Sopayla KİLİME Vuranın Gayesi!

Siyaset dünyası veya arenasında, bir kişiyi ya da bir siyasi liderin diğer bir parti liderini, ağır eleştiri ve karalamalarına muhatap kıldığına şahit oluruz! Neden diye sormadan geçemiyoruz!

Peki, bu kişiler arasında kan davası yok ise ve eleştirilen ya da karalanan kişi de vatan haini değilse, bu kadar ağır eleştiri veya karalamanın gayesi ve hedefi nedir? Kimin işine yaramaktadır? Buradan kim veya kimler,  nasıl işine yarar diye sorular aklımıza geliyor!

Pazarlama, Pazarlama İletişimi, Marka, Marka Yönetimi, Reklam ve PR çalışmalarının temel kuralı; Reklam ya da PR çalışmasının kurum veya marka adına, iyisi ya da kötüsü olmaz! Peki, durum veya sonuç gerçekten böyle midir?

Kitlelere bir şeyin ne kadar kötü olduğunu söylerseniz, sonuçta öyle bir şeyin varlığını haber vermiş oluruz! İletişim, Reklam ve PR çalışmasının temel hedefi;  ürün, marka, kurum, kişi veya hizmet hakkında hedef kitleye bilgilendirme yapmaktır! Karalama ile rakip, marka ve ürünün bilinirliğine hizmet etmiş olmaktadır!

Peki,  günün her saati rakibi tarafından kötülenen, eleştirilen veya karalanan bir marka, bir kişi ya da bir kurum bu durumdan ne kadar etkileniyor? Ya da kitleler böyle bir duruma nasıl bir tepki veriyor?

Siyasi rakip tarafından yapılan karalama, eleştiri, bilgilendirme veya yönlendirme süreci neden ve nasıl olmaktadır? Ya da şöyle devam edelim! Siyasi rakip bu işi bilinçli veya kasıtlı bir şekilde, kitleleri karşı tarafa bloke ya da konsolide etmek için yapıyor olabilir mi? Neden olmasın? Başkaca ne gibi bir hedefi olabilir ki? Siyaset tek bir gaye için yapılır;  partinizi iktidar yapmak!

19. yüzyılda, Amerikan Show Man Phineas’ın ortaya attığı kötü reklam yoktur görüşü, 20. Yüzyılda Amerikan gazeteleri tarafından zekice yapılırsa her reklam iyidir şeklinde destek görmüştür! 

Ünlü yazar Oscar Wilde bu konuda;  konuşulmaktan daha kötü olan tek şey konuşulmamaktır, diyor! Yani rakibin sizi konuşması, eleştirmesi ya da kötülemesi de bir reklam ve PR çalışmasıdır! Peki, bu süreç planlı bir şekilde, ürün veya kişi, kitleler nezdinde parlatmak veya bilgilendirmek adına yapılıyor olabilir mi?

Stanford Üniversitesi’nde Profesör Alan Sorensen,  mezkûr sorunun cevabını merak ederek bir araştırma yapmıştır! New York Times gazetesindeki kitap yorumları üzerine bir inceleme yapmış ve eleştiriler olumsuz yönde olsa da, eleştiri yapılan kitapların satışında % 42 oranında bir artış yaşandığı tespit edilmiştir!

Peki, böyle bir işlem, siyasetteki güçlü rakibiniz tarafından bilinçli bir şekilde yapılıyorsa, ne düşünmek gerekir? Siyasi rakibinizin gerçek niyeti sizi kötülemek veya karalamak mıdır? Yoksa, kitleler nezdinde sizi parlatmak ve yaklaşmakta olan bir seçimde kitlelerin bir şekilde sizin partinize yönelik bloke veya konsolide etmek için yapılıyor olabilir mi?

Böyle bir süreç veya işlem, Kadim bir Akıl tarafından planlı bir şekilde yapılıyor olabilir mi? Neden olmasın?

Kadim Anadolu diyarı ve dünyanın merkez üssü konumunda ki Türkiye’de, Kadim Türk Devlet Aklının içinde olmadığı bir plan, bir hesap ya da bilgilendirme, yönlendirme kimin işine yarayacaktır? Ya da hangi dış güçler bu işe müdahil olacaktır? Böyle bir durumda ülkeniz ne durumda kalacaktır?

Üzülme! Der;  Hz. Mevlana ve devam eder;

Bir yandan korku,

Bir yandan ümidin varsa,

İki kanatlı olursun,

Tek kanatla uçulmaz zaten.

Sopayla kilime vuranın gayesi,

Kilimi dövmek değil,

Kilimin tozunu almaktır.

Allah sana sıkıntı vermekle,

Tozunu, kirini alır.

Niye kederlenirsin?

Taş taşlıktan geçmedikçe,

Parmaklara yüzük olamaz.

Yüzük olmak dileyen taş,

Ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır!  ( Hz. Mevlana )

Balkanlar ve Bosna!

1. ve 2. Dünya Savaşlarının çıkış noktası Balkan bölgesidir!  Bugün de küresel ve emperyalist güçler, bölgeye büyük çaplı yığınak yapıyor! Neden acaba? İskeçe ve Dedeağaç çıkarmaları, Kosova ve Arnavutluk aksında yaşanan kriz, tehlikenin habercisi ve tetikleyici unsurları! Gerilimin dozu düşürülemez ise 3. Dünya Savaşı aynı bölgeden çıkacak gibi! Peki, durum gerçekten de öyle midir?

1. Dünya Savaşı’nın görünürdeki sebebi, Avusturya-Macaristan veliahdı Franz Ferdinand’ın Saraybosna’yı ziyareti esnasında bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesidir! Savaş sonrası; Osmanlı, Çarlık Rusya ve Avusturya-Macaristan imparatorluğu parçalanmış, Çekoslovakya, Yugoslavya, Macaristan ve Polonya adında yeni ülkeler kurulmuştur!

1. Dünya Savaşının asıl sebebi, Sanayi İnkılâbının getirdiği hammaddeye ihtiyacın artması, devletlerin pazar arayışı ve sömürgecilik anlayışıdır!  Ssvaşı kaybeden Almanya büyük bir ekonomik krize mahkûm olmuştur! Alman ekonomisi çökmüş ve halk fakirlikten isyan eder duruma gelmiştir!  1. Dünya Savaşı’nın sonuçları çıkar ilişkilerinde Almanya ve İtalya gibi devletlerinin aleyhine olunca, bu iki devlet saldırgan olmuş ve 2. Dünya savaşının fitilini ateşlemişlerdir!

Yugoslavya’nın kuruluşu, 1. Dünya Savaşı sonrasına dayanıyor! 1. Dünya Savaşının ardından imparatorlukların yıkılması ile Avrupalı devletler Balkanların durumu ile ilgili birçok karar alır!  Balkan toprakları üzerinde yeni bir devletin kurulma arzusu Versay Anlaşmasına da geçer! Savaşın galipleri tarafından, yeni kurulacak devletin ismi Güney Slavların Ülkesi – Yugoslavya olarak belirlenmiştir! Peki, neden? Yeni bir yüzyıla girerken tekrardan parçalamak için olabilir mi?

Yuğoslavya Devlet Başkanı Tito’nun ölümü akabinde, 1986-1992 yılları arasında yaşanan kanlı iç savaşlar sonrası, Yugoslavya parçalanmıştır! Aşırı milliyetçi Slobodan Miloşeviç ve onun desteklediği militanlarca Büyük Sırbistan’ı kurma hayalleri ile sistematik bir katliam gerçekleştirilir!

Son günlerde, Bosna Hersek’te, Sırp tarafından gelen açıklamalar tansiyonu yeniden yükseltmiştir! Devlet Başkanlığı Konseyinin Sırp üyesi Milorad Dodik, bağımsız ordu, yargı ve vergi düzenlemesine gidecekleri yönünde ayrılıkçı ifadeler kullanmaktadır! Sırp tarafının gerilimi kasıtlı olarak yükselttiğini ve bölgeyi yeni bir kaosa sürüklemeye çalışmaktadır! Ya da Sırp lideri gazlayan kim veya kimlerdir?

Bosna Hersek, Yugoslavya Federasyonu’nun dağılması ile birlikte ortaya çıkan yeni devletlerden biridir! 1991 yılında önce Slovenya daha sonra Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmesi ile başlayan süreç, 1992 yılında Bosna Hersek’te bağımsızlık için bir referandum düzenlenmesiyle devam etmiştir!

Bosna Hersek; 1992 yılında Yugoslavya’dan ayrılmak için bir referandum düzenlenmiş fakat bu referanduma ülkede yaşayan Sırplar katılmamış ve referandumu protesto etmiştir! Referanduma katılan Boşnak ve Hırvatların yaklaşık % 98’i bağımsızlık için evet oyu vermiştir!

Bosnalı Sırplar ve Sırbistan referandum sonucunu kabul etmeyip, Bosna Hersek’e savaş açmıştır! Üç yıl süren, yüz binlerce insanın ölmesi, binlercesinin toplu katliamlara kurban gitmesi ile sonuçlanan ‘Bosna Savaşı‘ yaşanmıştır. Bosna Hersek’in karmaşık idari yapısı, ülkede 1992 – 1995 yılları arasında yaşanan bu iç savaşı sonlandırmak için imzalanan Dayton Anlaşması ile atılmıştır!

Dayton Anlaşması çerçevesinde, Bosna-Hersek Cumhuriyeti, iki devletten oluşmaktadır! Bosna-Hersek çift meclisli bir yasama organı ve üç üyeli Cumhurbaşkanlığı ile yönetilir ancak merkezî hükümetin gücü oldukça kısıtlıdır! Bosna-Hersek Federasyonu 10 kantona ayrılmış, her birimin siyasi ve ekonomik yapılanması birbirinden farklıdır!

1. ve 2. Dünya Savaşından kalma sorun ve ana kütleden kopartılmış bölgesinde sorun çıkaran devletçikler ve sorunlu bölgeler ile yenidünya sistematiği kurulamaz! Bosna veya bir başka kadim Türk diyarında katliam yapılmasına Türk Devlet Aklı asla izin vermeyecektir! Dünyanın egemenleri, para ve canlarının güvenliği adına yüzyıl önceki sorunlar ile yeni bir yüzyıla girmek istemiyor! Peki, böyle bir durumda bu bölgelerde barış ve huzur nasıl sağlanacaktır? Tabii ki Türkler olmadan asla!

Kadim Türk Devlet Aklı nezaretinde, Türk Devletleri Teşkilatının kurulması ile birlikte, özellikle yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyası, Balkanlar, Asya, Afrika ve Ortadoğu’da Türkler olmadan barış ve huzuru temin edemezler! Her şeyleri yok etmek ve öldürmek üzerine kurulu sistemler, barış ve huzur dolu bir dünya kuramaz!

Türkler olmadan mezkûr bölgelerde adım dahi atamazlar! Sadece yakar,  yıkar ve öldürürler! Türk; ihya ve inşa demektir! Türk, medeniyet demektir! Türk; Adalet, hakkaniyet ve mazlumlara da hamilik demektir! İhya ve inşa üzerine kurulu Türk medeniyeti asrı yeniden başlıyor!

Dün, Karabağ bölgesinde olduğu gibi Balkanlar bölgesinin hamiliği de Türklere devir edilecektir! Aksi halde canları, paracıkları, tanrıları ve malları tehlikeye girer! Paracıkları ve can emniyeti için dünya insanlığı adına neler olabileceğini düşünmek dahi istemiyorum! 1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi, daha çok para kazanmak ve yığmak adına milyonlarca insanı hiç düşünmeden öldürebilirler!

Türklerin Mirası Projesi!

T.C Cumhurbaşkanlığı himayelerinde hayata geçirilen Türklerin Mirası Projesi;  Türklerin tarih sahnesine çıkışından Anadolu Selçuklu Devletinin yıkıldığı 1308 tarihine kadar ki macerasının anlatıldığı 18 bölümlük bir belgesel film dizisi ve Türklerin mirasının anlatıldığı 17 ciltlik dev bir külliyattan oluşmaktadır!

Türklerin Mirası Projesi ile Türk kültürünün diğer dünya kültür değerlerine olan katkılarını ele alabilmek ve tarihî bir sorumluluk anlayışıyla Türk kültürünün evrensel manada dünyada hüküm sürdüğü alanlara dikkat çekmek hedeflenmektedir!

Konya / Selçuklu Belediyesi, Türk kültür tarihinin en büyük projelerinden birisi olan Türklerin Mirası Projesi ana ortaklarındandır! Türklerin Mirası projesi, 36 ayrı ülkeden eserlerin yer alacağı devasa bir çalışma olarak, 29 Ekim 2023 tarihine kadar tamamlanacak ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 100. yılına armağan edilecektir!

Konya Aydınlar Ocağı tarafından yürütülen Türklerin Mirası projenin devamında, Türklere ait olan değerlerin bir arada olduğu eserler “Türkler Sergisi” adı altında Ankara’da ilgilileri ile buluşturulacaktır!

Projede; Orta Asya, Mezopotamya kültürleri arasındaki ilişkilerin ele alınacağı, bunun neticesinde Türk kültürünü oluşturan değerler ve bu değerlerin birbirleriyle olan ilişkilerin gün yüzüne çıkarılacağı ve Türk kültürünün tarihsel süreç içerisindeki gelişim aşamaları tüm yönleriyle ortaya konulmuş olacaktır!

Proje kapsamında; -Saka-Hun-Avar-İskitler-Kuşanlar-Göktürkler-Uygurlar-İdil/Bulgar Hanlığı/Saciler-Hazar Hakanlığı – Karahanlılar – Gazneliler – Büyük Selçuklular-Harzemşahlar-Atabeylikler-Delhi Türk Sultanlığı- İlhanlılar- Altınordu-Memluklular-Timurlu-Babür İmparatorluğu mimari eserleri ile müzelik eserleri envanterleşecektir.

Proje kapsamında; Çin-Güney Kore-İran-Azerbaycan-Irak-Ermenistan-Kazakistan-Özbekistan-Tacikistan-Türkmenistan-Kırgızistan-Rusya-Afganistan-Pakistan-Hindistan-Ürdün-Lübnan-Suriye-Mısır-Yemen-Ukrayna ve Nahcivan özerk cumhuriyeti gibi saha ülkeleri ve ABD, Rusya, Almanya, İngiltere,  Fransa, Danimarka gibi müze ülkeleri!

Kadim Türk Devlet Aklı nezaretinde ki; İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ev sahipliğinde ki 7 – 14 Kasım tarihlerinde Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlama ve etkinlikleri! 

8 – 12 Kasım tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Korkut Ata Türk Dünyası Film Festivali!

12 Kasım tarihinde, İstanbul – Demokrasi ve Özgürlükler Adasında gerçekleştirilen, Türk dünyasının liderlerini bir araya getiren, Türk Konseyi ve yeni ismi ile Türk Devletleri Teşkilatı 8. zirvesi ve zirvede alınan kararlar çerçevesinde, Cumhurbaşkanlığı himayelerinde hayata geçirilen ve Selçuklu Belediyesinin de ana ortaklarından olduğu, Türklerin Mirası Projesini çok manidar ve dikkate değer olduğunu düşünüyorum! Türk asrı yeniden başlıyor! Medeniyet doğudan Türkler ile yeniden başlıyor!

Türk Konseyi, Türk Devletleri Teşkilatı arasındaki işbirliği mekanizmalarının en üstünde yer alan çatı kuruluş olarak kabul edilmektedir!  Türk Konseyi / Türk Devletleri Teşkilatının bu çerçevede ilişkili alt kurumları şu şekildedir! TÜRKSOY (Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı),  TÜRKPA (Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi), Türk İş Konseyi, Türk Akademisi, Türk Kültür ve Miras Vakfı, Türk Konseyi Ortak Ticaret ve Sanayi Odası!

Türk Dünyası’nın UNESCO’su olan TÜRKSOY;  1993 yılında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanları tarafından imzalanan anlaşmayla kurulmuştur.

TÜRKSOY; kurulduğu günden bu yana Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve Türk dünyasının ortak değerlerinin uluslararası seviyede tanıtılarak kitlelere yayılmasını sağlamak için çalışmalar yapmaktadır! Sekretarya merkezi, Ankara’da bulunmaktadır!

TÜRKSOY;  Türk halklarının gönül birlikteliği ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmalar yürütmektedir!

Türk ifadesi ile bazı aklı evvel takımı ırkçılık yaptığımız zannedebilir! Türk; Adalet dağıtan, Hakikat ehli ve mazlumların da hamisi demektir! Tarihten Türkleri çıkarırsanız, ortada tarih diye bir şey kalmaz! Türk, medeniyet inşa ve ihya edendir! Türk, insanlık tarihinin hiçbir döneminde zulüm yapmamıştır! Türk, insanı yaşat ki devlet yaşasın çerçevesinde hareket edendir!

Türklerin Anadolu’daki varlığı beş bin yılı geçmektedir! Diyarbakır ili Çınar ilçesindeki,  Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilmiş Zerzevan Kalesi ve kale içinde ki Mithras Tapınağı ve Anadolu’daki başkaca kalıntılar ile Anadolu’nun kendilerine ait olduğu zehabına kapılanlara,  Türk tarihinin belge ve eserleri ile Dur demenin tam vakti ve zamanıdır! Anadolu, Kadim bir TÜRK yurdudur! Konya / Selçuklu da,  Anadolu Türk yurdunun kadim başkent / payitaht merkezidir!

Türk Dünyası Sanat Etkinlikleri ve Kadim Türk Devlet Aklı!..

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ev sahipliğinde, Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlama ve etkinlikleri, 7 – 14 Kasım 2021 tarihlerinde, Cemal Reşit Rey Konser Salonu ve Topkapı Türk Dünyası Kültür Mahallesinde gerçekleşecek! Her bir ülkenin gelenek ve kültürlerinin tanıtılacağı etkinlikler kapsamında;  konserler, dans gösterileri, edebiyat söyleşileri, sergiler ve atölye çalışmaları yapılacak! Bağımsızlıklarını kutlayan beş ülke ve Türkiye’den sanatçı ve zanaatkarlarla gerçekleşecek el sanatı sergileri, geleneksel çocuk oyunları, ülkeler hakkında gezgin sunumları ve gastronomi tadımlarının yanı sıra dinletiler de Topkapı Türk Dünyası Kültür Mahallesinde yer alacak!

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlama ve etkinlikleri açılış konuşmasında; Türk Dünyasının çok değerli parçaları, dost ve kardeş ülkeler, Azerbaycan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’ın bağımsızlıklarının 30. yılını İstanbul’da kutlamanın gururu ve mutluluğu içindeyiz!  İstanbul, Türk Dünyasının en büyük kenti ve göz bebeği olduğunu ve Türk Dünyasına ilgisi; asli, manevi, güçlü ve süreklidir!  Türk Dünyasının tüm mensuplarının birbirlerinin gelenek ve kültürlerini öğrenmek için çok daha ilgili, hevesli ve çalışkan olmak mecburiyetindedir!  Türk dünyasının bu ilişkilerine dair sürece, asla ve asla hiçbir hamasi, hiçbir siyasi duyguya alet etmeksizin birbirimize sıkıca, kuvvetli bir biçimde bağlılığı ön planda tutmalıyız,  şeklinde konuştu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlamalarında yaptığı konuşmasında, Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına kavuşmalarının Türkiye’deki herkesin ortak arzusu ve bu arzunun gerçekleştiğini!  Türk dünyasının önemli bir sanata sahip olduğunu, sanatın değişik alanlarında önemli eserler gördüğü hepimiz biliyoruz! Sanatı, 21. yüzyıldan itibaren yumuşak güç olarak tanımlıyoruz! Bir resim, bir sinema filmi bir öykü, bir roman, bir karikatür milyonları etkileyebiliyor! Ve dolayısıyla sanatın özellikle 21. yüzyılda iletişimin çok genişlediği bir çağda olağanüstü bir önemi var! Sanatı büyütebilirsek, Türk Dünyası olarak geliştirebilirsek daha çok kaynaşabilirsek, kültürlerimizi birbirimize daha yakından aktarabilirsek, sanat dünyasının entelektüellerini zaman zaman bir araya gelip tartışmalarına olanak verebilirsek, son derece değerli bir görevi yerine getirmiş oluruz, şeklinde ki ifade ve vurgularının, 12 Kasım tarihinde Türk Keneşi – Türk Konseyi İstanbul zirvesi öncesinde çok manidar ve dikkate değer olduğunu düşünüyorum!

Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi ya da Türk Keneşi – Türk Konseyi, genel olarak ekonomik, siyasi, bilimsel, kültür, eğitim, çevre, enerji, ulaşım, yatırım ve finans alanlarında, askeri ve hukuki çok taraflı iş birliğinin geliştirilmesi için çaba harcıyor!

12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da yapılacak, Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konsey toplantısında, Konsey isminin “Türk Dilli Konuşan Ülkeler” olarak değil “Türk Devletler Konseyi” ya da ”Türk Birleşik Devletler Birliğine” dönüşmesi büyük önem taşıyor! Türk dünyasının birlik ve beraberliği hususunda engel oluşturan yaklaşık 250 yıllık parantez kapanıyor! Bölge ülkelerinin bağımsızlıklarının üzerinden otuz yıl geçtiği ve Türk Konseyi çalışmalarının da on yıl olduğu düşünülürse, bunun tarihi bir başarı olduğu anlaşılacaktır!

Türk Dilli Konuşan Ülkeler ya da ‘Türk Birleşik Devletler Birliği’ 2030-2040 vizyonu özellikle ekonomi alanında işbirliği ve ortak pazar gibi konular gündeme gelebilir! Bu strateji ve vizyonla ilgili kararlar ise 12 Kasım tarihinde İstanbul’daki resmi zirvede ele alınacak!

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi ev sahipliğinde, 7-14 Kasım 2021 tarihindeki Türk Dünyası Ülkeleri 30. Bağımsızlık Yılı Sanat Kutlamaları ve yine 12 Kasım 2021 tarihinde İstanbul’da yapılacak olan Türk Dilli Konuşan Ülkeler zirvesinin arka planında Kadim Türk Devlet Aklının olduğunu bir kenara not edelim!

2023 – 2053 ve 2071 Büyük ve Güçlü Türk Devleti vizyonu ve hedefleri çerçevesinde, Kurucu İrade ve Kuvay-i Milliye ruhu siyaset temsilcilerinin, Türk Devlet Aklı tarafından yeni dönem için hazırlanmakta,  perde gerisinden PR çalışmalarının yapılmakta ve kitlelerin de yeni döneme matuf bu minvalde konsolide edilmekte olduğunu düşünüyorum!

Pandemi ile Gelen Meta-verse!..

Covid-19 pandemisi milyonlarca insanı evden çalışmaya teşvik etmesiyle,  dijitalleşme çabaları büyük ivme kazanmıştır!  Birçok şirket, evden çalışanlar için ofisteki çalışan etkileşimini dijital olarak kopyalamaya çalışıyor!  

DW (Almanya’nın Bonn ve Berlin kentlerinden yurt dışına 30 farklı dilde radyo, televizyon ve internet üzerinden yayın yapan medya kuruluşu )  evden çalışanlar için, iş arkadaşları arasında gündelik sohbeti teşvik etmeye yarayan mola odası ve koridor adı verilen resmi sohbet odaları kullanmaya başlamıştır!

Geçtiğimiz aylarda, Facebook,  meta-verse adlı yatırımı tanıtması ile bu yeni teknoloji dünyada bir anda gündem olmuştur!  Facebook CEO’su Mark Zuckerberg, şu anda interneti dolduran standart iki boyutlu web sayfalarıyla, meta-verse fikrini karşılaştırırken; Sadece içeriği görüntülemiyorsunuz, içindesiniz, tanımını yapmıştır!  Peki, nedir bu meta-verse?

Meta-verse, dijital gerçeklik alanı olarak tanımlanabilir!  Sosyal medya, artırılmış gerçeklik, çevrimiçi oyun ve kripto para birimlerinin özellikleriyle birleştirilen ve kullanıcıların sanal olarak hareket etmelerine,  etkileşimde bulunmalarına olanak tanıyan bir konsept ortaya çıkıyor!

Meta-verse;   meta  (öte) ve universe (evren) sözcüklerinin anlamlarının karışımından türetilen yeni bir sözcük! Tüm sanal dünyaların, artırılmış gerçeklik ve internetin toplamı dâhil olmak üzere, geliştirilmiş fiziki gerçeklik ve fiziki olarak kalıcı sanal alanın yakınsamasıyla oluşturulan kolektif bir sanal paylaşılan alandır!

Meta-verse terimi ilk defa bilim kurgu yazarı Neal Stephenson tarafından 1992 tarihli “Snow Crash” adlı romanında ortaya çıkmıştır! Snow Crash’te Meta-verse, arttırılmış gerçeklik teknolojisiyle donatılmış kullanıcılar tarafından deneyimlenen devasa popüler bir sanal dünyadır!

Meta-verse, gerçeğe yakın sanal dünya, içindeki toplumun karar ve eylemlerine bağlı şekilde sürekli olarak büyür ve gelişir! İnsanlar tamamen sanal olarak yani sanal gerçeklikle girebilecek,  artırılmış ve karma gerçeklik yardımıyla fiziksel alanlarında onun bölümleriyle etkileşime girebilecek!

Meta-verse, internette gördüklerimizden daha fazla sayıda ve çeşitlilikte fırsat üretebilir! Blockchain teknolojisi ile birlikte, ödeme işlemleri, kimlik doğrulama, işe alımlar, reklamlar, içerik oluşturma, güvenlik ve benzeri her şeyi yönetmek için yeni şirketler, ürünler ve hizmetler ortaya çıkacaktır!

Meta-verse, mevcut çevrimiçi platformlar, kullanıcılara belirli hizmetler ve belirli sınırlar içerisinde özgürce hareket etmelerine izin verir! Kullanıcıların kendi içeriklerini oluşturmalarına ve geniş çapta erişilebilir bir dijital dünyada özgürce dağıtmalarına izin verecek.

Meta-verse kullanıcıları, tüm değişiklikleri gerçek zamanlı olarak yaşayacak! Bir kullanıcı herhangi bir değişiklik yaparsa, bu değişiklik kalıcı olacak ve hemen herkes tarafından görülebilecek! Kalıcılığı ve birlikte çalışabilirliği, kullanıcılara modern internete kıyasla daha fazla kimlik ve deneyim sürekliliği sağlayacaktır.

Meta-verse, çalışması için sayısız yeni teknoloji, protokol, şirket, yenilik ve keşif gerekecektir!  Meta verse için şu anda var olmayan bir altyapı gerekiyor! Çünkü internet bu deneyime yakın bir şey için tasarlanmamış ve dosyaları bir bilgisayardan diğerine paylaşmak için tasarlanmıştır!

Meta-verse,  tam olarak işlevsel olması için muhtemelen onlarca yıl var gibi!  Bloomberg Intelligence,  Temmuz ayındaki tahminine göre, henüz yeni bir girişim olan meta-verse, 2024 gibi erken bir tarihte 800 milyar dolarlık bir pazara dönüşebilir, diyor!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, tez ve anti-tez olarak dünyayı insanlığın hizmetine sunmuştur! Tez insan ve anti tez ise iblis yani luciferdir! Sentez ise eşrefi mahlûkat olarak yaratılan insanın kâmil ve iyi insan olması ve Cennette Allah ile müşerref olmasıdır!

Lucifer çocukları dünya yaratıldığı günden bu günlere kadar yerkürede tanrıcılık oynamaya devam etmektedir! Dünya durduğu sürece de devam edecekler!

Yeryüzünde, tanrıcılık oynadıkları her dönemde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, yeni bilgi ve peygamberi vasıtası ile lucifer çocuklarını yer ile yeksan etmiştir!

Lucifer çocukları, Meta-verse ile insan için sanal bir dünya yarattıklarını, insan için fiziki dünyada yaptıkları her şeyi burada yapabileceklerini ve sadece haz peşinde sanal bir insan yaratmaya çalışmaktalar!

Başarabilirler mi? Hiç sanmıyorum! Sadece hedefleri dünya ve haz olan bir yığınları tabii ki kandıracaklar! Hamuru ve mayası toprak olan eşrefi mahlukat insanı, yaratılışın temeli tez ve anti-tez çerçevesinde, topraktan koparmaya ve esfel-i safilin derekesine atmaya çalışıyorlar! Başaramayacaklar!

4 D Kamu İşçilerinin Mağduriyeti!.

Kamu işçileri, bir yıldan az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna, karar verilen görevlerde, belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kimselerdir!

4 D işçi kadrosu;  A, B ve C kanunlarında belirtilenlerin dışında kalan ve bunlarla ilgili olayları gereğince tahsis edilen ve sürekli işçi kadrolarında belirsiz süreli iş sözleşmeleri ile çalıştırılan sürekli işçiler ile mevsimlik ya da kampanya işlerinde çalıştırılan geçici işçilerdir! 4D İşçileri, A ve B işçilerine göre daha az özlük haklarına sahiptir çünkü bunlar sözleşmeli işçilerdir!

4 D işçi kadrosunun hakları;  A, B ve C fıkralarında belirtilenlerin dışında kalan ilgili konuları gereğince tahsis edilen sürekli işçi kadrolarında belirsiz süreli iş sözleşmeleri ile çalıştıran kişilerin sürekli işçilerdir bunların dışında hak ve kanun tanınamaz!

Kanun kapsamında gerçekleştirilecek olan aylık taban aylığı veya kıdem aylığı ile tazminatlar toplamının brüt tutarı bulunan yerde iş kanunları gereğince işçiler için tespit olunan asgari ücret aylığı tutarından daha az ücret uygulanamaz!

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı;  Kamudaki 4 D işçilerin taban ücreti 2021 yılı için 4 bin 100 liraya yükseltilmesine karar vermiştir! Ücretlere, 2021-2022’nin ilk 6 ayı için yüzde 12, diğer 6 aylar için yüzde 5 artı enflasyon farkı oranında zam yapılmıştır!

Mezkûr açıklamalar çerçevesinde, sendikaların ego tartışması veya sendika başkanlarının başkaca şahsi sebeplerden kaynaklı,  şehrimizdeki bazı kamu kurumlarında çalışan 4 D işçi ve aileleri mağdur edilmektedir! Mağduriyetlerini gidermek adına, 4 D çalışanları başkaca ek işlerde çalışmaktadır! 4 D çalışanları mali sıkıntıdan kaynaklı işlerine konsantre olamamaktadır! 4 D çalışanları mali olarak çok sıkıntı çekmekte ve bundan kaynaklı bazı ailelerde dramlar söz konusudur! Peki,  kim dur diyecektir?

4 D çalışanları asgari ücretin altında çalıştırılamaz ibaresi kanunda yazmasına rağmen, sendikaların yetki uyuşmazlık ve kavgasından kaynaklı, çalışmakta oldukları kurum sendika yetkisizliğini gerekçe göstermek sureti ile Çalışma Bakanlığının 2021 yılında 4 D kamu işçileri için baz alınması gereken ücretin altında çalıştırılmaktadır! Peki, neden?

Selçuk Üniversitesi bünyesinde, 4 D kadrosunda ki 1500 kişiden fazla sendikalı çalışan, iki sendikanın yetki kavgasının mahkemeye intikal etmesinden kaynaklı,  iki yıldan fazladır mağdur durumdadır! Peki, kimin umurundadır? Ya da bu mağduriyetten birilerinin haberi var mıdır? Yoksa sendika üyesi olurken bize mi danıştılar konumundalar? Ne diyorsunuz?

Selçuk Üniversitesi bünyesinde, 4 D kadrosunda ki 1500 kişiden fazla sendikalı çalışan, Maliye Bakanlığı; sendikaların yetki uyuşmazlığı mahkemesinin devam etmesi, İstinaf ve Yargıtay sürecinin de uzamasından,  çalışanların mağdur edilmemesi adına, 2021 yılı fark ücretlerinin ödenmesini kuruma bir yazı ile bildirilmesine rağmen, kurum; mahkeme sonuçlansın, ondan sonra bakarız ya da çözeriz konumundadır! Neden acaba?

Selçuk Üniversitesi bünyesinde, 4 D kadrosunda ki 1500 kişiden fazla sendikalı çalışan ve aileleri çok zor şartlar altında ve mağdur durumdadır! Yoksa sendika üyesi oldukları için cezalandırılmakta mıdır?

Selçuk Üniversitesi bünyesinde, 4 D kadrosunda ki 1500 kişiden fazla sendikalı çalışan, sendikaların yetki uyuşmazlığı ve kavgasının mahkemeye intikal etmesinden ve mahkemenin de uzamasından kaynaklı,  özellikle ve öncelikle işveren konumunda ki Selçuk Üniversitesi yönetiminden, sonra da Konya Milletvekilleri ve yetkililerden sorunları ve mağduriyetlerinin giderilmesi adına, insani ve vicdani bir çözüm talep etmektedir! Peki, çok şey mi talep edilmektedir? Ya da talep edilen çözüm, kurum tarafından çözülemeyecek kadar çok BÜYÜK müdür? Ne diyorsunuz?!

Siyasi Partiler ve Gündem Oluşturmak!.

Bir siyasi parti lideri ve siyasi kadronun birincil hedefi, kamuoyunda gündem olmak ve gündem oluşturmak, kamuoyunun sorunlarını gündeme taşımak ve iktidarın yok saydığı ya da ilgilenmediği, kamuoyunun sorunlarını kamuoyunda tartışmaya açmak ve çözüm önerileri sunmaktır!

Siyasi partiler, siyasi düşüncelerine göre, ülke ve toplumun sorunlarına yönelik hedefleri, çözüm önerileri ve programları vardır!  Siyasi program çerçevesinde, siyaset iktidar olmak için yapılır! Siyasetçilerin hedefi de iktidar olarak yönetim kadrosunda yer alabilmektir!

Bir siyasi parti ve lideri, gündem belirleme kavramı çerçevesinde,  medya veya kamuoyunun önem ya da öncelik verdiği konuları,  kamunun zihninde önemli ya da öncelikli konular haline getirilmesini sağlamaktır!

Kamuoyunun zihninde yer alamayan bir siyasi parti ve lideri, zamanla silinecektir! Eskilerin ifadesi ile gözden ırak olan elbette ki gönüllerden de uzak olacaktır! Gözlerden ve gönüllerden uzak olma hikayesi de, Kadim bir akıl tarafından yürütülmekte olduğunu hatırlatmadan geçemeyeceğim! Başka bir şekilde kitleleri konsolide edemezsiniz!

Medya ve siyaset birbirinden ayrı düşünülemeyen kavramlardır! Medya siyaset ilişkisinde, medyanın etkinliği söz konusu olabileceği gibi siyaset kurumunun da etkin olduğunu unutmamak gerekir!

İktidar olmak isteyen bir siyasi parti, halkın güvenini kazanmak ve halkı kendi hedefleri, programları, çözüm önerileri ve gerçekleri doğrultusunda bilgilendirme yapabilmesi gerekir!

İnsanlar günlük hayatta siyasi tartışmaları ve politik gündemi medyadan takip etmektedir! Yapılan araştırmalar,  seçmen, siyasal bilgiye ulaşmak için genellikle medyayı başka bir deyişle kitle iletişim araçlarını takip etmektedir!

Gündem Belirleme Teorisi, medya ve siyaset kurumu arasındaki ilişkiyi, bu kurumların gündemindeki konular çerçevesinde değerlendirerek, her iki kurumun birbirlerine olan etkisini belirlemeye çalışmaktadır! Bu model, medyanın haberleri sunuş yoluyla, halkın düşündüğü ve konuştuğu konuları belirlediği düşüncesine dayanır! 

Gündem, kamuoyu, oluşturma, bireylere nasıl düşüneceklerini değil, ne hakkında düşüneceklerini belirtmektedir! Bu süreçte, bireyin kültürel ve ekonomik özellikleri; yaşı, cinsiyeti, gelir durumu, eğitim seviyesi, siyasal, toplumsal ve ekonomik olaylara duyarlılık düzeyi, okuma ve izleme alışkanlıkları gibi değişkenler, gündem oluşturma sürecini olumlu veya olumsuz yönde etkilemektedir!

Gündem belirleme kavramı ile medyanın insanlar üzerindeki etkisini açıklar ve ilk aşama farkında olma ya da farkına varma aşamasıdır! İkinci aşama, bilgi edinme aşamasıyken, üçüncü aşama tutum geliştirme aşamasıdır! Dördüncü aşama ise iletişimi en çok ilgilendiren davranış değişikliği aşamasıdır!

Konu siyaset olunca, buradaki değişiklik, tabii ki yıllardır desteklenen bir siyasi partiden başka bir partiye kitlelerin konsolide edilmesidir!

Konsolide işlemi bazen siyasi partilerin arkalarına almış olduğu bir rüzgâr veya başkaca sosyal ve ekonomik konjonktür, iç ve dış değişkenler üzerine bina edilebilir! 15 Temmuz hain işgal kalkışması ve özellikle de Yenikapı mitinginden itibaren,  Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde, içeride siyasi birliğin tesis edildiğini,  Kadim Türk Aklı nezaretinde, Tarihi Türk Devlet kodlarına dönülmekte olduğunu ve Türk Üçgeninin yeniden hayat bulduğunu yazılarımızda ifade etmiştik!

Artık bu topraklarda bir daha iktidar değişiklikleri dışarıdan etkiler ile olamayacaktır! Siyasetin kendi mecrasındaki iç dinamikler ve Türk Devlet Aklı kontrolünde olacaktır!

Beklenmekte olan siyasi değişim de, Kurucu İrade ve Kuvay-i Milliye ruhu temsilcisi siyasi parti üyeleri üzerinden olacaktır! Yani Yeni Kapı ruhunun gereği yapılacaktır! Dünyanın ve Türkiye’nin bulunduğu şartlar,  Tarihi Türk Devlet Kodları,  Türk Üçgeni, Kurucu İrade ve Kuvay-i Milliye ruhu temsilcilerini işaret etmektedir!

Zamanın Ruhu & Siyasi Değişim!.

Hegel’in meşhur ettiği, zamanın ruhu Almanca bir kavramdır! Mevsimi geldiğinde bir toplumda işlemeye başlayan soyut dinamikler ya da toplumsal yaşamı yönlendiren iklim, olarak açıklanmaktadır! Neymiş efendim! Toplumsal yaşamı yönlendiren iklim!

Dün, ekonomik konjonktür gereği olan siyasal değişim bugün de dejavu yaşanmasına sebebiyet vermektedir! Toplumsal yaşamı yönlendiren dinamikleri ve iklimi doğru okumak gerekir!

Almanca, zeit ve geist sözcüklerinden türetilen zeitgeist; Batı dillerinden Türkçeye zamanın ruhu; aklın fikri, ortak eğilimi, sesi soluğu, olarak aktarılmıştır! 

Liderleri lider yapan, zamanın ruhunu yakalamak, toplumda işleyen soyut dinamikler ve toplumsal yaşamı yönlendiren iklimin lehine olan gelişmelere ön ayak olmak, topluma önderlik ve liderlik yapmaktır!

Toplumsal yaşamı ilgilendiren iklime önderlik ve liderlik yapamayanlar tabii ki bu yarışta geride kalacaktır!

Günümüzde yaşamakta olduğumuz siyasi gündemi tarif eder gibi! Ne diyorsunuz? Ülkemizde şu anda kitlelerin güvenini kazanmış ve kitleleri de sürükleyebilecek bir lidere ihtiyaç vardır!

Ekonomi, insanların olmaz ise olmazıdır! Ekonomiye yani tanrılara yani paraya dokunursanız mutlaka yanarsınız! Ekonomi ve onun en büyük temsilcisi para yığınlar için ateştir! Birileri de planlı bir şekilde ateşi harlamaktadır! Neden acaba?

Bugün, kamuoyunu yönlendirebilecek ve gündemi belirleyen, kamuoyunun tüm sorunlarına da çözüm önerileri getirebilecek,   Kuvay-i Milliye ruhu geleneğinden gelen ve kurucu irade temsilcilerine ihtiyaç vardır! Peki, neden diyebilirsiniz?

Toplumdaki tüm fay hatları derinleşmiş, ekonomik ve sosyal sorunlar büyümüş,  kuruluş ve diriliş dönemlerinde ki milli ruh, milli bilinç, milli birlik – beraberlik ve milli heyecana ihtiyaç vardır! Aksi halde parçalanırsınız ve yok olursunuz!

Bir siyasetçi,  bir siyasi aktör ve lider olarak, gündemi belirleyemiyorsanız değişim yakın demektir! Ya da değişim zilleri sizin için çalmaya başlamış demektir!  Vatandaşın güncel ekonomik ve sosyal tüm sorunlarına çözüm önerisi getiremiyorsanız, değişim için zamanın ruhu sizin için işlemeye başlamış demektir!

Charlie Chaplin; Bu dünyada hiçbir şey kalıcı değildir! Endişelendiğiniz ve dert edindiğiniz şeyler bile, diyor!

Hz. Mevlana, değişim ya da zamanın ruhuna yönelik,  sekiz asır önce ne güzel ifade buyurmuş!  Her gün bir yerden göçmek ne iyi! Her gün bir yere konmak ne güzel! Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş! Dünle beraber gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!

Şimdi; eskileri tekrar etmeyi bırakmalı ve yeni şeyler söylemeli, yeniden kucaklaşmak,  yeniden büyük işler ve yeni yatırımlar yapmak zamanıdır! Çünkü dünya değişiyor ve dönüşüyor! Görmezlikten gelemez ve yok sayamazsınız!

Hazreti Süleyman;  Her şeyin bir zamanı, gökler altında her işin bir zamanı var! Doğmanın bir zamanı var, ölmenin bir zamanı var!  Dikmenin zamanı var, sökmenin zamanı var! Yıkmanın zamanı var, yapmanın zamanı var! Ağlamanın zamanı var, gülmenin zamanı var! Yas tutmanın zamanı var, oynamanın zamanı var! Taş atmanın zamanı var, taş toplamanın zamanı var! Aramanın zamanı var, vazgeçmenin zamanı var!  Susmanın zamanı var, konuşmanın zamanı var! Sevmenin zamanı var, nefret etmenin zamanı var! Savaşın zamanı var, barışın zamanı var!  Değişiminin de bir zamanı var, diyor! Değişime direnmenin akıl ve mantık ile bir izahı da yoktur!

Victor Hugo, vakti gelmiş bir düşüncenin önünde hiçbir şey duramaz, diyor! Değişimin külfetine katlanamıyorsan, değişememenin bedelini ödersin, cancağızım!

Değişimin külfetine katlanamayan bir siyasi liderin çevresinde ki çörekçi, börekçi ve aklı evvel takımı, engel ve zorluk çıkarmakta olduğu için KÜLFET ve ZAHMET ile denenmekte ve muhatap olmaktadır! Direndikçe de Külfet ve Zahmetin boyutu ve dozajı bir miktar daha artırılacaktır!

Bireyin Yasal & Helal Dairede Kalması!

Birey tüm hayatı boyunca, işlemiş olduğu fiiller, yasal ve meşru çerçevede olmak zorundadır! Bireyin yasal çerçevenin dışında işlemiş olduğu herhangi bir fiilden kaynaklı, hukuk ve adaletin karşısında kendisini bulacaktır! Birey toplumda saygın ve itibarlı olmak istediği durumlarda ise hem yasalara uygun davranmalı, hem de toplum tarafından genel kabul görmüş kadim değerlere uygun hareket etmelidir! Aksi halde kişinin varlığı toplum tarafından kabul edilse de,   her daim şüpheli ya da zan altında kalacaktır! Şimdi ne demek istiyorsun dediğinizi de duyar gibiyim!

Kabaca şu şekilde ifade etmeye çalışalım! Bir kurumda ya da iş yerinde çalışan kişi, çalışması ve emeklerinin karşılığı olarak bir ücret almaktadır! Ya da, bir iş insanı, yaptığı işi belli ve bunun karşılığında da devlete vermiş olduğu vergi çerçevesinde kazancı, az veya çok tahmin edilmektedir! Dedesi veya babası padişah değilse ve onlardan da yüklü bir miras kalmadığına göre! Kişinin gelir dengesi, üzerinde ki mal, mülk, tapu ve yaşantısına baktığımızda, böyle bir gelir ile böyle bir yaşantının imkansız olduğu toplum tarafından iddia edilmektedir! Peki, bu nasıl olmaktadır? İşte burada, kişinin yaşantısı ve çalıştığı kurumdaki fiillerinin yasal ve meşru çerçevede ya da yasal ve helal olduğu tartışma konusu olmaktadır! Böyle bir durum tabii ki belli bir noktadan sonra, bu fiili işleyenler,  böyle bir yaşantıya özenen ve onlara teşne olan tipler tarafından kanıksanacaktır! Sonuç olarak,  toplumun dinamikleri ve kadim değerlere zarar verecektir! Tabii ki toplumdaki sosyal barış ve sosyal adalet örselenmeye başlayacaktır!

Hazreti Peygamber efendimiz (sav); Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal,  makam, mevki ve itibar hırsıyla dine ve tüm kadim değerlere verdiği zarardan daha fazla değil, buyurmaktadır!  Kişi; mal, mevki ve makamını korumak için sürüye dalan bir aç kurt gibi etrafında kim varsa parçalamakta,  tüm yasal ve helal çerçevedeki değerleri yok saymaktadır!

Mezkûr açıklamalar çerçevesinde, kişin yaşantısı ve tüm fiillerinin yasal veya meşru mu ya da yasal ve helal çerçevede mi olduğu kamuoyu tarafından tartışma konusu olacaktır! Peki, kişinin, yasal ve meşru ya da yasal ve helal çerçevede olması ne demektir?

Yasallık İlkesi; Suç ve cezaların kanuniliği ilkesidir! Birey hak ve özgürlüklerin korunmasının güvencesini teşkil etmektedir! Bu ilke sayesinde suç ve suçlar karşısında uygulanacak yaptırımlar önceden belirlenerek kişi hürriyetlerinin sınırları çizilmekte, söz konusu yasal sınırların içinde kalan davranışlar serbest kalmaktadır!  Kişi, kendi fiillerine egemen olabilmek iktidarına sahip olduğundan hareketlerini düzenlemek imkânı bulmakta ve yasadışı işlemiş olduğu fiilden dolayı kusurlu saymak mümkün olmaktadır!

Meşruiyet ilkesi;  meşru kelimesi terim anlamıyla, çoğunluk tarafından onaylanan, yasanın, dinin ve kamu vicdanının doğru bulduğu eylem, tavır ve norm anlamına gelmektedir!  Meşruiyet, düşünce veya eylemin bir ana ilke veya ana sebepten hareket ederek haklılığını ispat etme arayışıdır! Bir başka ifade ile meşruiyet kavramı bir kurum veya kuralın kendinin üstünde bulunan hukuksal ya da etik bir norma uygun olmasını ifade etmektedir!

Yazar Alev Alatlı,  Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve devlet erkanının hazır bulunduğu, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen, 2014 Yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde,  ” yasallık ve helallik ” konusundaki yapmış konuşması, kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştır! Konuşma, yasallıkla helalliğin aynı manaya gelmediği,  bu iki kavramın günümüzde birbirleriyle örtüşmediği iddiası üzerine odaklanmaktadır! Vatandaşlar için önemli mesajlar vermekle beraber, özellikle devlet yönetiminde görev alanlar için de adeta bir manifesto niteliğindedir! Devlet yönetiminde görevli memur ve bürokratlar, tüm işlemlerini yaparken,  hem yasalara uymak ve hem de meşru – helal çerçevede kalmak zorundadır!

Yazar Alev Alatlı’nın konuşmasını kabaca incelediğimizde yasal ve meşruluk hakkında şunları ifade etmektedir! Aslolan helalleşmek olmalıdır! Helalleşmek mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır!  Çünkü her yasal hak, helal değildir ve olamaz! Keza iflas eden kardeşinizin haraç mezat satışa çıkarılan evini satın almanız, yasal hakkınız olabilir ama helal değildir! İmar ruhsatı olan bir müteahhit şehrin ufkuna tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir! Yeni ve çok daha ucuz bir enerji türünün pazara girmesini önlemek üzere üretim haklarını satın alan ve dümen altı eden bir petrol şirketi yasal olarak suçsuzdur! Ama yaptığı iş helal değildir! Keza raf ömrünü uzatmak için ekmeğin içine kanserojen madde koyan fırıncı yaptığı formülü ambalajın üzerine koyduğu için yasaldır, dolayısıyla suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir! Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin şerden yana bükülmesini önlemenin yollarını bulmak zorundayız! Yasaların tanıdığı haklardan insanlık veya Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız! Tarihin bize öğrettiği bir şey var; İster en mükemmel yönetim sistemini, ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun;  Bir medeniyetin sevgi ve nefis terbiyesi dumura uğramış, manevi enerjisi tükenmişse; o medeniyeti ne Birleşmiş Milletler Tüzüğü, ne Helsinki Beyannamesi, ne AİHM Mevzuatı ve ne de en üstün silahlar kurtarabilir!

Akademinin Hali Pür Melali!

Üniversitelerin açılma dönemi olduğu şu günlerde, yüksek öğretimin nasıl olacağı tartışmaları halen devam ederken, uzaktan mı yoksa yüz yüze mi – ya da hibrit şeklinde, üniversitelerde ki akademik camia, uzaktan veya online eğitim konusunda resmen dökülmektedir!

Online eğitime bazı bölümlerde kısmen,  bazı bölümlerde ise tamamen geçilmesi zaruret gibi görünüyor! Bazı bölümlerde hem online hem de yüz yüze eğitim olmalıdır! Akademi dünyası, her alanda,  online eğitime kendilerini hazırlamak zorundadır!

Üniversite;  aklı,  fikri ve vicdanı hür bireylerin,  kalıp, ön yargı ve dogmalardan arınmış bir şekilde, doğruyu bulma, analiz etme ve eleştirel bir şekilde irdeleme yeteneklerini pekiştirdikleri eğitim kurumlarıdır!

Üniversite;  araştırma, bilim ve teknolojinin filizlendiği ve geliştiği kurumlardır!  Yeni bilgilerin üretildiği, yeni bakış açılarının geliştiği, farklı eğitim almış ve farklı uzmanlık kazanmış kişilerin ortak projeler geliştirdikleri kurumlardır!  

Üniversite; eleştirel bakış açısının geliştirildiği, sorgulama,  irdeleme ve anlamanın öneminin vurgulandığı kurumlardır!  Soru sorma ve test etme,  sorgulama ve farklı bakış açıları ve farklı yönlerden bakarak irdeleme- sorgulama ve bir çıkarıma varılan kurumlardır.

Peki, Bir Üniversite düşünelim ve akademisyenlerin tamamı; REKTÖR, REKTÖR YARDIMCILARI,  GENEL SEKRETER ve tüm YÖNETİM KADROSU ile hem kendi ve hem de fakültedeki sorunlarını görüşmek ve başkaca konuları da istişare edebilmek için RANDEVU sırasında AYLARCA beklesinler!  Üniversite ve BİLİMDEN mi bahsediyoruz?

Bir Üniversite düşünelim ve akademisyenlerin tamamı; REKTÖR, REKTÖR YARDIMCILARI, GENEL SEKRETER ve tüm YÖNETİM KADROSU ile akademik ve başkaca konuları istişare edebilmek için makama çıkma ve görüşme BAHTİYARLIĞINA ERİŞMİŞ;   üç  –  beş kişi olmanın verdiği GURUR ile FAKÜLTESİNDE KASILA KASILA dolaşabilsin! Ne diyorsunuz?

Akademisyen ne demektir? Üniversite ne demektir?  Araştırma, Geliştirme ve Bilim ne demektir? Katılımcı yönetim anlayışından mı dem vuruyorduk?

Bir Üniversiteyi yönetmek;  Öyle süslü laflar ve içi dolmamış SLOGANLAR ile maalesef olmuyor! Öncelikle, kuruma alınan personelde, onun – bunun yakını olmak değil,  EHLİYET ve LİYAKAT aranmalı, kurum içerisinde tüm personele karşı da ADALET terazisi işletilmelidir!

Akabinde AÇIK – ŞEFFAF İLETİŞİM ve sonra da HESAP VEREBİLİRLİK olmalıdır! Aksi halde Üniversite ve Kampus içinde Sosyal Barışı ve Huzuru sağlayamazsınız!

Akademik dünyada,  yeni bir unvan veya titr alabilmek için yönetim kadrosuna karşı  her yolu deneyen ( atmadık taklaları kalmayan, çakma DİL belgesi ve Makale dâhil )  ve uluslar arası bir atıf ve makalesi dahi olmayan kişilerden, Devlet ve Millet adına ne bekleyebilirsiniz?

Neymiş efendim! YÖK, üniversite yönetimlerine hitaben göndermiş olduğu bir yazısında,  doçentlik sınavına girecek olan tüm profesörlere, SAHTE MAKALE YAZAN ve bunları da akademik dosyasına koyan akademisyenlere dikkat edin, diyormuş!

YÖK Başkanlığı, SAHTE DİL BELGESİ ve SAHTE MAKALE ile DOÇENT veya PROFESÖR olanların akademik unvanları İPTAL ET bakalım, bir daha oluyor mu? Sonra da AKADEMİK CAMİADA ki TACİZ, CİNAYET ve başkaca insanlık dışı ilişkileri konuşuyoruz!

Adamlar zaten AHLAKEN BİTMİŞ!  İşleri güçleri para, makam, mevki ve kadın olmuştur! Devleti ve milleti adına çalışan ve çabalayan, dürüst ve akademisyen kimliğinin gereğini yapan bireyleri tabii ki tenzih ederiz!   

Üniversitelerde, akademisyen olmak veya akademik çalışma yapmak, bizden ya da bizden değil, anlayışına bağlanmış durumdadır! 

Ehliyet ve liyakat sahibi, başarılı, kaliteli bireyler, üniversite yönetimlerinde ki bu anlayıştan kaynaklı özel sektör veya yurt dışına giderek akademik çalışmalarına başka ülkelerde devam etmektedir! 

Ya da akademik dairenin dışına itilerek yok sayılmaktadır! Böyle bir yapı ve durumdan kaynaklı, üniversitelerde, özne ve yüklemi belli olan iki cümle dahi kuramayan akademisyenler,  başkaca bir yetenekleri olmadığı için, yönetime yakın olmaktan kaynaklı her daim el üstündedir!