 20 Ekim 2011 tarihleri arasında gerçekleşen Sirte Muharebesi sonucunda, Ulusal Geçiş Konseyi güçleri şehri almış, şehir muharebe sırasında neredeyse tamamen yıkılmıştır! 2007 yılı Ekim ayında, Sudan hükümeti ile Darfur’daki isyancı gruplar arasındaki ateşkes görüşmeleri de Sirte şehrinde yapılmıştır!

Libya Ulusal Mutabakat hükümet  ordusunun başkent Trablus, Terhune, Beni Velid ve diğer bölgeleri ülkenin doğusunda ki gayrimeşru güçlerin lideri Hafter’e bağlı milislerden temizledikten ve Sirte kenti geri alınamazken, Rusya tarafından, kent,  ” kırmızı çizgi ” olarak nitelendirilmesi, şehrin önemini ortaya koymaktadır!.  Rusya ve Sirte için  kırmızı çizgimiz diyor?! Neden acaba?!  Mısır’ın darbeci generali Sisi de “ Sirte bizim kırmızı çizgimizdir ” diyor!. Bak sen!.  Sisi, sana ne oluyor ki?!  Sisi ve benzerlerine sormak gerekir?! Kim ve ne  adına konuşuyorsunuz?! Ederiniz nedir?!  Peki neden? Senin gibi küresel ve emperyalist uşakları, bu bölgede kimse hatırlamıyor! Tarih, seni ve senin gibileri, hayırla yad etmeyecektir!.

Sirte şehri; Bingazi ile başkent Trablus’un ortasında yer alması ve tarihi olarak Trablus bölgesi ve Libya’nın batısı olarak kabul ediliyor. Sirte’nin stratejik önemi, Cufra Hava Üssü’nün kuzeyinde yer alması ve ikisi arasında dağlık olmayan, 300 kilometrelik açık bir alan bulunmasından kaynaklanıyor! 

Rusya,  Cufra’yı kuzey Afrika’da daimi bir üs olarak elinde tutmak istediği ve böylece Akdeniz’in güneyinde kendisine önemli bir dayanak noktası oluşturma arzusunda olduğu iddia ediliyor!.  Rusya, Cufra’yı Suriye’deki Hımeymim hava üssü gibi kullanmak istediği de ifade edilmektedir!.   Rusya, Sirte’nin Libya Ulusal Mutabakat hükümeti tarafından ele geçirilemeyeceğine emin olabilirse, bir deniz üssü daha kazanmış olacak. Aynı zamanda batı sınırlarına füze tehdidi oluşturan NATO’yu da güneyden kuşatacaktır!.  

Darbesi Hafter milisleri, Sirte’nin, Libya’nın petrol ihracatının % 60’ının yapıldığı Petrol Hilali, bölgesine gelecek herhangi bir saldırıya karşı, karakol kenti, işlevi görmesi sebebi ile kenti vermemek için sivil katliamlar dâhil her şeyi yapıyor!  Dolayısı ile söz konusu bölgenin Libya Ulusal Mutabakat hükumeti tarafından ele geçirilmesi, sadece ekonomik değil ve aynı zamanda siyasi bir zorunluluğa da işaret etmektedir!. Darbeci  Hafter milisleri, ya güç dengesi, ya da sonuç alınamayan müzakereler nedeni ile Sirte ve petrol limanlarını uzun süredir ellerinde bulundurmaktadır!.  Peki, buradan kimler ve hangi ülkeler ucuz yollardan petrol almaktadır?! Yoksa, beleşe petrol kapatanların sesi mi çok çıkmaktadır?! Ya da aynı ekip ve işbirlikçilerinin sinsi hesap ve kirli oyunlarını, Libya halkının hakları, barış ve huzuru adına, Türk Devletinin küresel tuzakları bozan ve oyun kuran, Kadim  Devlet Aklı devrede midir?! Neden olmasın?!

Avrupa’nın güney kapısı konumunda  ve zengin petrol kaynakları ile öne çıkan Libya, özellikle Doğu Akdeniz deki gelişmelerle birlikte kilit ülke haline gelmiştir!. Libya’da neler oluyor? Kim, kimle savaşıyor? Libya’da kim kiminle savaşıyor; Türk Devleti bu ülkeye neden asker gönderiyor?  BM tarafından desteklenen ve kabul gören Libya Ulusal Mutabakat hükumeti ile Türk Devleti, MEB ve askeri anlaşmaları neden yapıyor? Libya ve Akdeniz, Türk Devletinin varlık ve beka meselesidir! Türk Devletinin ulusal güvenliği, Akdeniz ve Libya’dan başlamaktadır! Peki, Libya ve Akdeniz’de neler Oluyor? Türk Devleti ve Libya halkının, tarih, kültür  sosyal, coğrafya ve  gönül bağları vardır!.  Kadim Türk Devlet Aklı,  Libya ve diğer bölgelerde ki  tarihi ve gönül bağlarını bir daha kopmamak üzere yeniden kuruyor, küresel ve emperyalist güçler ve içerideki işbirlikçi ve sızıntı ekol temsilcileri mahareti ile engelleme operasyonlarına rağmen; Anadolu ve hinterlandında ki bin yıllık varlık, beka ve bölgenin barış, huzur ve selameti adına  sağlama almaktadır!.

Tarih, Türkleri, Her Bölgeden Çağırıyor!.

Eskiler, su uyur, düşman uyumaz, derler!. Su nedir?! Düşman kimdir?!  Su neyi temsil etmektedir?! Düşman uyumadığına göre, su, ne yapacaktır?! Eli kolu bağlı, başına gelecekleri  bekleyecek midir?!  Böyle bir dünya veya düzen olamayacağına göre!. Peki, düşman denilen kavram ve muhatap, sadece karşımızda ve belli midir?!  Yani, düşman denilen taraf, ayan beyan seçilmekte midir?! Tabii ki hayır!.

Ya, içimizde ki düşman ve bizden görünümlü küresel işbirlikçi ve emperyalist ekol temsilcilerini nereye koyacağız?!  Uluslararası arena ve yerelde ki; küresel ve emperyalist işbirlikçi ve sızıntı ekol temsilcileri; sistem dışına atıldıkları  ve yeni sistemde yer bulamadıkları için akordu bozuk alet gibi  sesleri çok çıkmaktadır!.

Dünyada, korona virüs ile birlikte, yeni bir düzen kurulmakta olduğunu ve yeni düzenin de artık tek kutuplu veya soğuk savaş döneminde olduğu gibi iki kutuplu olması, bugün için sürdürülebilir değildir! Dünya, eski dünya değildir! Yeni kurulacak sistem ve düzen, çok kutuplu olmak zorundadır!. Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, yeni kurulacak düzenin başat aktörü ve kutup başı olacaktır!  Pandemi sürecinde bir kez daha şahit olduk ve tescil edilmiştir!. Birileri kabul etmese de!.

Su, yolunu bulmuştur!. Su, kendi dere yatağında akmaya devam edecektir!. ÖNÜNE GEÇMEK VEYA YÖNÜNÜ DEĞİŞTİRMEK İSTEYENLER İSE  KESİNLİKLE BU DEFA SUDA BOĞULACAKTIR!. BİZDEN HATIRLATMASI!. BEKA YOLUNDA DEVLET OLARAK  BAŞKACA BİR TERCİHİMİZ YOKTUR!.

Beş bin yıllık kadim devlet geleneği olan Türkler, altı yüz yıl, yirmi dört milyon kilometre karelik gönül coğrafyasında, barış ve huzuru temin ederken, bulunduğu her bir yere, Adalet dağıtan,  Hakikat temsilcisi ve mazlum milletlerin de, hamisi ve hadimi olmuştur! Birileri gibi yok etmek ve sömürmek için gitmemiştir!. Gittiği her bir  bölgeyi medeniyet mefkuresi gereği, madden inşa ve manen ihya etmiştir!.  Bin yıllık  eserler, yok edilmek ve yıkım saldırılarına rağmen, vakur bir şekilde, her bir bölgede dik bir şekilde ayakta durmaktadır!.

Neymiş efendim! Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Somali’de, Suriye’de, Libya’da, Kıbrıs’ta ve daha adını sayamadığımız, tarih, sosyal, kültür aklı ve  tüm mazlum coğrafyalarda ne işi varmış?! Türkler, zaten bin yıldır bu bölgelerdedir! Siz kimsiniz?! Nereden gelmiştiniz?! On binlerce kilometre ötelerden bu bölgelerde ne işiniz vardır?! Peki, tüm bu aykırı sözleri  kim veya kimler seslendiriyor?! Düşman olarak, ifade ettiğimiz küresel ve emperyalist güçler! Ya içerideki işbirlikçi hain ve ekol temsilcilerine neler oluyor?! Fitne çıkarmayın ve bozgunculuk yapmayın,  dediğimiz vakit ise, biz ıslah edici ve düzelticiyiz, derler!.  Hem de ne düzelticiler!. Ağababaları ile birlikte, her zaman olduğu gibi bugün de, koro halinde aynı nakaratı gür bir seda ile  tekrar ediyorlar?! Bu defa; Başaramayacaklar ve  Engel olamayacaklar!.

Bosna Hersek’te, 2009 tarihinde, kış şartlarında ki görevi esnasında; Barış Gücü’ndeki Türk askeri, oradaki mağdur ve ihtiyaç sahiplerinin hallerini tespit için bilgi topluyor ve merkeze bildiriyor! Türkiye’den gelen paketler, ihtiyaç sahibi adreslere bir bir dağıtılıyor! Köyde erzaklar dağıtılınca, Bosnalı bir yetkili, köyün uzağında, dağın tepesinde, yaşlı bir teyze vardı, oraya çıkmak çok  zor olur diye, bir onu size bildirmedik, diyor!

Asil Türk askeri, verin adresi, biz götürelim, diyor!. Bir binbaşı ve iki yüzbaşı asil Türk subayı, sırtlarına aldıkları yükü, dağdaki yaşlı bir teyzenin evine götürüyor. kapıyı açan yaşlı teyze, Türk müsünüz evladım, der! Evet teyze, TÜRK’ÜZ DEYİNCE; GELECEĞİNİZİ BİLİYORDUM, YAVRUM, der!. Böyle daha nice yaşanmış ve duyulmamış hikayeler vardır!. tabii ki; anlayana ve anlamak isteyene!. Sonsuz kudret sahibi yüce Allah; kimseyi, yanlışı savunacak kadar cahil ve doğruyu inkar edecek kadar da nankör yapmasın!

Azerbaycan İstiklal şairi Ahmed Cevad Ahundzade;  Çırpınırdı Karadeniz şiirinde; Bakıp Türk’ün bayrağına, Selâm Türk’ün bayrağına, Hayran Türk’ün bayrağına, VEFALI TÜRK geldi yine, Kurban Türk’ün bayrağına ve Yol ver Türk’ün bayrağına, diyor!. Neden acaba?!. Şair, Türk Devletinin duruşu ve sergilemiş olduğu medeniyet yürüyüşünü, anlamak istemeyen, idrak ve izan yoksunlarına ne demek istiyor?!

Türk Devletini; Tarih, kültür, coğrafya ve gönül aklı olan tüm bölgelerde ki mazlum milletler, Türk ve Türk’ün Bayrağını saygı ve hürmetle beklemektedir!. Duymamak, görmemek ve gitmemek,  insani ve tarihi büyük bir sorumluluk ve vebaldir!.

KADİM TÜRK DEVLET AKLI VE TÜRK DEVLETİ KARARLI BİR ŞEKİLDE, GÖRMEYELİM, DUYMAYALIM VE GİTMEYELİM DİYEN, TÜM ENGELLEME VE KARALAMA KAMPANYASINDA BULUNAN KÜRESEL İŞBİRLİKÇİ VE EMPERYALİST SIZINTI EKOL TEMSİLCİLERİNE RAĞMEN, KIZIL ELMA ÜLKÜSÜ ÇERÇEVESİNDE Kİ BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE HEDEFLERİNE, TARİH VE COĞRAFYANIN SORUMLULUĞUNU DUYMAYA VE GÖRMEYE, EN ÜCRA KÖŞELERE KADAR GİTMEYE VE YARALARI SARMAYA, GÖNÜLLERİ DE İHYA ETMEYE DEVAM EDECEKTİR!.

Bir Başkent Daima Başkenttir!

Konya, 1097 yılında, Haçlı Seferleri sonrasında, İznik’in kaybedilmesinin ardından başşehir yapılmıştır! 1097 yılının Haziran ayı sonunda, Selçuklular Konya’ya gelmiş ve Cuma günü okunan hutbe ile Konya, Türkiye Selçuklu Devletinin başşehri meşruiyet kazanmıştır!. Konya, bu tarihten sonra iki yüz yılı aşkın bir süre Türkiye Selçuklu Devletinin başşehri olarak devam etmiştir!  

Konya Büyük Şehir Belediyesi tarafından, geçtiğimiz Cuma günü akşam saatlerinde; Konya’nın Türkiye Selçuklu Devletinin Başşehir oluşunun 923. yılı; Türkiye Selçuklu Sultanlarına Saygı Nöbeti, Selçuklu Gülbank Duası, Hatim duası,  Selçuklu Nevbet Merasimi ve protokol konuşmaları eşliğinde, Alaaddin Tepesi, Alaaddin Cami ve Selçuklu Sultan mezarlarının olduğu bölgede, Selçuklu Payitahtı Konya temalı anma programı tertip edilmiştir!.  Öncelikle programda emeği geçen ve arkasında ki, Selçuklu, Osmanlı ve Anadolu Türk Devlet kodlarının şahlanışı ve tüm Anadolu gönül coğrafyasında ki mezkur kodların 2023 – 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda yeniden neşv-ü nema bulmasına vesile olan ve olacak, ulusal ve yerelde ki;  Kadim Türk Devlet Aklı temsilci ve aktörlerine şükranlarımı sunarım!

Konya Büyük Şehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Selçuklu Payitahtı Konya temalı programda ki konuşmasında;  1097 yılı Haziran sonlarında Konyayı başşehir ilan ederek diriliş mücadelesini başlatan ecdadımıza çok şey borçlu olduğumuzu ve Konya’nın başşehirlik vasfını yaşayan, yaşatan ve yansıtan bir şehir olduğunu,  vurguladı!.    

Türkler çeşitli sebeplerden ötürü ana vatanları Orta Asya’dan göç etmek zorunda kalmış ve yeni bir vatan aramaya, çevre bölgelere  ve özellikle  de Anadolu’ya akınlar düzenlemeye başlamıştır!. Anadolu’ya ilk akınlar 1015 – 1018 yılları arasında gerçekleşmiştir. Selçukluların bağımsız olması ile çevre bölgelere yapılan akınlar daha sistemli hale gelmiş ve sonucunda Anadolu’nun uygun bir bölge olduğu anlaşılmıştır. Anadolu hakimiyeti için Büyük Selçuklular ile Anadoluyu elinde bulunduran Bizans İmparatorluğu arasında ki ilk savaş, 1048 yılında ki  Pasinler Muharebesi,  Selçuklu zaferi ile noktalanmıştır!.

Büyük Selçuklu Sultanı Alp Aslan, Bizans İmparatorunun büyük bir ordu ile Doğu Anadolu’ya geldiğini öğrenince, bu orduyu karşılamak için aynı bölgeye ordusu ile ilerlemiştir. İki ordu 26 Ağustos 1071 tarihinde Malazgirt’te karşılaşmış ve Malazgirt Meydan Muharebesi, Selçuklu zaferi ile sonuçlanmıştır. Bu zafer ile; İran, Azerbaycan ve Horasan gibi bölgelerde bulunan Türkler, kitleler halinde Anadolu’ya göç etmeye başlamıştır. Selçuklu hanedanından Kutalmış oğlu Süleyman Şah, Marmara Bölgesinde ki askeri faaliyetleri sonunda İznik’i alarak, Anadolu Selçuklu Devletini 1075 yılında kurmuştur.  İznik, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir dini merkezdir! 1. Haçlı Seferi başlarında, İznik’in düşmesi üzerine, Selçuklu Devleti, Anadolu içlerine çekilmiş ve Konya başkent olarak seçilmiştir!.

Anadolu veya Türkiye Selçuklu Devleti, Selçuklulardan Kutalmış oğlu Süleyman Şah tarafından Anadolu’da, 1075 yılında kurulmuş, İmam Maturidi ve Ahmet Yesevi, Türk İslam geleneğine mensup, bir İslam devletidir!. Anadolu veya Türkiye  Selçuklu Devlet tarihi; kuruluş dönemi, Kutalmış oğlu Süleyman Şahın İznik’i aldığı, devleti kurduğu 1075 yılından, III. Kılıç Aslan 1204 – 1205 yılına kadar, yükseliş dönemi!.  Gıyaseddin Keyhüsrev’in ikinci saltanat yılı 1205 yılından I. Alaaddin Keykubat’ın ölümü 1237 yılına kadar çöküş dönemi!.  1237’den, II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahta geçişinden Moğol işgalinin yıkıcı baskısı altında 1308 yılına kadar üç dönem olarak değerlendirilir.

Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi ve ailesi, Anadolu  veya Türkiye Selçuklu Devletinde ki saray entrikaları ve beyler arasında ki taht kavgalarının zirveye tırmandığı, devletin çöküş ve zayıflamanın başladığı bir dönemde; Suriye’nin başkenti Şam’dan Anadolu’ya geçtikten sonra, önce Erzincan ve  ardından Karaman’da konaklamıştır!. Yedi yıl Karaman’da kalan Hz. Mevlana’nın babası Muhammed Bahaeddin Veled, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın, daveti üzerine, 1228 yılında Konya’ya göç etmiştir!  Neden acaba?! Anadolu’da, Direniş ve Diriliş meşalesini  yeniden yakmak ve  Anadolu’da, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü için olabilir mi?! Peki, bugün, yeni kurulan tüm siyasi partilerin teşkilatlanmaları ve il başkan atamalarını  öncelikle ve özellikle Konya olarak seçmeleri, öylesine ve sıradan gelişmeler midir?! Tabi ki hayır!.

Konya Büyük Şehir Belediyesi tarafından tertip edilen, Selçuklu Payitahtı Konya temalı törende ki; görsel, işaret, flame, göstergeler ve muhataplarına, Kadim Türk Devlet Aklının mesajlarını, Yüce Allah’ın Kutsal Kitabımızda ki ayetleri anlamaya, anlamlandırmaya, düşünmeye ve tefekküre  teşvik etti! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Maide suresi 81 – 82 ve 83 ayetlerinde; Kuşku yok ki iman edenlerin, insanlar içinde en amansız düşmanların, Yahudiler ve şirk koşanlar olduğunu göreceksin! Yine, onlar arasında iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanların da, Biz Hıristiyanız diyenler olduğunu göreceksin! Çünkü bunların içinde insaflı keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar! Peygamber’e indirileni dinledikleri zaman hakikate dair bilgileri bulunduğundan dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Rabbimiz; İman ettik, bizi hakka şahitlik edenlerle beraber yaz!  Bütün emelimiz rabbimizin bizi erdemliler topluluğuna dahil etmesi olduğuna göre, Allah’a ve bize gelen gerçeğe niçin iman etmeyelim, derler!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, pandemi sürecinde yüz ülkeye yardım elini uzatırken, yardım paketlerinin üzerinde ki; Hz. Mevlana’nın; Ümitsizliğin ardında nice ümitler var. Karanlığın ardında nice güneşler var,  sözü ve Türkiye’den hangi ülkeye yardım gidiyor ise o ülke halkına Sevgiler ve Selamlar,  ifade ve vurgularının, Anadolu, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Afrika’nın İslam ile buluşmasında büyük emeği olan Direniş – Diriliş Erleri ve   tarih, kültür, sosyal, coğrafya, gönül ve devlet aklı olan tüm bölgelerde ki tüm uyuyan – uyutulan  hücreler, kapılar ve gönül kapılarının, Büyük ve Güçlü Türk Devleti  ve bölgenin barış, huzur ve selameti adına, bir bir açılmakta, olduğunu düşünüyorum!.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir eserinde; Bir başkent daima başkenttir. Ne kadar susturulursa susturulsun yine konuşur, buyurmaktadır!.  

Selçuk Üniversitesi Rektörü Hayırlı Olsun!.

Öncelikle, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından, Selçuk Üniversitesi rektörlüğüne ataması tensip görülen, Prof. Dr. Metin Aksoy hocamıza, akademik ve idari kadroya yeni görevlerinin hayırlı olmasını ve başarılar dilerim. Rektörlük atama sürecinde,  emeği geçen, gayret ve mücadele eden, tüm siyasi aktör, şehirde ki dinamik ve denge gruplarına, burada göstermiş oldukları üstün başarıyı, şehrin ali menfaati yatırım ve diğer  hizmetler için de sergilemelerini, acizane kamu görevi icra eden bir  gazeteci olarak rica ve talep ediyorum!.

Dünyada yeni sistem, düzen kurulma ve soğuk savaş benzeri bir  dengenin de tam olarak sağlanma sürecine girinceye kadar, hayatımızın gerçeği pandemi, yeni pandemiler  ve pandemi kuralları ile yaşamayı öğrenmeliyiz!. Pandemi sürecinde, kurtuluş savaşında yediden yetmişe vatan evlatlarının cepheye koştuğu gibi, hor görülen ve yok sayılan meslek liselerinin,  idareci, öğretmen ve öğrencilerin  devlet ve millet adına neler başardıklarını şahit olduk!. Her bireye ayrı ayrı teşekkür ederim!.

Bir kamu kurumunda ki üst düzey  dost  ağabey ile  mezkur konuda sohbet ederken, ilçesinde ki bir meslek lisesinin, pandemi sürecinde ve halen ilçenin tüm kamu kurumları ve hastanelerin ihtiyacı olan maskeyi üretmeye devam etmekte olduğunu vurguladı!. Peki, ülkemizde ki,  üniversite rektörü ve yönetimi, mühendislik fakülteleri ve meslek yüksek okullarında ki akademisyen, idareci çalışan ve öğrenciler,  pandemi sürecinde  neler yapmıştır?! Kocaman bir hiç!  Sadece izleyici locasında beklemişlerdir!.

Üniversite, gerçekleri arayan, bilim üreten ve bilim yayan, en üst düzeyde araştırma, geliştirme ve eğitimin yapıldığı, içerisinde fakülte, yüksek okul, enstitü ve araştırma merkezlerini barındıran, ödüllendirme, derecelendirme ve diploma verme yetkisine sahip kurumlardır!

Üniversite, ne fonksiyonel ve ne de fiziksel olarak çağın gerisinde kalamaz! Üniversiteler, topluma  yön verir ve toplumda itici  güç rolünü üstlenir!.  Bilgi ve teknolojide yaşanan gelişmeler, üniversite ve üniversite yönetimlerini de değişim ve değişmeye tabii ki zorlar!.

Üniversite, günlük siyasetin dışında, özerk yapısı ve politika üstü kurumlar olarak kalmalıdır! Bilim ve teknolojide gelişmiş dünya üniversiteleri,  üst düzey araştırmaların yapıldığı ve evrensel anlamda, dünyanın her alanda ihtiyacı olan mesleki bilgilerin teorik ve pratik anlamda öğretildiği ve üretildiği yerlerdir!.

Üniversite, bilim insanı akademisyenlerin ne dinleri,  ne ırkları,  ne de yaşam tarzları ile ilgilenir! Fakat, her türlü düşüncenin hür ve bağımsız olarak, kimseden çekinmeden ve korkmadan savunulduğu ve tartışıldığı yerlerdir!. Akademisyenler, idareye yakın ya da idarenin adamı kaygıları ile  ve idarenin çevresindeki ehliyetsiz ve kifayetsiz, çapsız  muhterisler tarafından mobbing ve  engellenmeye muhatap olmamalıdır!.

Üniversite, yeterli bilimsel ve saha çalışması yapılmaz,  bilimsel makale yayınlanmaz, ulusal ve uluslar arası ölçekte patent alınmaz, piyasada aranan ve  başarılı öğrenciler mezun olmaz ise, ülkesi ve bulunduğu şehre  ekonomik katkısı  da olamaz!. İletişimde ki kural; reklam ve halkla ilişkiler adına program, çalışma ve masraf yaparsınız; sonuç, nedir! Yani, Eeeee ne oldu?! Marka değeri, marka bilinirliği, marka itibarı, ürün fiyatı ve ürün satışında bir değişim ve gelişme olmuyor ise, yapılan tüm çalışmalar ve harcamalar sadece çöpten ibarettir!.

Üniversite yatay değil, dikey büyüme stratejisine uygun çalışmalar yapılmalıdır!. Üniversite kaynakları yeni ve atıl binalar için değil, piyasada aranan, başarılı ve nitelikli öğrenci, kendini geliştiren akademisyen ve idari kadro için kullanılmalıdır!  Üniversitenin marka değeri ve marka itibarına katkı sağlayacak, reel sektörde üniversitenin ismi ile aranan nitelikli ve başarılı öğrenciler yetiştirebilmek için araştırma ve  geliştirme çalışmalarına önem verilmelidir!.

Üniversite, akademik dünyada başarılı hocaları takdir etmek, ödüllendirmek ve gelişime önem verilmediği, idare ve idareye yakın adamı olmadığı kaygıları ile küstürülen kurumlarda, dedikodu  hastalığı boşluğu dolduracaktır!.  Üniversitenin ismi ile müsemma olabilmesi, şehrine ve ülkesine, bilimsel ve ekonomik katkı sağlaması, idarenin çevresinde ki, ehliyetsiz ve liyakatsiz, çapsız muhteris ve dedikodudan başkaca hiçbir şey üretemeyen ve kifayetsiz kişi ve akademisyenlerden ivedi bir şekilde arındırılmalıdır!

Rektör, üniversitenin lideridir! Dinamik, aktif, inovatif, pro-aktif, atılgan, girişimci, modern yönetim tekniklerine hakim, iletişim ve iletişim krizlerini de  yönetebilen, kendisi ve çevresi ile barışık  ise üniversite yönetimi de kurumsal olarak aynı özellikleri taşıyıp başarılı olacaktır!. Rektör, çalışır ve gayret ederse,  üniversite yönetimi, akademisyenler ve tüm personel çalışacak ve üniversite ile birlikte rektör de başarılı sayılacaktır!.

Özel sektörde bir genel müdür, şirketin marka değeri ve marka itibarını yükseltir, şirketin sürdürülebilir büyümesini sağlayabilir, karlılık, ciro, üretim, satış,  kalite ve verimliliği arttırabilir, maliyetleri düşürebilir, çalışan ve müşteri memnuniyetini de artırabiliyorsa, şirket sahibi ve yönetim, böyle bir genel müdürü şirketin başında tutmak için genel müdüre her türlü kolaylığı sağlayacaktır!. Peki, ülkemizde ki üniversitelerde durum nedir?!

Dünyada ve bölgesinde büyük ve güçlü Türkiye olabilmek için, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın  sürekli olarak vurguladığı,  yakın olan aydınlık günleri görebilmek adına, Üniversite Sanayi işbirliği stratejik çalışması ivedilikle  sağlanmalıdır!. Sözde ve masada kalmamalıdır! İyi niyetle başlatılan üniversite sanayi işbirliği projeleri, taraflardan birinin çok bilmişliği veya ekabir davranışlar sergilemesi sebebi ile devlet ve millet adına akamete uğramasına izin verilmemelidir!

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikalar Kurulu, Cumhurbaşkanı  Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a sunmuş oldukları, Yüksek Öğretim Reform Politika Belgesinde;  Rektör ve yönetim, toplum ile üniversite arasında köprüler kurabilecek kişiler olmalıdır!. Yüksek Öğretimde çeşitlenen öğrenci profiline uygun, talepleri karşılayabilecek, sosyal ve ekonomik gelişime katkı sağlayabilecek, piyasaların çeşitlenen iş gücüne cevap verebilecek, istihdamı arttırabilecek ve artan rekabete uyum sağlayabilecek bir üniversite, üniversite rektörü, üniversite yönetimi ve akademisyenler hedef olmalı, diyor!

Selçuk Üniversitesine; TOPLUM ile Üniversite Arasında Köprüler Kurabilecek; bir Akademisyen REKTÖR Atanmalı!.

Üniversite kavramı, Latince; bütün, hep, hepsi ve Fransızca;  toplum bütününe açık ve tüm bilgilerin öğretildiği kurum, olarak dilimize geçmiştir!. Osmanlıca külliye; küll, bütün, genel ve Arapça cami;  toplayan ve içeren ile anlam benzerliği vardır!

Üniversiteler, gerçekleri arayan, bilim üreten ve bilim yayan, en üst düzeyde araştırma ve eğitimin yapıldığı, içerisinde fakülte, yüksek okul, enstitü ve araştırma merkezlerini barındıran, ödüllendirme, derecelendirme ve diploma verme yetkisine sahip kurumlardır!

Üniversiteler, 2547 sayılı kanuna göre: Milli eğitim sistemi içinde, orta öğretime dayalı, en az dört yarıyılı kapsayan her kademedeki eğitim ve öğretimin tümüdür.  Bilimsel özerklik ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapan yüksek öğretim kurumudur!.

Üniversiteler,  ne fonksiyonel ve ne de fiziksel olarak çağın gerisinde kalamaz! Üniversiteler, topluma  yön verir ve toplumda itici  güç rolünü üstlenir!.  Bilgi ve teknolojide yaşanan gelişmeler, üniversite ve üniversite yönetimlerini de değişim ve değişmeye zorlar!.

Eski alışkanlıklar ile üniversite yönetilemez!. Üniversite yönetim ve yapıları çağın gereksinimlerini karşılamak zorundadır! Aksi halde,  akademisyenler ve eğitim olarak, sadece yüksek  lise düzeyinde  kalırsınız!.

Yasa, kanun ve yönetmelikler çerçevesinde, ÜNİVERSİTE REKTÖRÜ; görev, yetki ve sorumluluklarını, kabaca şu şekilde izah edebiliriz! Üniversite kurullarına başkanlık etmek! Yüksek Öğretim üst kuruluşların kararlarını uygulamak! Üniversite kurulların önerilerini incelemek,  karara bağlamak ve üniversiteye bağlı kuruluşlar arasında düzenli çalışmayı sağlamak! Üniversitenin yatırım programları, bütçe ve kadro ihtiyaçlarını, bağlı birimler ve üniversite yönetim kurulu ile senatonun görüş ve önerilerini aldıktan sonra, Yüksek Öğretim Kuruluna sunmak!

Gerekli gördüğü hallerde üniversitede ki kuruluş ve birimlerde görevli öğretim elemanları ve diğer personelin görev yerlerini değiştirmek veya yeni görevler vermek! Üniversite birimleri ve her düzeyde ki personele, kontrol, gözetim ve denetim görevini sürdürmek!  Kanun ve yönetmeliklerle kendisine verilen diğer görevleri de yapmaktır!.

REKTÖR, mezkur görev ve sorumluluklarına ilaveten; üniversite ve bağlı birimlerin öğretim kapasitesini rasyonel bir şekilde kullanılması ve geliştirilmesi, öğrencilere gerekli sosyal hizmetlerin sağlanması ve gerektiği zaman güvenlik önlemlerinin alınması!.

Eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma ve yayın faaliyetlerinin devlet kalkınma planı, ilke ve hedefler doğrultusunda, planlanıp yürütülmesi!. Bilimsel, idari gözetim ve denetim yapılması ve bu görevlerin alt birimlere aktarılması, takip ve kontrol edilmesi ve sonuçların alınmasında,  yasalara karşı birinci derecede yetkili ve sorumlu kişidir!.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikalar Kurulu, Cumhurbaşkanı  Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a sunmuş oldukları, Yüksek Öğretim Reform Politika Belgesinde;  ‘tematik’, ‘sınırlı alanda uzmanlaşmış’ ya da ‘çok yönlü üniversite’ olmak üzere yeni üç tip üniversite modeline yer vermektedir!.  Devlet üniversitelerinde üniversite konseyleri oluşturulacak!.

Üst yönetim, konsey ile rektörden oluşacak, konsey üniversiteye destek olan, hizmet eden, toplum ile üniversite arasında köprü kurabilecek kişiler arasından atanacak!.

Rektör dahil tüm atamalarda üniversitelerin misyon ve hedeflerine uygun olarak yürütülmesi için paydaş görüşlerinin alınması, temel prensiplerden biri olacak!.

Yüksek Öğretimde çeşitlenen öğrenci profiline uygun talepleri karşılayabilecek, sosyal ve ekonomik gelişime katkı sağlayabilecek, piyasaların çeşitlenen iş gücüne cevap verebilecek, istihdamı arttırabilecek ve artan rekabete uyum sağlayabilecek bir üniversite hedef olacak, diyor!

Peki, Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikalar Kurulunun, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a sunmuş oldukları, Yüksek Öğretim Reform politika belgesinde, üç tip üniversite modeli ve özellikle de tematik üniversite ve alanda uzmanlaşmış üniversite teklifi çerçevesinde, soralım!

Tematik üniversite  yönünde  kurulan üniversiteler, rektör ve yönetimin çapsız ve ufuksuzluğu  çerçevesinde ne hallere gelmiştir?! Tematik üniversite olarak köklü üniversiteden ayrılan tematik bölüm ve fakülteler eski üniversitelerde  tekrardan neden açılmaya çalışılır?! Tematik üniversiteler, yereldeki güç grupları ve siyasetin baskıları sonucunda  tematik olmaktan neden çıkarılmaya çalışılır?! Hedef nedir?!

Üniversite rektör ve yönetimi, sosyal ve ekonomik gelişime katkı sağlayabilecek ve piyasada ki çeşitlenen iş gücüne cevap verebilecek bir plan, bir  strateji ve hedefleri var mıdır?! Hiç sanmıyorum!.

Üniversite rektör ve yönetimi, istihdamı artırabilecek ve artan rekabete uyum sağlayabilecek mezun  öğrenciler yetiştirebilmek  gibi bir dertleri var mıdır?!  Bu da nereden çıktı?! Şöyle, fil dişi kule odalarımızda ne güzel  dedikodu yapıyor ve kahvemizi yudumluyorduk!.

Üniversite rektör ve yönetimi, fakülte dekan ve yönetimi, mezun öğrencilerin hangi alanda  ve nerelerde çalıştıkları konusunda  bilgi ya da böyle bir kaygıları  var mıdır?! Ya da mezun  öğrenciler alan dışında neden çalışmaktadır?! 

Şimdi, yukarıdaki sorun, sıkıntı ve Yüksek Öğretim Reform Politika belgesinde ki öneri, hedefler ve 2023 – 2053 ve 2071 vizyon çerçevesinde, sorumuzu özele indirgemek sureti ile tekrardan soralım! Türkiye’nin ilk on beş üniversitesi arasında, 1975 yılında  devlet üniversitesi olarak kurulan, yetmiş bine yakın öğrencisi, beş bin öğretim görevlisi ve bir o kadar idari personeli, neredeyse küçük bir  il konumunda ki ve  KONYA gibi FARKLI DİNAMİK VE DENGELERİ  olan KADİM ŞEHİRDEKİ TOPLUM, SİVİL TOPLUM VE SANAYİ  ile  ÜNİVERSİTE ARASINDA KÖPRÜLER  KURABİLECEK,  KONYA MERKEZ ilçe BELEDİYELERİNİN İKİ – ÜÇ KATI ve   KONYA BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİNİN BÜTÇESİ kadar bir MALİ TABLOSU BULUNAN, ülke ve şehrimizin  en köklü eğitim kurumu SELÇUK ÜNİVERSİTESİNE NASIL BİR REKTÖR veya KİM ATANMALIDIR?!  Bir gazeteci ve iletişim uzmanı olarak soruyorum!.

Dünya’ya Reset mi atılıyor, yoksa UpGrade mi?!.

Korona virüs ve sonrası, dünyada ve yerel ölçekte her şey değişecektir!. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır!. Değişimin ne ve nasıl olacağını  idrak edemeyen  izan yoksunlarına bu durumu nasıl izah edebilirsiniz?! Sosyal, kültürel, ekonomik ve siyaseten çok  büyük değişimlere şahit olacağız!. 

Tarihsel süreçte dünyada ki her değişim tabii ki zor,  zorlu   ve sıkıntılı olmuştur!. Milyonlarca insan ölmüş, bir o kadarı yaralanmış, şehirler  ve ülkeler  tarumar edilmiştir!.  Tabii ki birileri ölür ve yaralanır, ülkeler de tarumar olur ve yıkılırken, elbette ki  birileri de çok kazanmıştır!. İşte tam da  kavga buradan kaynaklanmaktadır!.

Değişime direnenler elbette ki olacaktır!. Dünya ve yerelde ki değişim ve dönüşüm nasıl olacaktır?! Değişim ve dönüşüm de kimler saf dışı kalacaktır?! Kim veya kimler yeni sisteme  dahil olacaktır?!  Yeni  sistemde ki aktör ve figüranlar  ise  ehlince malumdur!.

Bazı araştırmacı ve stratejistler, korona virüs  sonrasında, virüsün arkasında ki  üst  veya şeytani aklın, dünya insanlığını evlere hapis etmesi ile birlikte, her şeye reset atıldığı  ya da update edildiğini ifade etmektedir!. Dünya ve insanlığa  reset mi atılıyor?! Ya da update mi yaşanıyor?!  Yoksa game over ile birlikte upgrade  süreci mi başlamıştır?!  Bilemiyorum!. Dedik ya; ehline malumdur!.

Reset, ayarlamak ve yeniden düzene koymak anlamına gelir! Peki, korona virüs ile dünya insanlığı evlerine hapis edildiğinde, yaşadığımız bir reset ya da update işlemi midir?! Yoksa, birileri adına game over ( oyun bitmiş ) algısı, olgu olarak yaşanırken, yeni bir upgrade ( versiyon  yenilenmesi ve vites yükseltme ) mi yaşanmaktadır?! Upgrade sürecinin  kutup başı ve başrol devletleri hangisidir?!

11 Mart 2020 tarihinde, ülkemizde korona virüs vakasının tespit edilmesi ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’a Cumhurbaşkanlığı Huber çalışma köşküne taşınmıştır! Korona virüs sürecini sağlıklı bir şekilde buradan yönetmiştir! Korona virüs sonrasındaki değişim, dönüşüm ve yeni sisteme yönelik Upgrade görüşme, anlaşma ve bağlantılar buradan yürütülmüştür!. Peki, neden İstanbul?! Dünyanın her dönemde KALBİ olduğu için olabilir mi?!

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip  Erdoğan, yetmiş beş gün sonra, Cumhurbaşkanlığı  İstanbul Huber çalışma ofisinden Ankara Cumhurbaşkanlığı Külliyesine gelmiştir!. Akabinde, TBMM’de bekçi kanunu görüşmeleri, bazı milletvekillerinin vekilliğinin düşürülmesi, Ayasofya’nın tekrardan cami olarak açılmasının gündeme gelmesi ve bazı gazetecilerin tutuklanması ile birlikte ülkemizde tansiyon bir anda yükselmiş ve ortam gerilmiştir! Acaba neden?!  Peki, neler olmaktadır?! Ya da nelerin olacağının göstergeleridir!.  Bilemiyorum!.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli; İstanbul’un 567. fetih kutlamaları muhtevasında, 29 Mayıs 2020 tarihinde, Ayasofya Cami’nde okunan Fetih Suresi ile birlikte, rahatsızlanan iç ve dış odaklar, bir kez daha mevzi alarak nifak seferberliği başlatmıştır! MHP’nin görüşü çok nettir. Ayasofya Cami Müslüman gönüllerle buluşmalı ve kapısı ibadete mutlaka açılmalıdır. Kimin ne söylediğinin bir önemi yoktur. Önemli olan milletin ne dediği, ecdadın ne istediği ve Allah’ın neyi emrettiğidir. Gerisi fuzuli laf kalabalığıdır, söz ve vurgularının, korona virüs sonrasında ki, game over ve upgrade sürecinin, dünyada ki dönüşüm  ile birlikte, özellikle de dini zaviyeden yaşanacak değişime işaret etmekte olduğunu düşünüyorum!. Peki; 15 Temmuz 2020 tarihinde ki  Demokrasi ve Milli Birlik kutlama gününde, Ayasofya Cami olarak Müslüman gönüller ile buluşabilir mi?! Neden olmasın?

Küresel ve emperyalist sızıntı işbirlikçi ekol temsilcileri upgrade sürecinde ki yeni sistemde olmayacaktır!  Türk Devleti, yerli ve milli oyuncular ile  devleti ebed müddet  ülküsü  yolculuğuna devam edecektir!.  Kadim Türk Devlet kodları ve Maturidi İslam temsilcileri Anadolu diriliş ve direniş erleri yeni sistemde aktif rol alacakları için sızıntı işbirlikçilerin sesleri çok çıkmaktadır! Dere yatağını bulmuştur!. Sağ ve salimen  yolculuğuna devam edecektir!.  Artık kimse engel olamayacak ve değiştiremeyecektir!. Artık uzanan her sinsi ve kirli el  anında kırılacaktır!.

Dünyada yeni oyun, sistem  ve düzen kurulurken,  upgrade işlemi devreye alınırken,  Türk Devleti ve Türk Milleti olmadan yürürlüğü konulamaz ve başarılı olunamaz!. Madem ki Türkleri tarihten çıkardığınız anda insanlık tarihi  adına hiçbir şey kalmayacaktır!.  Türk, Adalet dağıtan, hakikatin temsilcisi ve mazlum  milletlerin de hem hamisi ve hem de hadimidir!.

Sosyal, kültürel, tarih, coğrafya ve gönül aklı tüm bölgelerde,  Kadim Türk Devlet Aklının kontrolünde, Türk Devleti ve Türk Milleti olmadan barış ve huzuru tesis edemezsiniz! Yüz yıldır bu bölgelere  kan ve gözyaşı hakimdir!. Peki, barış ve huzur var mıdır?! Barış ve huzurun olmadığı toplumlarda,  sosyal, siyasi ve ekonomik düzen ve  güveni temin edemez, gelişim ve kalkınma hamlelerini de sağlayamazsınız!. 

Düzen, güven, gelişim ve kalkınmanın olmadığı toplumlarda  ise, kaos sisteme hakim olur!. Kaos ortamında, hem içeriden ve hem de dışarıdan  birileri  tabii ki beslenecek, serpilecek  ve gelişecektir!. Peki, her  kaos döneminde gelişen, büyüyen ve serpilen, kim veya kimlerdir?!.  Upgrade sistemde, dünya ve yerelde, devlet ve millete karşı devletçilik oynayan, sızıntı işbirlikçi ekol temsilcilerine kesinlikle yer olmayacaktır!. Bizden hatırlatması!..

Selçuk Üniversitesine Rektör Atamak!..

Son günlerde, şehrin derin mahfil, kulis, gazete haber ve köşe yazarlarının gündem konusu, Selçuk Üniversitesi Rektörlük ataması gelmektedir! Halen rektör olarak devam eden Mustafa Şahin hocanın görev süresi 15 Ocak 2020 tarihinde dolmuştu!. Altı aylık süreçten kaynaklı ve korona günlerinde  unutulan  rektörlük ataması kamuoyunun gündemine  yeniden gelmeye başlamıştır!. Neden?! Ya da birileri, bilinçli olarak gündem  kamuoyu oluşturmaya veya yönlendirmeye mi çalışmaktadır!.

Neymiş efendim!  Rektör adayı bazı akademisyenler, sadece CV’lerinde rektör adayı yazsın ve rektör yardımcısı veya bir makam kaparız diye aday oldular, şeklinde yazılara şahit oluyoruz!. El insaf!. El vicdan! Gazetecinin görevi kamuoyunu yönlendirmek değildir!. Adama sorarlar?! Hangi saik ve kim veya kimler adına bunları  yazıyorsunuz?! Yoksa, niyet mi okuyorsunuz?! Vebal değil midir?! İnsani, vicdani, mesleki ve etik değerlere sığar mı?! Peki, bu insanlar ile nasıl helalleşebileceksiniz?! 

Gazeteci, kamuoyunun bilgilenmesi adına   sadece fotoğraf veya resim  gösteren kişidir!. Fotoğraf veya resim yapan  kişi değildir!. Ya da fotoğraf veya  resim konusunda yorum yapan kişi kesinlikle değildir!.  Gazeteci veya iletişim mesleğini icra eden  kişi öncelikle  kendini, sınırlarını ve daha sonra da haddini bilmelidir!.

Şehirdeki siyaset, güç ve denge grupları elbette ki kendilerine yakın bir ismin rektör olarak,  Sayın Cumhurbaşkanı tarafından atanması beklenmektedir!. Neden acaba?! Atanacak rektöre,  ihale ve rant kapma ya da çapsız, ehliyetsiz ve liyakatsiz oğlumu, kızımı, gelinimi ve damadı  işe aldırırız kaygıları olabilir mi?!. Ne bekliyordunuz?! Veya ne zannetmiştiniz?! Devlet, millet ve şehir sevdası adına değil!. Buradan akçeli  konuları  zikretmek dahi istemiyorum!.

11 Mart 2020 tarihinde, ülkemizde ki korona virüs vaka ile Devlet ve YÖK başkanlığının talimat ve yönlendirme akabinde,  üniversitelerde  uzaktan eğitim süreci başlamıştır!. Bilgisayar mühendislik  fakültesi ve bilgi işlem daire başkanlıklarının  ne kadar çok  çalıştıkları ve neler ürettiklerine, şahit olduk!. Bazı üniversiteler, uzaktan eğitim için  milyonlarla ifade edilen kaynak aktarmak sureti ile yazılım almıştır!. Peki, sonuç?! Akademisyenler uzaktan eğitim için sisteme dahi giriş yapamamış ve öğrenciler sistemdeki kopma ve arızalardan kaynaklı ödev ve projelerini teslim edememiştir! Daha ne olsun!

Peki, Uzaktan Eğitim Merkezi  olarak kurulan birimde  ki akademisyen ve yöneticiler,  neler yapmıştır?!  Böyle  günler için hazırlık ve planlama  yapmışlar mıdır?!   Dijital eğitim materyali   üretmişler midir?!  Bilemiyorum!. Karar ve yorum sizin!. Peki, merkezdeki akademisyenlere neler olmuştur?! Hiçbir şey! Atamalarını yapan rektör, merkezdeki akademisyen ve çalışanlar için  görevi ihmalden soruşturma açmış mıdır?!  Hiç sanmıyorum!. Neden? Çünkü  bize yakın ve bizim adamımız  oldukları  için olabilir mi?!.

Korona virüs günlerinde, dünyada ki rekabetin teknolojik araştırma ve geliştirme yatırımlarına olduğuna şahit olduk!. Bu alanda geri kalmış ülkeler, gelişmiş ülkelerin sömürgesi konumuna düşecektir!. Üniversiteler, devleti ve  milleti adına araştırma ve geliştirme merkezleri değil midir?!. Günümüzde küresel ve emperyalist güçler arasındaki savaş ve rekabet uzaydadır!.  Dünyamızı uzaydan kontrol ve denetim için savaş verdikleri bir dönemde; Uzayı parsel parsel etmişlerdir!

Peki, Üniversite yönetimleri  ve akademisyenler bu konuda nerededir?!  Ya da, Türk Devleti ve Türk Devlet Aklı bu alanda neler yapmaktadır?! Türk Devleti; Suriye ve Libya’da atmosferin dışından yönetilen ve yönlendirilebilen, son teknoloji füze savunma sistemlerinin dahi erişemediği bir alandan, Türk mühendisler tarafından geliştirilen ve üretilen SİHA sistemleri ile  savaş sistematiğini yeniden yazmakta ve kısmen  görmekte olduğumuz başarılar  elde edilmektedir!. Şimdi tekrar soralım; üniversite rektör ve akademisyenlerine; bu konuda devlet ve millet adına neler yapıyorsunuz?! Kocaman bir hiç!. Yeter ki engel olmayın! Yeter ki gölge etmeyin!. Yeter ki hainlik etmeyin!: Başka bir ihsan istenmiyor!.

Korona virüs sonrası dünyada ve yerelde; sosyal, kültür, ekonomi ve siyaset değişecektir! Cumhurbaşkanı  Sayın Recep Tayyip Erdoğan, her konuşmasında, Aydınlık günler;  Türk Devleti ve Türk Milleti için çok yakındır, diyor!.  Neden acaba?!  Üniversitelere atanacak   rektör,  dünyada  ki  rekabet, değişim   ve savaş ortamında, Türk devleti  ve  Türk milletine karşı  sorumlulukları ve aydınlık günler zaviyesinden; ben neredeyim ve neler yapabilirim şeklinde  kendilerini tekrar tekrar  sorgulamalıdır!.

Selçuk üniversitesi rektörlük makamına, ehliyetsiz, liyakatsiz,  kifayetsiz veya yereldeki güç, denge grupları ve siyasetin de emir komuta zincirinde, içeriden ya da dışarıdan,  şehir ve şehrin dinamiklerinden bihaber, çapsız ve muhteris bir rektör mü arıyoruz!  Ya da; Rektör; dünya ile entegre ve piyasayı bilen, reel sektör ile barışık, ülkesi ve yaşadığı il, üniversitenin marka değeri ve itibarını artırma hedef ve gayesi olan, akademisyenler, çalışanlar  ve  mezun öğrencilerin  de reel sektörde üniversite ismi ile aranması adına   bir derdi  ve  bir kaygısı olmalıdır!. 

Bu makamlar oyun, oynaş, fantezi ve rant dağıtım yerleri asla değildir! Bir gün mutlaka hesabını sorarlar, hem burada ve hem de diğer tarafta!. Hatta, Kadim Türk Devleti ve Türk  Devlet Aklı,  her bir kuruş ve ihanetin bedelini  bir gün kişinin burnundan fitil fitil getirir!. Bize de  uyarmak ve hatırlatmak, düşer!.

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, karşımızda eski Türk Devleti yoktur! Eski alışkanlıkları olan Türk Devlet yönetim sistemi ve Türk Devlet Aklı kesinlikle yoktur! Türk Devleti, küresel sızıntı işbirlikçi ekol temsilcilerini devletin  her biriminden temizlemektedir?! Dünya, gönül coğrafyamız olan bölgede yüz yıl önce olduğu gibi yeniden kurulmakta ve dizayn edilmektedir! 

Yeni dünya düzeni  ve sistematik, Türk Devleti olmadan kurulamayacaktır!.  Virüs günlerinde bir kez daha  şahit olduk!.  Tarih, kültür, sosyal, coğrafya ve gönül bağları ve   aklı  olan tüm bölgelerde,  Türk Devleti ve Türk Milleti olmadan hiçbir şey yapılamaz!. İçerideki tüm yeni atama ve kadrolar,  yeni dönemdeki dünya düzeni ve sistematiğe yönelik, yeni Türk Devlet yönetimi ve siyaseti,  Türk Devlet ve Anadolu kodlarına hakim ve yakın olacaktır veya olmalıdır, şeklinde düşünüyorum!

Virüs ve Sonrası Gıda Güvenliği!.

Korona virüs ile birlikte hayatımızda ki; bireysel ve toplum nizamı için güvenlik kavramını her alanda hissetmeye başladık!. Can, mal, sağlık  ve namus güvenliği, ekonomi, siber, gıda ve bio- güvenlik gibi!. Can, mal, sağlık ve namus  güvenliği birey için çok önemlidir!. Ekonomi, gıda, siber ve bio-güvenlik ise hem birey, hem toplum ve hem de ülkelerin sosyal düzeni, dünya ile rekabeti  ve gelişmesi  için çok mühimdir!.  Aksi halde, dünyada ki örneklerinde olduğu gibi ülkeler hem gelişmelerini ve hem de sosyal düzenlerini sağlayamaz!. Tam da birilerinin bekleştiği ortam, kaos düzene hakim olur!. Kontrol ve yönlendirme adına, arkası zaten kendiliğinden gelecektir!. Virüs günlerinde güvenlik konularının ne kadar önem ve acil olduğuna bir kez daha şahit olduk!. 

Tüm dünya insanlığı açısından, halk sağlığı ve ekonomik boyutu nedeni ile gıda güvenliği günümüzde önem kazanan bir konu haline gelmiştir. Gıda kaynaklı hastalıkların ortaya çıkması sağlık, ekonomik ve sosyal açıdan toplumları etkilemektedir. Günümüzde gıda işleme, üretim, dağıtım ve tüketim sürecinde meydana gelen köklü değişimler, dünyanın her bölgesinde ki tüketicilerin, tükettikleri gıda ürünlerinin güvenliği hakkında emin olmamakta ve gıdadan kaynaklanan sorunlar daha dikkatle izlenmektedir!

Gıda kaynaklı sorunlar, aynı zamanda sadece insan sağlığını etkilemekle kalmıyor, bunun ötesinde kişi, aile, toplum ve ülkelerin ekonomik ve sosyal yapılarını etkiliyor!. Küresel ölçekte gıda ticareti, gıda ihraç eden ülkelere, döviz sağlaması yanında, sektöre katma değer getirmekte ve milli gelire önemli katkılar sağlamaktadır!.

Şehirleşme ile birlikte gıda üretim ve tüketim sürecinde ki köklü değişiklik ve gıda kaynaklarında ki değişimler, gıda zincirinin uzaması, yeni tehlikelerin ortaya çıkması veya  artmasına yol açmaktadır!. Bu nedenle, hem sağlık ve hem de ekonomik açıdan gıda güvenliği, her ülkede uygulanması gereken ulusal ve uluslar arası sistemlerden bir tanesidir!.

Sağlıklı olmak, yaratılan her bir insanın en temel ihtiyacı ve hakkıdır. Hiç kimse bu konuda bir engel, saldırı veya başkaca bir işlemde bulunamaz!. Sonsuz kudret sahibi Allah’ın yeryüzünde halife olarak yaratmış olduğu insanın en temel ihtiyaçlarının; Can, mal, sağlık ve namus güvenliği olduğunu da bizlere ihtar etmektedir!. Aksi halde nesiller devam ettirilemez!.

Gıda ürünleri, sağlımızı en kolay etkileyecek etkenlerin başında gelir.  Gıda güvenliği, ürünü kullanan tüketicinin mutlak bir talebidir ve üretici firmalar bu işin sorumlusudur. Beslenme, insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri olup sağlıklı yaşam sürecinin en temel kriterlerinden biridir. Sağlıklı bir yaşam için sağlıklı beslenme ve sağlıklı beslenmenin en önemli esaslarından biri tarladan sofraya,  gıda güvenliğinin temin edilmesidir!. 

Gıda güvenliği üretimden tüketicinin sofrasına kadar gıdalarda ki fiziksel, kimyasal, biyolojik, mikrobiyolojik ve her türlü zararın öngörülmesi ve uzaklaştırılmasını temel alan tedbirlerin tamamını ifade eder!. Gıda güvenliği, üretim aşamasında ki bitkisel üretim, hasat, bakım, sulama, hayvan sağlığı, hayvanların aşılanması, tükettikleri yemlerin kontrolü ve nakliyatı,  tüketiciye ulaşana kadar tüm aşamaları kapsar.

Gıda güvenliği, gıdalardan kaynaklı,  tüketicilerin sağlığına zarar verebilecek tehlikelerin bulunmaması anlamına gelmektedir!. Tarımsal üretimden hasat, işleme, depolama, dağıtım, hazırlık ve tüketime kadar her aşamada güvenli kalmasını sağlamada kritik bir rolü vardır!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı; Üretimden tüketime kadar, uluslararası standartlara uygun gıda güvenliğinin sağlanmasını stratejik amaç olarak belirlemiştir! Türkiye’de gıda güvenliğine yönelik; tüketim ve satış alışkanlıklarının değiştirilmesinde ki zorluklar, kayıt dışı üretim, üretici ve tüketicinin bilgi eksikliği, işletmelerin küçük ölçekli olması, gıda güvenliği konusunda bilgi kirliliği ve üretim aşamasında hijyen koşullarına uyulması gibi eksiklikler, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin en kılcalında ki sızıntı işbirlikçi ekol temsilcilerinin ayıklanması ile birlikte, her alanda olduğu gibi,  Kadim Türk Devlet Aklının nezaretinde, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü ve 2023 – 2053 ve 2071 vizyon hedefleri çerçevesinde, dünyada belirli bir iddiası olan ülkeler için stratejik  öneme sahip konumdaki tarım, tarım ürünleri ve gıda güvenliği alanında,  yerli, milli hamle, yatırım ve politikalar ile hem kendisine yeten, hem de başka ülkelere de tarım ürünleri ihraç eden  güçlü ve büyük bir Türk Devleti   karşımıza çıkmaktadır!