Ramazan, Tefekkür ve Paylaşma Ayıdır!.

Ramazan ve Kuran ayı,  başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu da iman ehli için cehennem azabından kurtuluştur! Tüm inanan ve Müminler olarak, Rahmet, Mağfiret ve Cehennem azabından kurtulanlardan olabilmek dileklerimle! Müminler olarak böyle iman eder ve böylece de amel ederiz!  Ramazan ayı Kuran, tefekkür ve paylaşma ayıdır!   Yani hayatımızın her anında Kuran ile yaşamayı ve Kur’ani bir Tefekkür halinde olmamızı da gerektirir! Aksi halde dünya hayatı insan için sadece bir yarıştan ibarettir; Mal biriktirme, yığma ve sayma yarışı!  Ramazan ve Kuran ayında, Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; tutmuş olduğumuz oruçları,  kılmış olduğumuz teravihleri, Kur’an tilavetlerini, tüm ibadetleri, sadaka ve fitrelerimizi kabul eylesin. Yüce Allah; Ramazan ayının manevi havasından ziyadesi ile istifade ettiği kullarından olmayı cümlemize nasip eylesin. 

Peki, Ramazan nedir? Ramazan, Müslümanlar arasında paylaşmanın, sevginin, huzurun, birlik ve beraberliğin tesisine imkân vermesidir. Dünyada yaşanan kaos, insanların umutlarını tüketmektedir! Şiddet, terör, ülkelerin işgali, insanoğlunun acımasızlığı, sosyal dengenin alt üst olması, maddi değerlerin ön plana çıkması ve hazzın en üstte oturması, insanların geleceğe dair umudunu bitiriyor!  Ramazan sadece bir oruç zamanı değildir! Ramazan sadece aç kalmak da değildir! Ramazan, sadece ibadet mevsimi de değildir. Ramazan, aslında kendimize dönme, kendimizi ve çevremizi fark etme, Yüce Allah’ın lütfü ve inayeti karşısında insanın aciz olduğunun farkında olmaktır!

Peki, Ramazan Tefekkür ayıdır dedik! Nedir tefekkür? Tefekkür kulun, Hayret makamında olması demektir!  Kulun bilmediği yahut aklının kavrayamadığı ilâhî sır ve hikmetler karşısında şaşırıp kalması ve manen istiğrak haline bürünmesidir. İbret nazarıyla baktığımızda; insanın yaratılış safhaları, vücudumuzdaki muhteşem sistemler; çevremizdeki bitkiler, hayvanlar, yeryüzü, gökyüzü, atmosfer, bunlarla temin edilen, son derece hassas çevre dengesi! Güneş, Ay, galaksiler, trilyonlarca yıldızın idrak sınırlarımızı zorlayan mesafeleri, hacim ve sirkülasyonu! Bütün bir kâinat, onları yoktan var eden Yüce Allah’ın sonsuz hikmet, ilim, kudret ve azametini haykıran eserler ve deliller, yani fiilî ayetleri an be an tefekkür halinde olabilmektir!

Ramazan ayının çok önemli bir özelliği, dostlar ve kurumlar arasında ki iftar ve sahur ikramlarıdır. Aynı gün birden fazla iftar ve sahur davetlerinin olması ve dostların birbirlerine nazlandıklarına da şahit olmaktayız. Yılın 365 günü,  Allah rızası için, paylaşım, yardım, hediyeleşmek  ve ikramlarda bulunan tüm kişi ve kurumlarımızı tebrik ederim!  Mübarek Ramazan ayında,  sadece ALLAH RIZASINI kazanmak yarışına katılan kişi ve kurumlarımızın yapmış oldukları tüm ikram ve yardımları da Allah dergâhı izzetinde kabul eylesin!

Ramazan son günleri cehennemden kurtuluş ve Cennet Beratını da alanlardan olabilmek ümidiyle! Bugün Arefe!  Bayramdan önce ki güne verilen mübarek bir isimdir. Bu gün özellikle Bayram günü, eş ve dost ziyaretlerinde yapılacak olan ikramlar için alışverişler yapılır! Bu günün en büyük özelliği, çocuklar ve gençlerimiz için manidar olan ve unutulmaya da yüz tutmakta ki;  gelenek haline gelmiş bulunan, Kabir ziyaretleridir. Ahrete intikal etmiş olan, Anne, baba ve tüm akraba-ü taallukatımız için Dualar edilir! Sonsuz Kudret Sahibi Allah’a, Ramazan ve Kuran ayı hürmetine, günahlarımızın AF ve Mağfiret olanlardan olabilmek için yalvarılır, yakarılır ve nazlanılır! Dünya hayatının geçici olduğu, her yaşayan gibi bizlerin de bu fani hayatı bir gün terk edeceği tefekkürü ile bireysel olarak dersler çıkarılmaya çalışılır. İnsan için Dünya hayatındaki her şey ama her şey sadece bir uyanma, bir akletme,  bir tefekkür ve bir tezekkür vesilesi olduğunu da unutmamak gerekir!.

Bu Ramazan ve her Ramazanı,  son Ramazan ve Kuran ayımız olduğunu idrak edebilmeyi!.  Ramazan ayını her bir manası ile de huzur ve huşu içinde idrak ettiği, rahmetinden ve bereketinden ziyadesi ile müstefit olduğu kullarından eylemesini Yüce Allah’tan dilerim. Daha nice Ramazan ve Kuran aylarına da Sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi nasip eylemesini! Ramazan Bayramımız Mübarek olsun!. Hayırlı, Bereketli, Sağlıklı ve sevdiklerimizle birlikte Huzurlu ve Mutlu Bayramlar geçirmeyi, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan dilerim.

Kuzey Kıbrıs; Türkiye’nin Ulusal Güvenliğidir!.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve çok partili hayata geçilmesi ile birlikte Atatürk’ün 1931 yılında ifade buyurduğu ‘Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh’ ifadeleri siyasiler tarafından yanlış anlaşıldığı ve uygulamaya alındığını  düşünüyorum!. Neden diye bir soru yöneltecek olursak!  Sınır komşularımız ile tüm sorunlarda olduğu gibi özellikle de Kıbrıs konusu gündeme geldiği her dönemde Türk Devleti olarak bizim öyle bir sorunumuz yoktur şeklinde konuya  ‘kör ve sağır’ yaklaşılmıştır!

Pek, bu yaklaşım ve bakış açısı bir sorunu çözmek için doğru bir taktik midir? Sorunları örtmek ve yok saymak ile bitiyor mu? Sorunlar yüz yıllardır yerinde durmakta ve daha da büyümek sureti ile kaşımıza dağ gibi çözülemez bir boyutta gelmektedir! Kıbrıs meselesi de Türk Devleti ve Türk Milleti için bu sorunlardan bir tanesidir, şeklinde düşünüyorum! 

Kıbrıs’ın  coğrafi, stratejik, enerji kaynakları, enerji nakil hatları ve 65 ülkenin birlikte kalkınma  hamlesi olan ‘Bir Yol ve Kuşak projesi’ zaviyesinden  konumunu kabaca incelemeye çalışalım!. Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası Kıbrıs; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasındadır. Kıbrıs, Avrupa haritasında gösterilmesine rağmen coğrafi olarak Orta Doğu’da kabul edilmektedir.  

Bunun yanında Asya, Afrika ve Avrupa’nın merkezi bir konumundadır!  Kıbrıs adasının konumu Anadolu ve Ortadoğu arasında bir durak noktası gibidir. Osmanlı Devleti’nin de adayı fetih nedeni bu gerekçeler olmuş, geçen gemilere korsanların verdiği zararlar üzerine Kıbrıs II. Selim döneminde 1571 tarihinde fethedilmiştir. Adanın bu merkezi konumundan ötürü İngiltere başta sömürge yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla Kırım Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı bir antlaşma ile 1878’den itibaren geçici olarak Kıbrıs’ın yönetimini devir almıştır. İngiltere bugün, Güney Kıbrıs Rum kesimi bölgesini adeta bir askeri uçak gemisi ve askeri üs olarak görmekte ve kullanmaktadır!

Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğuya açılmak isteyen küresel güçler ve emperyalist devletler için, vazgeçilmez stratejik, askeri ve ticari bir üs olarak görülmüştür. Kıbrıs, etrafını saran bölgelere “bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda bir açılım sağlamaktadır! Coğrafi konumu göz önüne alınarak, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan ‘bir uçak gemisine’ benzetilen, her dönemde stratejik önem ve özelliğini korumaktadır.

Adayı elinde bulunduran bir güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan, İran’a kadar olan tüm bölgeyi kontrol etmektedir! Bugün için Kıbrıs adeta dünya hegemonya güç savaşı ve bilek güreşine sahne olmaktadır, diyebiliriz! Hatta Kıbrıs, dünya hegomanya güçleri için bir Varlık ve Yokluk meselesi, konumuna gelmiştir!

Türkiye Lozan antlaşması ile Kıbrıs’ta İngiliz yönetimini kabul ettikten sonra Kıbrıs ile ilgili herhangi bir politika üretememiştir. Bu dönemde Kıbrıs’ı adeta yok saymış,  siyasiler, Türk Devletinin Kıbrıs sorunu diye bir sorunumuzun olmadığını söyleyerek, “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur” demiştir. Büyük önder Atatürk; Kıbrıs, stratejik olarak ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Adadaki Türk varlığının korunması, Türkiye açısından hayati öneme sahiptir;  Kıbrıs kaybedilirse, Türkiye nefes alamaz hale gelecektir, şeklinde konuya yaklaşmaktadır!  

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Kadim Türk Devlet Aklı,  Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve geçtiğimiz günlerde başlayan Pençe harekatlarını neden yapmaktadır?  Türk Devleti bu askeri harekatlarda tamamen Türk yapımı, yerli ve milli,  silah, mermi ve kısa, orta menzilli füzeleri de kullanmaktadır! Bu harekatlar ile Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı, sınırlarımız boyunca küresel ve emperyalist güçler tarafından kurulmaya çalışılan kukla devletçiklere asla izin vermeyeceğini gövde gösterisi ile resmen ilan etmektedir!

Peki, Mayıs ayının ilk haftalarında, Akdeniz ve Doğu Ak denize sınırı dahi olmayan ve en az iki yüz adet savaş gemilerinin bu denizlerde  balina avlamakta olduğu bir dönemde!.  Türk Devletini çevreleyen ve üç denizde başlayan, 131 gemi, 57 uçak ve 33 helikopter katılımı ile başlatılan ve başarılı bir şekilde sonuçlanan ‘Deniz Kurdu Tatbikatına’ neler demeli? Daha önceki yıllarda siyasilerin bölgeye ve sınır komşularımız ile olan sorunlardaki yaklaşımı olan devlet olarak böyle bir sorunumuz yoktur şeklinde yaklaşan bir Türk Devleti yönetimi artık yoktur!

Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek, kültür ve hafızası canlı ve dik bir şekilde, Türk Devleti ebed müddet devam ülkü ve vizyonu çerçevesinde, varlık ve birliğimize yönelik,  içeride ve sınırlarımızdaki tüm tehdit, sıkıntı ve sorunlara karşı Beka zaviyesinden çok daha dikkatli ve teyakkuz halinde olmaya devam edecektir, diyorum!

Devlet Herkes ile Görüşür!

ABD’nin Dış İşleri eski Bakanı, halen ABD’nin dış politikası ve ulusal güvenlik politikalarına yön veren kişi olarak tarihe geçen ünlü stratejist Henry Kissenger şöyle der;  ABD, iki sebeple çok güçlüdür! 

Ülkesindeki Vatan hainlerini bulur ve öldürür! Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini de bulur, ABD’nin ulusal hedef,  çıkar ve planları doğrultusunda kullanır! Neymiş efendim! ABD kendi
ülkesindeki vatan hainlerini bulur ve öldürürmüş! Peki,  aynı adamlar, bir başka devlet,  kendi ülkesine ihanet eden hainler için aynısını yapmaya kalktığı zaman ise devreye demokrasi ve insan haklarını sokarlar!

Başka ülkelerdeki kendi ülkesine ihanet eden hainlerini de bulur ve kendi çıkarları için kullanırlarmış! Bu ifadeler bizim gibi bir ülke için hiç de yabancı değil! Çünkü bu topraklarda kendi ülkesine ihanet ve hainlik edenler zaviyesinden bolca bulunmaktadır! Her zaman ve her dönemde olduğu gibi!  

Ünlü strateji ustası Henry Kisseger’in mezkûr ifadeleri, Cennet mekân Abdülhamit han ve Şerif Hüseyin kıssasını hatırlattı! Sultan II. Abdülhamit Han,  çabuk dolduruşa gelebilen mizacından dolayı Şerif Hüseyin’e itimat etmez ve Şerif ailesinin diğer fertleri olan Haydar ve Cafer paşalarla birlikte İstanbul’da göz önünde, kontrol ve denetim altında tutardı.

Daha sonra hangi sebeplerle olduğu bilinmeden, Hüseyin “Mekke Şerifi” yapılır! Hüseyin, savaşın Osmanlı aleyhine döndüğü günlerde saf değiştirir! İngiliz casusu Lawrence’, Şerif Hüseyin’i,  “Halife” ve “Arabistan İmparatoru” ilân edeceği şeklindeki vaatleri, dolduruşu ve gazlarına kapılarak İngilizlere yanaşır! Kendisine para, silah, cephane ve erzak verilip Osmanlı’ya karşı ayaklanması sağlanır!

Şerif Hüseyin, Osmanlının parçalanmasına, tüm Arap yarım adasının Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasına ve yüz yıllardır bölgenin kan gölüne dönmesine de sebebiyet vermiştir!  Şerif Hüseyin ömrünün son demlerinde sürgünde bulunduğu Kıbrıs’ta;  ‘Ahhh, ben ne yaptım, ahhh, ben ne yaptım? Yaptığımın cezasını çekiyorum. Niye Osmanlı’ya ihanet ettik?’ şeklinde nedamette bulunur! Çünkü İngilizler kendisine kuracakları Arap devletlerinin kralı ve Müslümanların halifesi olacağını vaat etmişlerdir!  Ne kadar süslü ve tanıdık, değil mi?!

Peki, Devlet nedir? Devlet, belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik sağlamasıyla oluşan ve hukukî kişiliğe sahip devamlı bir teşkilât olarak tanımlanır.

Devlet herhangi bir örgüt değil, askeri, siyasi ve sosyal örgütlerin toplamının oluşturduğu bir teşkilattır. Devlet, ortaya çıktığı binlerce yıldan bu yana toplumda belirleyici bir otorite olmuştur.

Devlet olmak için;  Ülke denilen bir toprak parçasının olması, Toprak parçası üzerinde yaşayan bir insan topluluğunun olması, Toprak parçası üzerinde yaşayan insanların o toprak parçası üzerinde egemenliğinin olması.  Bu üç unsurun bir arada görülmediği toplumlar devlet sayılamaz;  Bölgemizdeki parça parça edilen ülke ve halklar gibi!

Devletin  olmadığı durumlarda neler ile karşılaşırız?! Devlet olmaz ise hayat nasıl şekillenir?  Devletin asli görevleri nelerdir, kabaca incelemeye çalışalım!   Devlet olmadığı zaman tam olarak kaos olur! İnsanlar düzenlenmeye, denetlenmeye ve yönetilmeye muhtaç olmuştur!

Devlet toplumsal bir varlıktır, Devleti toplumdan ve toplumu devletten ayrı düşünemeyiz; birbirlerini tamamlar! Devlet olmazsa bir arada yaşamak zorlaşır! Devlet ne için vardır? 

Devlet bireylerin organizasyonudur ve bireylerin de en önemli gereksinimi ’’güvenlik’’ yani mülkü ve canının korunmasıdır! Devlet kişiler arası güvenliği sağlar. İnsan doğumuyla korunaksız bir şekilde dünyaya gelir.  

İnsan yine yaşamda savunmasızlığı ile yer alır. Devletin, günümüzde asayiş, iç ve dış tehditlerden korunma, ekonomik yaptırım ve yükümlülükleri yerine getirme gibi birçok fonksiyonu vardır.  Genel anlamda devlet, vatandaşların refahı, huzuru ve güvenliği için vardır, diyebiliriz!   

Son günlerde, Devlet onunla oturur mu? Devlet bununla görüşür mü? Devletin şöyle ağırlığı olmalıdır! Yok, fendim, Devletin böyle ağırlığı olmalıdır!  Devlet dediğiniz kurumun bir duruşu olmalıdır, şeklinde uzayıp giden ifadeler ve tartışmalara şahit olmaktayız! Peki, neden?!

Beyler! Siyasetçi veya bir siyaset adamı ideolojik görüşü ve parti programı çerçevesinde karşıt bir ideolojik parti veya görüş ile oturmayabilir ve görüşmeyebilir! Normaldir! Adı üstünde siyaset ve siyasi görüş! Peki, Devlet dediğimiz kurum, böyle midir?  Şerif Hüseyin’i İstanbul’a göz önünde ve kontrol altında tutan öngörü ve  aklı nasıl okumalıyız?!

Daha sonra Şerif Hüseyin’i devletin kontrol ve denetiminden çıkaran, küresel güçlerin oyuncağı olmasına  ve Arap yarım adasının da parçalanmasına sebebiyet veren günlük ve kısa
vadeli   bakış açısına  neler  demeli?!  

Bugün, Akdeniz ve Doğu Akdeniz’de küresel ve emperyalist güçlerin yüzler ile ifade edebileceğimiz savaş gemilerinin balina avladığı bir dönemde! Hem de, yine aynı güçler
tarafından tüm sınırlarımız boyunca yüz yıl önce olduğu gibi kukla devletçikler kurmak için terör örgütlerine her türlü silah, lojistik ve eğitim desteklerini verdikleri bir dönemde! İçerideki siyaset ve iş dünyasına ise hiç değinmiyorum!

Devlet, Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek, kültür ve hafızası çerçevesinde, 2023 – 2053 ve 2071 vizyon ve ideali doğrultusunda, Türk Devletinin Devleti ebed müddet devam ülküsü zaviyesinden herkes ile oturur ve görüşür! Görüşmesinde de hiçbir sakınca olamaz ve olmamalıdır!

Aksi halde elin oğlu ve ABD’nin derin adamı Kissenger’ler gelir,  böyle adamları bulur, görüşür ve ulusal çıkarları çerçevesinde de sana karşı kullanır! Ne diyorsunuz?!

Para Nereye / Neden Kaçıyor?!.

İmamı Azam Ebu Hanife; Paranın nereden geldiğini öğrenmek isteyen, paranın nereye gittiğine ve nereye harcandığına baksın, buyurur!. Peki, ne demektir, paranın nereden geldiği ve nereye gittiği?! Birey ve Kul olarak tabii ki kazanç ve gelirlerimizin kaynağı, helal ve haramlık boyutunu sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için kazanç ve gelirlerimiz olan paranın da nereye harcandığını sorgulamak gerekir? Bireysel huzur ve arınma için insanın bu sorgulama ve muhasebeyi yapması çok önemlidir! Peki, yapmadığımız takdirde neler olur? Tabii ki hiçbir şey olmaz! Bir hesap gününün olduğuna inanıyorsak!

Günümüzdeki insanlar, çok para kazanması ve çok da harcama yapmasına rağmen acaba neden mutsuz ve huzur, sükuna erişemiyor? Bugünün insanı, ya kendisi ile ya da çevresi ile sürekli olarak bir çatışma ve kavga halindedir! Neden acaba?! Kendisi ile barışık olmayan birey tabii ki çevresi ile de kavgalı olacaktır! Yani çok para kazanmak ve çok para harcamak ile huzur satın alınabilir mi? ! Veya şöyle sorabiliriz! A.V.M.lerde çok para ile huzur ve sükunet satılır mı?! Neden olmasın?! Belki bir tarihte o günleri de görebiliriz!

Peki, para ne demektir? Tarihçesi nedir? Parayı ilk kimler bulmuş ve kullanmıştır?! Milattan önce yedinci yüzyıla kadar insanlar ticarette değiş tokuş yaparlar ve değiş tokuş yaptıkları şeylerin arasında sığır, taş gibi taşınması zor olan şeyler de bulunuyordu! Lidyalılar milattan önce yedinci yüzyılda ticarette kullanılacak ve kolay taşınabilir bir değiş tokuş aracı olan parayı bulmuşlardır!

O zamanki paralara sikke adı verilmiştir. Para kelimesi, Türkçeye “parça, gümüş parçası” anlamındaki Farsça “pare”den geçmiştir. Bir toplumda değişim ve ödeme aracı olarak kullanılan, genel kabul gören, kendi dışındaki tüm ekonomik varlıkların değerini ölçmeye yarayan, devletçe bastırılan, üzerinde değeri yazılı olan kağıttan veya metalden ödeme aracına para denir. Para, statik değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Para ile isteklerimizi gerçekleştirebilir ve ihtiyaçlarımızı da giderebiliriz!

Paranın bir değişim aracı olmasının yanında bazı para sahipleri ve devletler paranın bir başka yönünü daha sonraları keşfettiler! Peki, nedir? Para tarihin ilk başlarında bir değişim aracı olarak görülüyorken daha sonra bazı devletler ve küresel finans güçleri için, para aslında başkaca bir güç demektir! Çünkü para ile sadece ihtiyaç ve istekleri değil, insanları da satın alabilir, insanları köleleştirerek daha güçlü ve dünyaya korku veren devletler olabilirsiniz! Böylece para, güce ve iktidara erişmek ve ulaşmak için kullanılan bir araca dönüşmüştür!

Türkiye’de 1946 tarihindeki genel seçimler ile başlayan ekonomik kriz ve iktidar değişimleri de tamamen ekonomi ve paranın gücü ve manipülasyonu ile olmuştur! Dünyadaki kavganın sebebi de para ve paranın sağladığı hegemonya güç savaşı değil midir?! Bugün küresel güçler ve içerideki işbirlikçiler para ile üzerimize neden gelmektedir?! Dertleri ve hedefleri nedir?!

İmam Gazali asırlar önce kaleme aldığı şu satırlar çok dikkate değerdir! Paradan Para kazanmanın haram olmasının sebebi, onun insanları kazanç yollarından alıkoymasıdır. Parası olan şahıs sanayicilik, ticaret ve diğer para kazanma yollarının zorluğuna katlanmaya hiç yanaşmaz. Para sahipleri fabrika kurmaz ve ticaret yapmazsa işsizlik had safhaya ulaşır; insanların menfaatleri kesintiye uğrar.

Çünkü insanların yaşamlarının sorunsuz devamı için mesleklere, ticarete, sanayiye ve imara ihtiyaç vardır. Ne var ki sermaye ve paranın gücü bu uyarıları ciddiyetle ele alınmasına engel olmaktadır. Paranın bir mübadele aracı olarak kabul edilmesine rağmen paradan para kazanmanın daha çok itibar edilmesi 2007-2008 yılındaki ekonomik krize yol açmıştır!

Konunun uzmanları da her daim; “Ekonomi güvenliği, Ulusal güvenliktir” şeklinde vurgu ve açıklamalarda bulunmaktadır! Türkiye’nin ilk 500 Büyük Sanayi Kuruluşu sonuçları her yıl açıklandığında listedeki firmaların reel üretim dışı gelir dediğimiz FAİZ gelirleri yani paradan para kazanılması her daim ön sıralardadır! Acaba neden?!

Paranın bireysel ve kul olarak kaynağı ve nerelere harcandığı boyutunu kabaca değerlendirdikten sonra, bir de sanayici ve iş adamlarımız zaviyesinden bakmak gerektiğini düşünüyorum!

AK Parti iktidarları döneminde servetlerine pardon paralarına daha çok para ekleyenler bugün neler yapmaktadır? Ya da sorumuzu şu şekilde soralım! Türkiye ekonomisi ve paraya yön veren küresel sermayenin temsilcisi TÜSİAD ve onun da Anadolu’daki bayisi konumunda olan TOBB neler yapmaktadır? Her gün TÜSİAD ve TOBB üyesi devasa büyüklükteki bir iş adamının fabrikasını kapattığını ve paraları ile birlikte vatandaşlık aldığı bir başka ülkeye sığındığını pardon gittiğini duymaktayız!

Arkadaşlar! Sizler o götürmekte olduğunuz paraları nerede, nasıl ve ne zaman kazandınız? Bu ülkede ve bu ülke insanından kazandığınıza göre! Neden bu ülkeye yatırım yapmıyor, bu ülkenin kalkınması için risk almıyor ve bir başka ülkeye bu paralarınızı kaçırıyor pardon götürüyorsunuz?! Neden acaba?!

Peki, sorumuzu yeniden bir kez daha şöyle soralım! Gemiyi önce FARELER terk mi ediyor?! Farelerin terk ettiği gemiler batar mı?! Onlar geminin en küçük noktasına kadar her yerini bilir! Gemi neye dayanır? Onlar bilir! Delik nerede açıldı? Onlar bilir!. Kaç kuvvette rüzgâra kirişler dayanır? Onlar bilir!. Dalgaların şiddetine gemi dayanır mı? Onlar bilir!. Kaptan bu durumu kurtarabilir mi? Onlar bilir!. Gemide stres ne zaman yükselir? Onlar bilir!. Gemideki her şeyi ilk önce onlar duyar! Peki, birlikte yola çıktığı, birlikte yol aldığı ve birlikte de çok paralar kazandığı kişinin zor duruma düşeceğini anladığı anda onun yanından ilk önce hayırsız, satılık, işbirlikçi, kaypak ve nankör olanlar mı uzaklaşmaktadır?! Bugünleri ifade eder gibi! Ne buyurdunuz?!

Peki, tüm bunlar oluyorken, Türk Devleti ve Türk Milleti adına olumsuz olarak gördüğümüz ve değerlendirdiğimiz tüm bu gelişmelere yönelik olarak, Kadim Türk Devlet Aklı neler yapmaktadır? Gemiyi fareler terk edebilir! Normaldir! Adı üstünde Fare! Fareler Gemi hakkında her şeyi de bilebilir! Fakat Kaptan ve Gemi sahiplerinin neler düşündüğünü de herhalde bilebilmesi mümkün değildir! Zaten, Geminin asıl ve asil sahipleri olan Türk Milleti buradadır! Hiçbir yere ve hiçbir zaman da gitmedi!

Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet Gelenek, Kültür ve Hafızası Anadolu’da bin yıldır canlı, onurlu ve dik bir şekilde ayaktadır! Yüz yıl önce aynı sorun ve sıkıntılar ile bu asil millet boğuşurken, Kurtuluş ve Bağımsızlık mücadelesi fitilini yakmak için Bandırma Vapuru ile Atatürk’ü Samsun’a çıkaran Kadim Türk Devlet Aklı, elbette ki bugün için de yeni bir çözüm, yeni bir taktik, yeni bir strateji üretmekte ve ya yeni bir yol bulacak, ya da yeni bir yol mutlaka açacaktır, şeklinde düşünüyorum!. Aksi halde Ya Beka, ya da BELA!. Ya Olacağız, Ya da Öleceğiz!.

Kapımızda Yeni bir Sykes – Picot!.

Türk Milleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken büyük lider Mustafa Kemal Atatürk Samsun’dan başlamak sureti ile Anadolu halkı ile birlikte  “Kurtuluş” mücadelesi yolunu açmıştır!

Peki, 19 Mayıs ruhu nedir diye bir soru ile karşılaşacak olursak! 19 Mayıs ruhu; Türk Milletinin var ve yok olmak arasında yüz yüze kaldığı, çok büyük sıkıntıları bertaraf edebileceğinin göstergesidir!

Dünyadaki ezilmiş ve işgale uğramış milletlerin umudu! Zulme, eziyete, işgal ve istilaya başkaldırışın simgesi! İstiklal, istikbal, bağımsızlık ve özgürlüğe duyulan inancın gücü ve asla vazgeçilmezliğidir! Teslimiyetin ve mandacılığın reddi,  Türk milletinin şahlanışıdır!

Türk Milletinin, tarihten alınan ilham, geçmişe bağlılığın ve geleceğe olan umut, inanç ve sorumluluğunun doruk noktası ve milli onurun dirilişi! Türk Milletinin yeniden küllerinden doğuşunun başlangıcı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasının da müjdecisidir.

Türk Milleti, 19 Mayıs 1919 Kurtuluş ve Bağımsızlık mücadele sürecine gelirken Birinci Dünya Savaşı şartlarında, Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya arasında Sykes Picot anlaşması imzalanır!.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye’nin Orta Doğu topraklarının paylaşılmasını öngören gizli bir antlaşmadır. Sykes Picot’un uygulanmasını engelleyen şey ise Rusya’daki Bolşevik Devriminin başarıya ulaşması olmuştur.

25 Ekim 1917’de Rusya’da iktidarın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle sonuçlanmasından yaklaşık bir ay sonra Sovyetler Birliği Dışişleri Halk Komiseri olan Lev Troçki, Sykes Picot Antlaşmasını İzvestiya Gazetesi’nde yayınlatarak, Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasına ilişkin bu gizli belgeyi tüm dünyaya duyurmuştur.

Peki, günümüze geldiğimizde neler olmaktadır? Bugün yaşadıklarımızın, yüz yıl öncekinden bir farkı var mıdır? Küresel ve emperyalist güçler bugün yine bir Sykes-Picot peşinde midir? Bugün Sykes- Picot anlaşması hangi bölgeler için planlanmaktadır? Bugün yeni bir Sykes – Picot anlaşması olmadığı için bölgemizdeki kaos artmakta mıdır?

Akdeniz, Doğu Akdeniz, Ege ve Kara denizdeki küresel ve emperyalist savaş gemileri neler yapmaktadır?  Sınırlarımızdaki terör örgütlerine verilmekte olan lojistik ve eğitim desteklerine neler demeli ve nasıl izah etmeliyiz?!  Küresel güçler, bölgemiz ve sınırlarımızda paylaşım adına yeniden anlaşabilmek için bilek güreşi mi girişmektedir? 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hinterlandının önemi, bölgesindeki yer altı ve yer üstü zenginlikleri kadar, tarihi İpek yolu ve bugün Bir Yol ve Kuşak projesinden kaynaklanmaktadır!

Peki, nedir bu tarihi İpek yolu ve bugünün 65 ülkenin birlikte kalkınma Bir Yol ve Kuşak projesi? Neden çok önemlidir? Küresel ve emperyalist güçler tarihi İpek yolu güzergâhındaki hem tüm zenginliklere, hem de birlikte kalkınma kuşak projesine çökmeyi, engel olmayı ya da tamamen kontrol altına almayı mı hedeflemektedir? Neden olmasın?  Küresel güçlerin Beka meselesi de burası mıdır?!

İpek Yolu, medeniyetler arasında tarih boyunca bir ticaret güzergâhı olmasının yanında, farklı kültürlerin, dinlerin, dillerin, fikirlerin, birikimlerin, bilgilerini ve uygulamalarının aktarıldığı, tüccarların, gezginlerin, âlimlerin ve din adamlarının takip ettiği tarihi kervan yolu olarak görev yapmıştır. Çin’den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanan ve dünyaca ünlü ticaret yoludur.

Orta Çağda, ticaret kervanları, bugünün Çin’in Xian kentinden hareket ederek Özbekistan’ın Kaşgar kentine, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi’ne, diğeri ile de Karakurum Dağları’nı aşarak İran üzerinden Anadolu’ya ulaşıyor!

Anadolu, İpek Yolunun en önemli buluşma ve kavşak noktalarından birisidir! Türk tarihinde, Türk kültürünün temel unsurlarında İpek Yolu’nun önemi çok büyüktür. Türklerin yaşadığı geniş coğrafi bölgeleri bir birine bağlayan tek ulaşım yolu olan İpek Yolu, tüm Türk boylarını bir birine bağlarken, ticari ilişkilerini geliştirmiş, birlik ve beraberliklerini sağlamıştır!

Türklerin bu yola ne kadar önem verdikleri bir Özbek ata sözünde şöyle anlatılmaktadır. Kainatta iki büyük yol vardır: Gökyüzünde Samanyolu, yeryüzünde ise İpek Yolu, şeklindedir. Tüm bu özelliklerinden dolayı, tarihi İpek yolu tarihte olduğu gibi bugün de Bir Yol ve Kuşak projesinin sıklet merkezi, ana karargah ve kavşak noktası konumundaki Anadolu, bir üçüncü Dünya savaşının çıkmasına sebebiyet verebilecek stratejik konumda çok önemli bir yeri bulunmaktadır!

Peki, tüm bunlar içeride ve sınırlarımızda cereyan ederken, Kadim Türk Devlet Aklı ve tarihi Türk Devlet geleneği neler yamaktadır? 19 Mayıs 1919 tarihinde Atatürk’ün Samsun’a çıkması
ile başlayan bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinde Kadim Türk Devlet aklı devrede midir?

Tüm bu işler Kadim Türk Devlet Aklının kontrol ve denetimi dışında mı olmuştur? Spontane ve öylesine gelişmeler midir? Atatürk’ü 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a Bandırma vapuru ile çıkmasına ve Kurtuluş mücadelesinin başlamasında da  öncülük eden Kadim Türk Devlet Aklı!.

Peki, bugün de yüz yıl öncesinde olduğu gibi küresel ve emperyalist güçler yeni bir Sykes -Picot ile Anadolu ve hinterlandını da bölüşüm, paylaşım ve denetim için kapımıza dayanmış, savaş gemilerini denizlerimizde yüzdürür ve hain tüm plan ve hazırlıklarını yaparken,  Kadim Türk Devlet Aklı eli kolu bağlı beklemekte ve gelişmeleri de sadece izlemekte midir? Tüm bunlar için stratejik ve taktik planları var mıdır? Ya da, Türk Devletinin içerisinde ve sınırlarımızdaki tüm gelişmelere yönelik,  Kadim Türk Devlet Aklının hesap ve planları adım adım devreye alınmakta mıdır? Tabii ki neden olmasın!

Kadim Türk Devlet Aklı, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsünün gereklerini yapacak ve yapmaktadır! Bugün Türk Devletindeki siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelere, Kadim Türk Devlet Aklı zaviyesinden bakabilirsek,  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bekası ve devlet ebed müddet devam ülküsü adına çok daha sağlıklı ve isabetli kararlar verebileceğimizi de düşünüyorum!  

Allah; Sizi Yok Eder ve Başkalarını Getirir!.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması ile birlikte muhafazakar camiadaki dini yaşantı konusunda bazı dönemlerde sıkıntılar olmuştur!. Peki, bu konudaki sıkıntılar neden olmuştur? Bu sıkıntılara sebebiyet verecek noktadaki muhafazakar camiadan kişiler olmuş mudur?

Devlet bekası gereği önlemler mi almıştır? Devlet dediğimiz kurum devleti ebed devam müddet ülküsü çerçevesinde hareket etmektedir! Din, bazı kişilerin elinde oyuncak haline mi gelmiştir?

Her köşe başında bir şeyh mi türemiştir? Şeyh uçmayıp müritleri de uçurduğuna göre! Mürit sayısını acilen artırmak gerekmektedir! Her köşe başında bugün olduğu gibi Allah ve peygamberi ile her dakika görüştüğünü iddia eden sapık ve meczuplar ordusu mu türemiştir! Her köşe başında Peygamber soyundan geldiğini iddia eden aklı evveller mi türemiştir? Her köşe başında din alıp din satan bezirgan sürüsü mü türemiştir?!

Peki, böyle bir ortamda devlet dediğimiz kurum, devletin ve milletin birliği ve bekası adına tabi ki kanun ve kurallarını devreye alacaktır! Devlet dediğimiz kurum ne için vardır?

Dönemin en büyük ve kalkınmış ülkesi olan Endülüs neden parçalanmıştır?! Endülüs’ten bugüne hiçbir emare dahi kalmamıştır! Neden? Bugün, bölgemizdeki Devletleri olmayan halkların haline de ibret alabilmek adına şöylece bir bakalım ve düşünelim, diyorum!

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması akabinde ki süreçte devleti idare ettiği iddia edilen Beyaz Türkler ve kendilerini de sürekli olarak bu ülkenin Zencisi kabul eden muhafazakar bir camia! İki bin üç yüz yıldan beri dünya üzerinde kadim devlet geleneği olan Türk Milleti; 1071’de Malazgirt ile Anadolu’ya yerleşen, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarını da birlikte veren evlatları nasıl birbirlerine karşı üstün ya da aşağı bir ırk olarak görebilir? Olabilir mi böyle bir şey?! Kabul edilebilir mi böyle bir durum?! Azim ile çalış, demokrasinin gereği olarak seçimlere gir ve kazan! Devlet idaresine de gel otur! Sana kim ne diyebilir ki?!

Muhafazakar camiadaki yanlış olan Allah ve din algısı zaten bu değil midir? Dünyada, çalışmadan ve gayret sarf etmeden her şeyi Allah’tan beklemek! Armut piş ağzıma düş durumu! Hani bir tarihler, Allah’tan iste, bize gökten yemekler indirsin, dedikleri gibi! Allah ne diyor; Ben çalışana veririm! Allah, dünyada iken sadece Müslüman ve mümine veririm diye bir garantisi var mıdır? Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Doğrusu insana dünyada çalışmasından başka bir karşılık yoktur, buyurmaktadır!

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Müslümanlara emirleri ve ayetlerini dünyalıklar için satmamaları konusunda uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır. Şöyle ki Ve beraberinizdekini musaddık olarak indirdiğim Kurana iman edin, ona inanmayanların birincisi olmayın, benim ayetlerini bir kaç paraya değişmeyin ve benden sakının, artık benden, buyurmaktadır!  ( Bakara – 41 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Eğer bir kişi ilahi hükmü yanlış, kendisinin veya başkasının hükmünü doğru kabul ederek, buna göre hüküm verirse bu kişi kafir, zalim ve fasıktır. Eğer bir kişi ilahi hükmün doğruluğunu kabul eder ve buna aykırı bir hüküm verirse İslam’ın dışına çıkmış olmazsa da imanına zulüm ve fıskı karıştırmış olur. Eğer bir kişi hayatın her alanında Allah’ın hükmünü inkar ve reddederse her bakımdan kafir, zalim ve fasık sayılacaktır. İlahi hükmü bazı noktalarda kabul eder, bazılarında reddederse iman ve İslam’ını küfür, zulüm ve fıskla karıştırmış olur, bu ayetler Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında inmiş olmakla birlikte, bu hükümler bütün insanlar için geçerli genel kurallar niteliğinde olduğunu,  buyurmaktadır! ( Maide – 44 – 45 – 47 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, Müslümanlara yönelik olarak nasıl yaşamaları gerektiği, emirleri ve ayetlerini de dünyalıklar için satmamaları ve dinden dönmeleri durumunda ise yeni bir kavim getireceğini hatırlatmaktadır! Şöyle ki; Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihat ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir, buyurmaktadır!  ( Maide – 54 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah,  Eğer, yine de yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ayrıca Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz O, her şeyi koruyup gözetendir, buyurmaktadır!  ( Hud – 57 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah,  Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna hakkıyla gücü yetendir,  şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! ( Nisa – 133 )

Peki, şimdi bunları neden yazıyorsun? 31 Mart mahalli seçim sonuçları ve yenilenecek olan İstanbul büyük şehir belediye başkanlık seçimlerinin mezkur yazdıkların ile ne alakası var, dediğinizi de duyar gibiyim!

Allah, ayetlerini birkaç paraya satmayın ve değişmeyin, şeklinde neden buyurmaktadır? Allah, insanlardan korkmayın, benden korkun ve az bir bedel karşılığında ayetlerini satmayın, uyarı ve ikazlarını neden yapmaktadır!

1984 yılındaki genel ve 1989 mahalli seçimleri, 2002 tarihinde AK Partinin genel seçimlerde başarılı çıkması ile birlikte muhafazakar camia devletin yerel ve merkezi yönetimde tepesine yerleşmiştir!

Peki, muhafazakar camia, devlet idaresinde dini emirler ve Müslüman olmanın gereklerini yerine getirmiş midir? Muhafazakar olarak bildiklerimiz Devletin hazinesine el uzatmış mıdır? Devlet idaresinde, tüyü bitmemiş yetimin hakkına tecavüz etmiş midir? Devlet yönetiminde Allah’ın emri olan ehliyet, liyakat ve adalete önem vermiş midir? Devletin hazinesi eş, dost ve yandaşlara peşkeş çekilmiş midir?! Daha önceki dönemlerde beyaz Türkler olarak şikayette bulundukları kişilerden farklı bir yönetim şekli mi sergilemişlerdir? Tabii ki hayır!

Hatta beyaz Türkler dediklerinden daha da beterini yapmışlardır! Allah ne buyuruyor? Müslümanlara, ayetlerini üç beş kuruşa değişmeyin ve dünyalık için de satmayın, buyuruyor! Peki, akabinde ne diyor? Allah; böyle yapmanız ve yaşamanız durumunda ise sizin yerinize başka bir kavmi getirir de, siz, O’na zerrece zarar veremezsiniz!

Bu ümmet, diğer ümmetlerde olduğu gibi toplu olarak helak edilmeyeceğine göre! Verilen nimetlere karşı azgınlık eden ve kamu malına el uzatanlar, ehliyet, liyakat ve adaletle hükmetmeyen, azgınlık ve şükürsüzlük yapanlar için sizin yerinize bir başkasını getiririm demektedir! Burada sizin yerinize derken, ne ve nasıl bir okuma yapmalıyız?! Sonsuz hikmet ve kudret sahibi Yüce Allah, acaba bugünleri mi tarif etmekte ve işaret etmektedir?! Bilemiyorum!.

İnsanların TANRI veya PUTLARINA Dokunmayın; YANARSINIZ!..

İnsanlığın yaratılışı ile birlikte mutlak güç sahibi Yüce Allah’a şirk olarak insan denen varlık başkaca güçlere de tapınmaktadır! Allah korusun! Allah şaşırtmasın!  İnsan denen aciz varlığın bu tapınması bazen bir put karşısına geçmek sureti ile olduğu gibi! Bazen de içindeki arzu ve isteklerinin doğrultusunda hayatını sürdürmesi ve yaşaması şeklinde olmaktadır! Sonsuz Kudret sahibi yüce Allah, göndermiş olduğu her peygamber, bu duruma yönelik mücadele ve savaşlar vermiştir! Hz Musa aleyhi selam ile Firavun arasında geçen kıssada olduğu gibi! Firavun bir isim olduğuna ve Firavunluk makamı kibirli, suratsız, büyüklük taslayan ve kötü yürekli kimse olarak bir temsil durumudur! Sonsuz Rahmet Peygamberi Efendimiz ile dönemin güç, otorite ve para sahipleri arasında geçen mücadelelerde de olduğu gibi! Ne demişlerdi? Ne istersen verelim! İktidar mı istiyorsun, verelim! Kadın mı istiyorsun, kadınlarımız ve kızlarımız senin olsun! Para mı istiyorsun, tüm servetimiz senin olsun, demediler mi? Peygamber efendimizin cevabı ise; Bir Elime Güneşi bir elime de Ay’ı verseniz, Vallahi kutlu davamdan vazgeçmem, ifadelerinde olduğu gibi!

Dünya 2001 yılında 1990’lı yılların son demlerinden kalma çok büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmıştır! Türk Devleti ve Türk milleti de bu durumdan çok etkilenmiştir! ABD’de yaşanan 11 Eylül olayları ile ülkemiz ve bölgemiz üzerinde çok büyük kara bulutlar esmeye başlamıştır! 2001 ve 2002 yıllarındaki ekonomik olarak sıkıntıların artmaya, şirketler bazında da iflaslar birbirini izlemeye, faiz kuru, döviz ve dolar kurundaki hareketlilikler Türk Devletinde yeni bir iktidar değişimini de zorunlu kılmıştır! 3 Kasım 2002 tarihindeki erken genel seçimlerde yeni kurulmuş olan AK Parti çoğunluğu almak sureti ile iktidara gelmiştir! AK Partinin iktidara gelmesi ile birlikte ilk dönemde çok büyük bir ekonomik rahatlama meydana gelmiş! İnsanlar ev, araba, yazlık ve başkaca ihtiyaçlarını bir bir sıralamaya ve almaya başlamıştır! Ekonomideki rahatlıktan kaynaklı insanlar ihtiyacı olmayan eşyaları dahi almak durumuna gelmiştir! Peki,  neden? İleride bir gün lazım olabilir düşüncesi ile! Peki, insan   denen varlık bugün ihtiyacı olmayan eşyaları neden almak ister?! Konut sektöründeki balon büyüme ve AVM sektöründeki çılgınca alışverişler bunlar için bir örnek olarak sıralayabiliriz!

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah;  Yaratmış olduğu insan denen varlığın acizliği ve eksilerini sonsuz ilmi ile bildiği için bu konuda uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! Lât ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsü Menat’ı gördünüz mü?Onlar,  gerçekte Sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Yine, Onlar, Zan ve nefislerinin arzularına tabi oluyorlar. (Necm; 19-20-23)  Demek ki put denilen şeyin insanın iç dünyasındaki heva, heves ve bir takım arzu, isim ve isteklerden başkaca bir şey değildir. İnsanlar, o isimlere dokundurtmuyor ve dokunan olduğu zaman da her türlü mücadeleyi veriyor, karşısına dikiliyor, savaş veriyor ve etrafında atomu parçalamaktan daha zor ön yargılar oluşturuyor. Peki, bugün itibari ile Lât, Uzza ve Menat’ın tahtadan, taştan veya başkaca cisimlerden yapılmış tasvir ve heykellerinin yerinde yeller esmektedir!  O halde bu isimler hala Kuran’da yer alıyor olmasının ve bizzat isimlerin anılmasının sebebi neler olabilir? Bugün için bizlere ne gibi mesajlar vermektedir? Mademki Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah;  Ne zaman akledeceksiniz ve çok az düşünüyorsunuz, şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!

Peki, İnsan denen varlığın içindeki arzu ve isteklerini ifade eden, Lat, Uzza ve Menat nedir? Kelime ve kavram olarak kabaca şöyle izah edebiliriz! Lât kelimesi etimolojik olarak ilah kelimesinin bozulmuş hali ve mutlak otoriteyi ifade ediyor. Eski çağlarda Aramice ve İbraniceye kadar uzanan Arapçanın kök dillerinde kişiyi içeriden yöneten şey, mutlak itaat ve otorite kaynağı anlamında kullanılmaktadır. Uzza kelimesi Kur’an’da kullanılan Aziz isminin daha değişik bir söyleniş şeklidir. Güç, kuvvet anlamına geliyor.  Uzza isminin bugünkü karşılığı iktidar, makam, mevki, güç ve kuvvet dediğimiz şeydir. Menat ise: bildiğiniz para, demektir. Çarlık Rusya’nın para birimi: Manat, bugün Azerbaycan ve Türkmenistan’ın para birimi de, Manat.

İnsan nefsinin istek ve arzuları otorite, güç ve parayı talep ediyor! İnsanlar ve yığınlar bunlara ulaşmak için gözleri başkaca bir şey görmüyor ve bir put gibi tapınç nesnesi haline getiriyor!. İnsanlar otoriteyi, gücü ve parayı kendilerinde toplamak ve biriktirmek istiyor!. Bunları elde etmek için de girmedikleri kılık, veremeyecekleri mücadele, savaş ve atmadıkları takla kalmıyor!. İnsanlar bunlar için savaşıyor, vuruşuyor ve kan döküp fesat çıkarabiliyor!

Şimdi tüm bunları neden yazıyorsun? Bugün yaşadığımız sosyal, ekonomik ve siyasi kriz ile tüm bunların ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Neymiş efendim! İnsan denen aciz varlık;  Otorite, güç ve para için mücadele eder, savaş verir ve atmadıkları taklalar kalmıyormuş! AK Parti iktidarları döneminde servetlerine servet ekleyenler, bugün ceplerine, pardon tanrılarına ve putlarına azıcık dokunmaya başlayınca bağırmaya başladılar mı?! Neymiş efendim! Döviz kuru uçuyormuş! Dolar ve Euro sürekli olarak yukarı doğru yükseliyormuş! Faiz oranları almış başını gitmiş! Dövizdeki bu hareketlilikler ve faiz oranları ile ticaret mi yapılırmış! Yukarıda neler ifade etmiştik! Sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, İnsan denen varlık, Lat, Uzza ve Menat için mücadele eder ve savaş verir demiyor mudur?! Bugün de LAT, UZZA ve MENAT’A biraz dokununca olmadık isyan cümlelerini işitir olduk! İnsanların PUTLARINA pardon TANRILARINA asla DOKUNMAYIN; YANARSINIZ! Bugün olduğu gibi!.

 

 

Yeni bir LİDER mi Geliyor?!.

Türkiye gibi ülke ve toplumlarda güncel olaylar ve gelişmelerin arka planını kalabalıklar çoğu zaman göremez ve okuyamaz! Tabii ki tüm bunların olabilmesi için birey de biraz vizyon, biraz öngörü ve çok yönü bir okuma yetisinin olması da gerekir! Zaten bizim gibi toplumlarda kalabalıklar güncel olayların hızı arasında kaybolur! Kim ne demiş, kim kime ne gibi cevaplar yetirtirmiş arasında boğulur gider! Gelişmelerin neden ve nasıl olmuş zaviyesine inemez! Habercilikteki 5N ve 1K kuralı aklına dahi gelmez! Ya da tüm bu gelişmeler ve olaylar zincirinin kimin işine yaradığını da idrak edemez! Bugün yaşadığımız tüm siyasi gelişmeler öylesine ve spontane mi olmaktadır? Hem de Türk Devleti kendi haline bırakılamayacak kadar önemli olduğunu iddia edilmesine rağmen; Öyle mi?! Yoksa çok büyük bir akıl ve plan devrede midir? Ya da soruyu şöyle tekrardan soralım! Türkiye Cumhuriyeti Devletindeki tüm siyasi gelişmeler ve olaylar zincirini planlayan ve yürütülmesine de önderlik eden Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek ve kültürünün denetim ve kontrolünde mi seyretmektedir?! Ne diyorsunuz? Türk Devleti ebed müddet ve 2023, 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde sonsuza kadar devam edeceğine ve başkaca ve yeni bir Türk Devleti de kuramayacağımıza göre!

31 Mart 2019 tarihindeki İstanbul Büyük şehir Belediye Başkanlığı seçimleri ile ilgili Yüksek Seçim Kurulu, seçimin iptaline ve yenilenmesine karar verdi. YSK seçimin iptal gerekçesi olarak, sandık kurulu başkanlarından açıkça yasaya aykırı şekilde 225 civarında sandık başkanı görev yaptığı ve sandık kurulu üyelerinden de 3500 civarında kamu görevlisi olmayan olduğunu!. Yüksek Seçim Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin 23 Haziran 2019 Pazar günü yeniden yapılmasına karar vermiştir! Şimdiden, yenilenecek olan İstanbul Büyük şehir Belediye Başkanlık seçimlerine katılacak adaylara ve partilere başarılar dilerim! Seçim sonuçlarının ülkemiz, bölgemiz, kadim başkent İstanbul ve yeni Başkana hayırlar getirmesini dilerim.

YSK, 31 Mart 2019 İstanbul yerel seçimlerini iptal kararı, takvimleri geri sarmayı, zamanı durdurmayı ve 3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimlere alıp götürdü! Peki, neler olmuştu, kabaca izah etmeye çalışalım! 3 Kasım 2002 tarihli genel seçimlerde % 34 oyla iktidara gelen AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yasaklı olması nedeniyle seçimlere girememiş ve milletvekili de seçilememiştir! Seçim sonrasında 58. Hükümet, Abdullah Gül başkanlığında kurulmuş ve genel başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması için TBMM’ye yasa teklifi sunmuştur. Yasa oy çokluğuyla kabul edilmiş ancak dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından “öznel, somut ve kişisel” olduğu gerekçesiyle veto edilmiştir. Yasa teklifi değiştirilmeden ikinci kez meclise sunulmuş ve kabul edildiği şekli ile Cumhurbaşkanı Sayın Sezer tarafından onaylanmıştır. Böylece Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önündeki hukuki engel ortadan kalkmıştır.

AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önündeki hukuki engel ortadan kalkması akabinde, parti yönetimi, 3 Kasım 2002 tarihli genel seçimlerde, Siirt’in Pervari ilçesinde üç sandık kurulunun oluşturulmadığı ve bir sandığın kırıldığını öne sürerek bu ildeki seçimlerin iptali istemiyle Yüksek Seçim Kurulu’na başvuruda bulunmuştur. YSK başvuruyu kabul etmiş, 2 Aralık 2002 tarihinde Siirt seçimlerinin iptaline karar vermiş ve böylece TBMM’ye Siirt’ten giren 3 milletvekilinin vekillikleri düşmüştür. Siirt seçimleri 9 Mart 2003 günü tekrar edilmiş ve seçime giren dört parti arasından AK Parti oyların % 84,8’ini alarak üç milletvekili adayını da meclise gönderme hakkı kazanmıştır. Hakkındaki siyasi yasağın kalkması sonucu Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte iki milletvekili daha AK Parti sıralarından meclise girmiştir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve partisi daha sonraki tüm seçimlerde birinci olmuş, Başbakanlığı devam etmiş ve 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halk tarafından ilk defa seçilen Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmiştir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kakışmasından sonraki süreçte devletin yeniden yapılanması için yapılan Anayasa değişikliği ile 24 Haziran 2018 tarihindeki genel seçimlerinde Başbakanlık Kurumu kapatılmış, bağlı tüm kurum ve kuruluşlar Cumhurbaşkanlığına bağlanmış ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine tamamen geçilmiştir!

Dünya ve özellikle de ülke ve bölgemiz ikinci Dünya savaşından sonraki süreçte Soğuk Savaş algısı ile yeniden dizayn edilmiştir! Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte dünya küresel güçleri Soğuk Savaşı terk etmiş, Rusya’nın yeniden yükseliş dönemine kadar tek kutuplu yeni bir süreç başlamıştır! Peki, bugün dünyada ve bölgemizde neler olmaktadır? Dünya ve bölgemiz yeniden paylaşım için üçüncü dünya savaşına ramak noktada bulunurken! Ve Akdeniz, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Ege Denizindeki hareketlilikleri normal mi karşılamalıyız? Dünya küresel güçleri savaş gemilerini bu bölgelere balina avlamak için mi göndermektedir?! Peki, sınırlarımız boyunca sürmekte olan terör örgütlerinin yığınak ve yoğunlaşmasını nasıl okumalıyız? Bölgemiz ve sınırlarımızda tüm bu gelişmeler olurken, Kadim Türk Devletinin kendi halinde olmasını mı beklemeliyiz? Bir strateji ve bir taktik geliştirmeli midir? Herhangi bir öngörü de bulunmalı mıdır? Ya da yüz yıllardır olduğu gibi içeride ekonomik, sosyal ve terör olayları ile meşgul edilmeli midir?! Ne diyorsunuz?

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki Yeni Türk Devleti, artık içeride ve dışarıdaki tüm gelişmelere karşı çok daha dikkatli ve de teyakkuz halindedir! Her bir girişim ve saldırıya anında verilecek cevapları vardır! Türk Devlet aklı ve kadim Türk Devlet gelenek ve kültürü varlık ve bekamıza yönelik tüm tehditlere karşı elbette ki içeride ve dışarıda her türlü operasyonları çekecek ve engel teşkil etmesi muhtemel temizlik girişimlerine de devam edecektir! 24 Haziran 2018 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi genel seçimleri ve 23 Haziran 2019 tarihinde yenilenecek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlık seçimleri! 3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimler ile başlayan süreç ve Anayasadaki geçici madde 3 Kasım 2019 tarihinde Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri yenilenecektir, ibaresi!. Bu tarihler öylesine, rastgele ve dek gele mantığı ile mi seçilmektedir? Yoksa büyük Türk devlet aklının ürünü müdür? Ya da Türk Devlet aklı ve kadim Türk Devlet gelenek ve kültürünü laf olsun diye mi etmekteyiz?! Çok evhamlısın, ya da komplo teorisyenisin, dediğinizi de duyar gibiyim! Ben de aynen öyle düşünüyorum!

Kabil ve Kabala Soyundan Gelenler!..

İnsanlık tarihini kabaca incelediğimizde, ilk insanın yaratılması, çocuklarının doğumu ve büyümeye başlaması ile birlikte bir güç, iktidar ve paylaşım savaşı karşımıza çıkmaktadır! Peki neden? İnsan, dünyada neyi paylaşamıyor veya neleri bölüşemiyor? Dünyada kalma süresi insan için dün, bugün ve yarın olduğu gerçeğine rağmen! Yoksa bazı insanlar için dünya ve dünyadaki makam, mevki, güç ve iktidar, ebedi olarak kalma yeri midir? Bilemiyoruz! Böyle bir bilgi ve belgeye sahip olan var mıdır? Hem de Nemrut ve Firavun gerçeği karşımızda ders ve ibret alabilmek için dururken! Bu kadar dünyalık talep, güç ve iktidar savaşlarına rağmen başkaca bir soru aklımıza gelmiyor! Dünyalık makam, mevki, para, kadın, güç ve iktidar olabilmek için milyonlarca insanın ölmesine ve sakat kamasına sebebiyet verecek hesap ve oyun içinde olmaya değer midir? Ya da dünyalık makam, mevki, para, kadın, güç ve iktidar için küresel güçler ile birlikte hareket etmeye, bölgesini ve ülkesinin de talan edilmesini, yağmalanmasına ve sömürülmesine sebebiyet verecek bir durumda işbirlikçi olmaya değecek midir? Demek ki bazıları için değiyordur! Ne diyorsunuz?!

İlk insan ve çocukları ile birlikte dünyada iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, yaşatma ve yok etmek savaşını görmekteyiz!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, yeryüzünde bir insan yaratacağım dediği zaman! Hem de, meleklerin yeryüzünde kan akıtacak bir mahlûk mu yaratacaksın gerçeğine rağmen! Habil, iyiliğin, güzelliğin, doğrunun ve özgürlüğün simgesiyken, Kabil, kötülüğün, çirkinliğin ve dayatmacılığın temsilcisidir! Bütün dayatmacılar için şiddette sınır yoktur! Amaçlarına ulaşmak için tıpkı Kabil gibi, kardeşlerini bile öldürebilir.

Habil ve Kabil insanlar arasındaki evrensel olan zihniyet çatışmasının, ilk insan topluluklarından başlayıp, kıyamete kadar devam edeceğini gösterir.  Aslında bu çatışma, iktidar ve güç sahibi olma, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, yok etme ile yaşatmanın, özgürlükçü ile dayatmacının savaşıdır. Amaç sadece iktidarı ele geçirmek ve güç sahibi olmaktır!.

Değerlere bağlı Habil ve değersizliği savunan Kabil tarafından öldürülür. Kabilin yolundan gidenler şiddete sırtını dayar; İyilik ve güzelliklere karşı da aklını, gönlünü ve yüzünü kapatır! Çünkü Kabil soyundan gelenler, şiddetin dozunu arttırdıkça güçlerini de büyüteceklerine inanır. İnsan için Allah’ın emrine muhalif, Kabilce çözümler yerine, Habil’ce duruş ve davranış sergilemek esas olmalıdır!

Yakın tarihimiz ve günümüzde Kabil soyundan gelenler bugün karşımıza KABALA kültürü olarak çıkmaktadır!  Kelime ve kavram olarak Kabala ve Kabil aynı kökten gelmektedir!! Konuyu uzmanı olan dil bilimcilere bırakmak en doğrusu olacaktır! Eski Mısır’dan Yahudiliğe devrolunan öğreti, Kabala’dır. Kabala, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik, gizemli, bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile ilgilenmiştir.

Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, Gizli İlmin Geleneği adlı kitabında Kabalayı şöyle tanımlar. Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu, semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur.

Kabalayı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri Die Kabalada, Kabala büyü ilişkisini şöyle vurgular. Kabala, büyünün genel teorisine bağlanır.  Kabala, bilgiye bağlı bir öğreti olmadığı gibi Yahudi Kanununun mantıklı bir açıklaması da değildir. Kabala, bazen karanlıklara dalarak, bazen de aydınlığa çıkarak, Kabilce yıkım ve çözüm için beş bin yıl boyunca yayılmıştır.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli; Türk milliyetçileri, zulme, çileye, haksızlığa, iş birlikçilere karşı sabır, akıl, iman ve azimle meydan okumanın bir kudreti, her zaman ve her seviyede milli birlik ve kardeşlikten yanadır. Yanlışa yanlış demek, hıyanet ve karanlığın karşısında milli ve ahlaki tavır göstermek hem vakarımızın gereği, hem de üstlendiğimiz milli görevin gayesidir. Türk milletine tuzak kuranlardan hesap sormak, Türkiye’ye parmak sallayanlara haddini bildirmek tarihi bir sorumluluğumuzdur. Küresel tehditlerin, bölgesel tehlikelerin ve emperyalist kuşatmaların tesirsiz hale getirilip püskürtülmesi hususunda dün olduğu gibi bugün de kararımız kesin ve duruşumuz katidir. Elbette bir olacağız, sağlam birlikteliğimizle, ülkemizin ve milletimizin bekasını mutlaka koruyacağız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi kaderine kendisi yön verecek, Cumhur İttifakı da istikbalin mimarı ve istiklalin muhafızı olacaktır. Türkiye’nin varoluş mücadelesinde, Türk milletinin beka ve payidar davasında sorumluluk alan, samimiyetle elinden gelen çabayı gösterecektir. Unutulmasın ki, Türk milleti sevdasını yüreğinde taşıyan, fazilet ve fedakarlık burcu evlatları sayesinde, adından ilelebet söz ettirecek, anılarından ve kutlu varlığından her daim bahsettirecektir, şeklindeki konuşmaları ve vurgularının, günümüz dünyasındaki para, iktidar ve güç savaşında kabil ve kabala zihniyetindeki tüm küresel emperyalist güçler ve de yerel işbirlikçilere karşı çok manidar olduğunu düşünüyorum!

Bugün Ramazan ayının ilk Günü!  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Rahmet, Mağfiret ve Cehennemden azad olunacak zaman dilimlerini içinde barındıran Mübarek Ramazan ayının tüm iman ehline, sağlık, sıhhat ve afiyet içerisinde, emrettiği üzere ve rızasına uygun bir Ramazanı şerif geçirmeyi nasip eylemesini dilerim. Tüm İman ehli Müminlerin de İslam dinine yaraşır bir şekilde birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde maddi, manevi feyiz ve bereket iklimine erişmesini, tüm insanlığın kurtuluşuna ve tüm mazlum milletlerin de barış ve huzura kavuşmasına vesile olmasını Yüce Allah’tan dilerim.

SİYASET Kurumu Yeni bir YOL Ayrımında!..

Türkiye’deki siyasi partiler tarihini kabaca incelediğimizde, her on yılda veya daha kısa sürelerde, aynı ekolden gelen, bir siyasi parti ile görev değişimi karşımıza çıkmaktadır! Peki neden? Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Cumhuriyet Halk Fırkası ve bünyesinden ayrılmak sureti ile serpilmeye çalışan diğer partiler! Ayrılan yeni partilerden biri hariç hiç birisi yaşama şansı olmamıştır! Neden? Cumhuriyetin kurulması akabinde ki siyasi süreç 1946 yılına kadar tek partili siyasi sistem olarak yolculuğuna devam etmiştir! Tük Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet geleneği artık tek partili bir sistem ile yolculuğuna devam edemeyeceğine karar vermek sureti ile CHP içinden yani aynı ekolden bir partinin çıkması ve 1950 yılındaki seçimlerde iktidara taşınması siyaset yolculuğuna devam etmiştir! On yıllık hizmet ve kalkınma hamleleri sonrasındaki bir askeri darbe ile bu siyasi hareket ve ekol durdurulmuştur! Neden ve nasıl olduğunu siyaset bilimci ve tarihçilere bırakıyoruz! 1960 ve 1970’li yıllarda ise yine aynı ekolden yani DP’nin devamı bir partinin içeriden çıkarılması, iktidara taşınması ve bir başka darbe şekli olan 12 Mart muhtırası ile durdurulması! 1970 ve 1980 arasında yaşananlar ve 12 Eylül askeri darbesi bir önceki on yıldan hiçbir farkı yoktur!  Yani bu ülke her on yılda bir siyasette dejavu yaşamıştır!  1990 ve 2000’li yıllar arasındaki sosyal, siyasi ve ekonomik krizleri, sonrasında yaşanan 28 Şubat post modern darbesini hatırlamak dahi istemiyorum! Siyasi süreç ve siyaset tıkanmaya başladığı dönemlerde kadim Türk Devlet aklı ve kadim Türk Devlet geleneği devletin bekası ve milletimizin de birliği adına aynı ekoldeki bir siyasi partinin içinden yeni bir parti çıkarmak ve iktidara taşımak sureti ile serencamını sürdürmüştür! 2001 yılında Refah partisinin içinden AK Partinin kurdurulması, 17 yıllık hizmet, değişim, dönüşüm ve kalkınma sürecini de bu şekilde değerlendirebiliriz!

Siyasal partiler siyasal hayatın çok önemli unsurlarından biridir. Siyasi partileri, tarihsel süreç içerisindeki hizip, çıkar ve baskı grupları gibi ilk oluşumlar olarak değerlendirilse de, siyasal partilerin varlığı daha yakın bir tarihe tekabül etmektedir. Siyaset bilimciler, 1850’li yıllara kadar Amerika dışında bugünkü anlamda siyasal partilerin olmadığını; fikir akımları, halk kulüpleri, felsefi dernekler ve parlamento grupları olarak var olduğunu, ancak gerçek siyasi partilerin olmadığı, şeklinde ifade etmektedir. 1950’den sonra ise siyasi partilerin, Batı dışındaki coğrafyada hızlı bir şekilde yaygınlaştıkları, siyaseti ve iktidarı ele geçirmenin en önemli aracı haline geldiği gözlemlenmektedir.  Siyasi parti değerlendirmesinde iki ana dönem ortaya çıkmaktadır. Birincisi; toplumların tarihsel gerçekliklerine bağlı olarak hangi koşullarda parlamenter bir yapı ürettiği ve buna bağlı olarak bu sürecin siyasal partilere nasıl evrildiği!. İkinci dönem ise, 2. Dünya Savaşı sonrasında bu örgütlenmelerin kurumsal anlamda nasıl değişimler yaşayarak günümüz modern siyasal partilerine dönüştüğünü içermektedir.

Türkiye’deki siyasi partilerin kuruluşu ve gelişme sürecini de şöylece izah edebiliriz.  Siyasal partilerin kuruluş süreci Osmanlı İmparatorluğundan bu yana süre gelen bir geçiş özelliğine sahiptir. Türkiye’de kurulan siyasal partiler sistemini, Osmanlıdan devir alınan parlamenter geleneğin oluşum süreçlerinde aramak gerekmektedir. Türk toplumlarında ki ‘meclis kavramı kurulan ilk Türk devletlerinden’ itibaren mevcuttur. Ancak Anayasal bir süreç olarak parlamenter sistemin oluşumu 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı siyasal sisteminde kendisini göstermektedir. Bu anlamda Türkiye’nin ilk yazılı anayasası 1876 yılında yapılan Kanun-i Esasi ve Kanun-i Esasi’ye giden yolda ise 1808 Senedi-i İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı gibi hadiseler anayasa sürecine geçilmesinde atılan önemli adımlar olarak değerlendirilmektedir. Bu anlamda asker ve sivil bürokrasinin temsil ettiği aydınlar Osmanlı ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinde değişimin önemli aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinde siyasi partilerin oluşum şekli itibariyle, yönetici elitin temsil ettiği merkez ve yönetilenlerin oluşturduğu çevre arasında vuku bulmuş ve partiler de bu çatışmadan vücut bulmuşlardır.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve akabinde ki tek partili sistem, 1946 yılında geçilen çok partili süreç ve sonrasında yaşadığımız darbe, inkıta, muhtıra, post-modern darbe ve e-muhtıradan devlet ve millet olarak dersler çıkarmış olmamız gerekmektedir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte devlet ve siyasi partiler olarak yeni bir sürece evrildik! 17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi bizlere iki partili bir siyaset sistemini dolaylı olarak dayatmaktadır! Kurucu iradeyi temsilen iki ana damar güçlü partinin yanında bunlara destek olacak olan küçük yandaş partiler! 1946 yılında Cumhuriyet Halk partisi ekolünden gelen Demokrat Patisinin çıkarılması ve iktidara taşınması sureti ile başlayan kadim devlet aklı devlet yönetim ve siyaset süreci, 2001 yılında Refah partinin içinden yani aynı ekol olarak AK Partinin çıkarılması ve iktidar olması ile bu sürecin son bulduğunu düşünüyorum! 2016 yılında yaşadığımız hain darbe ve kalkışma süreci sonrasındaki, Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçilmesi ile birlikte,  kadim Türk Devletinde artık başka bir akıl, başka bir strateji, başka taktik ve yönteme geçilmesine ihtiyaç duyulmaktadır! Peki, nedir bu geçiş veya değişim dediğinizi de duyar gibiyim! Kadim Türk Devlet Aklı,  devlet yönetim sistemi ve siyaset geleneğinin, Siyasal parti ve iktidar olma sürecini yeni dönem ve yeni yönetim sistemi ile birlikte,  AK Partinin içinden çıkması muhtemel bir veya birkaç parti ile yolculuğuna devam etmeyeceği kanaatindeyim! Bugün, yeni siyaset ve yeni devlet yönetim modelinin Kuvayi Milliye ruhu, kadim devlet ve kurucu irade geleneği ve kültürüne sahip iki partiden birisi ile Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet geleneğinin denetim ve kontrolünde yapılmakta olan bir tercih sureti ile 2023, 2053 ve 2071 vizyon, hedef ve yolculuğuna başlayacaktır, diyorum!