ÖLÜM Asude Bahar Ülkesidir bir RİNDE!…

  Rindlerin Akşamı

  Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;

  Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!

  Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

  Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

  Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

  Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

  Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.

  Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

  Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

  Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

  Rindlerin Ölümü

  Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

  Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

  Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış,

  Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

  Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

  Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

  Ve serin serviler altında kalan kabrinde

  Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Yahya Kemal Beyatlı RİND şiirinde; Fani bir varlık olan insan için, ölümlü bir varlık olmak, ölüme de her an hazır ve yakın olmaktır! Geleneksel kültürümüzde çok sık kullanılan ve karşılaşılan fakat bugün pek çok kişi tarafından bilinmeyen, rind, zahid ve takva ehli insanlar vardır!.  Rind tipi insanlar, zamanla olgunlaşacağı, yaşadıkça  çevresindeki olaylar ve insanlara karşı daha  hoş görülü,  elinden ve dilinden diğer insanlara zarar gelmeyen, sabırlı ve her şeye  kızmayan ve parlamayan birey demektir!.   Rindler gönül zengini ve gönül ehli insanlardır! Para  pul, makam mevki, güç ve iktidarı, yani dünyalık ve geçici şeyleri  birinci sıraya almazlar!. Mademki fani dünyada yaşıyoruz, zaten hayat kısa, dünya  ve hayat  meşgalesi insanları hırpalıyor; öyle ise işleri zorlaştırmayalım ve aksine diğer insanların  hayatını kolaylaştıralım, diyen insanlardır!.

Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç!  Şimdi akıl iyice olgunlaşmıştır fakat yeni bir iş kurmak, bir başka şehre yerleşmek için,  eğlenmek ve  hatta âşık olmak için vakit çok geçtir!.

Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Fasıl; bölüm, dönem gibi anlamlar taşır!. Hayat, türlü ümit ve maceralar içinde yaşanmaktadır! Hayat dediğimiz kısacık ömrü kabaca değerlendirme yaptığımızda, Vah – Tüh ve İyi ki – Keşke, dediğimiz şeyler vardır! Fakat artık yapacak fazla bir şey  kalmamıştır!. Yolun sonu görünmektedir!

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle!  İnsan aklı ve gönlü ile hayatın  bitmesini kabullenemez!. Tüm kutsal kitaplar, iman ehli  ve rindler için ölümün bir son olmadığı konusunda  uyarı ve ikazlarda bulunur!. Fakat aciz bir varlık olan insan için ölümü kabullenmek elbette ki  çok zordur!. Zor olan her şey güzel olduğuna göre!. Her zahmet ile bir rahmet aramak gerektiğine göre! Peki; Ölüm güzel olmasa idi HABİB ölür müydü?!

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan, Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece!   Şair, rindane bir yaklaşımla ölümü gözle görünür kılıyor ve somutlaştırıyor!  Ona göre, gökyüzünde geniş kanatları olan büyük bir kapı vardır!. Bu kapının arkasında artık güneş görünmemekte ve doğmamaktadır! Orası karanlıktır ve orada zaman kavramı işlemez! O kapıdan geçildiğinde bitmeyen sükûnlu bir gece başlayacaktır! Boşluk, huzur, sessizlik ve zaman kavramı olmayan derin bir uyku başlayacaktır!

Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! Gün batarken hayatta olmanın ve yaşamanın değerini bil! Coşkuyla bir işe sarılmış olarak, gönlünde gerçek bir aşkla ve doyumlu yaşayarak geçir günlerini, bu bedene iyi bak, bir gemi gibi huzurla süzül o son kıyıya!

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül!   Çevresi tarafından sevilen,  kendisi ile barışık, mutlu yaşayıp ölen birey ve kulun  mezarında kendiliğinden, gül ve lalelerin, açacağına; çevresi tarafından sevilmeyen, kendisi ile her daim kavgalı,  dengini bulamayan, ya da kırıklıklar ve mutsuzluklar içinde  yaşayıp ölen kimselerin mezarlarında, bağırlarında ise dikenler bittiğine inanılır!.  Öyle bir hayat yaşamalıyız ki, mezarımızda her bahar güller ve laleler kendiliğinden bitiversin!

Vatan Dediğimiz Nedir?!.

Dünyada yeni bir düzen ve sistematik kurulma aşamasında olduğunu, yeni düzenin de bölgemizde cereyan edeceğini ve Türk Devlet olmadan da kurulamayacağını sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz!

Türk Devleti yüz yıl önce küresel ve emperyalistler tarafından ameliyata tabi olmuştur!. Bugün ise Bekası için hem sahada, hem de masada olmak zorundadır!.

Asil Türk Milleti, yüz yıl önce,  hem içerideki işbirlikçi mandacı ve  satılmış zihniyet,  hem de yedi düvele karşı, yedi bölgede kurtuluş ve kuruluş, direniş ve diriliş  mücadelesi vermiştir!.

Peki, bugün yaşamakta olduklarımızı nasıl okumalıyız?! Dünden bir farkı var mıdır?! Bugün ise, işbirlikçiler ve ağa baları tarafından,  yeni dünya düzeni ve sistematiğinde ki  kuruluş masasında olmayalım diye, içeriden ve dışarıdan kuşatma ve çevreleme operasyonlarına şahit olmaktayız!.  Başarabilirler mi?! Tabii  ki hayır!.

Dünya insanlık tarihinden Türkleri çıkardığımız vakit geriye hiçbir şey  kalmayacağına göre!.  Dünya üzerinde varlık ve beka mücadelesi, küresel ve emperyalist hegemonya güçler ve asil Türk milleti ile olmuştur! Çünkü Türk demek, Adalet dağıtan ve Hakikat temsilcisi olduğuna göre!. Türk aynı zamanda, mazlum milletlerin de  hamisi demektir!.

Vatan Nedir?…

KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, İngiliz The Guardian gazetesine verdiği röportajda, Kırım’ın ilhakı gibi Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye bağlanmasının korkunç olacağını, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanması konusunun, Türkiye’nin kendi çıkarlarına da aykırı olduğunu söylemiş! Akıncı, İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım, demiş! Peki, nedir Tayfur Sökmen hadisesi?!  Tayfur Sökmen, Fransız mandasına ait olan Hatay Devleti’nin 1939’da referandumla Türkiye’ye bağlanmasını kabul etmiştir!  2015 yılında  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilen ve 26 Nisan  2020  tarihindeki seçimde yeniden aday olan Mustafa Akıncı, Kıbrıs’ın federal bir çatı altında birleşerek sorunların aşılabileceğini, Kuzey Kıbrıs’ın daha fazla bağımlı hale geleceği, Ankara tarafından yutulabileceğini,  de sözlerine eklemiş!.

Peki, Kıbrıs ve Kıbrıs adası denilince aklımıza neler geliyor, kabaca  izah etmeye  çalışalım!. Kıbrıs Adası, çağlar boyunca, tarihin her döneminde çalkantılara sahne olmuştur!. Gerek stratejik konumu ve gerekse doğal zenginliği nedeni ile komşusu ve on binlerce kilometredeki emperyalist ülkeler tarafından zaman zaman işgal edilmiş, zenginlikler yağmalanmış ve sıkıntılı dönemler yaşanmıştır!  Ada, 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir!. Osmanlı İmparatorluğu, 1878 Rus savaşında, Britanya İmparatorluğunun desteğini almak amacı ile mülkiyeti Osmanlı İmparatorluğunda kalmak şartı ile ada, İngilizlere kiralanmıştır!. Türkiye 1923 yılında Lozan anlaşmasının 20. maddesi gereğince adanın İngiltere’ye ilhakını kabul etmiş ve  İngiltere 1925 yılında Kıbrıs’ı ‘Kraliyet kolonisi’ ilan etmiştir!. 16 Ağustos 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş ve Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu yeni Cumhuriyete garantör ülke oldu!. Rumlar Yunanistan’la birleşme yani Eosis’i gerçekleştirmek için Akritas planı adı altında harekete geçmiş ve Türklere saldırılar başlamıştır!. 20 Temmuz 1974 yılında Türkiye, garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri müdahalede bulunmuş ve  15 Kasım 1983 yılında KKTC kurulmuştur!.

Vatan Nedir?!..

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Kıbrıs Türklüğünü, Rum planlarına zincirleyip tutsak etmek maksadıyla elinden geleni ardına koymayan Mustafa Akıncı, Türkiye ve Türk milletine şükran duyması gerekirken sırtını dönmüş, yüzünü de zalimlere çevirmiştir! Bu ayıp ve ahlaksızlığın hiçbir vicdanda, hiçbir siyasi anlayışta yeri olamayacaktır!. Mustafa Akıncı, işgal ettiği koltuğa layık olmadığı açıktır! Bu nedenle Cumhurbaşkanlığından derhal istifa ederek emaneti Kıbrıs Türklüğünün iradesine tevdi etmesi kaçınılmaz ve hayati bir sorumluluktur! Akıncı ve yandaşları unutmamalıdır ki, Kıbrıs Türk’tür ve Türk kalacaktır!. Beşparmak Dağları’na dökülen şehit kanları hiçbir şart altında silinmeyecek, kutlu ceddimizin emanetleri çiğnetilmeyecektir! Kıbrıs Türklüğünün egemenlik haklarıyla oynayan karşısında Türk milletinin tamamını bulacaktır, ifade ve vurgularının, bölgemizde kurulmaya çalışılan,  yeni dünya sistematiğine yönelik olarak,  içeriden ve dışarıdan yürütülmekte olan kuşatma ve çevreleme operasyonlar ve bölgemizde oynanan  küresel ve emperyalist kirli plan ve sinsi oyunlara ve içerideki işbirlikçilere de Kadim Türk Devlet Aklı çerçevesinde, okkalı bir Osmanlı tokadı  olduğunu düşünüyorum!.  

Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, 15 Temmuz hain işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin içine kadar sızmış işbirlikçileri bir bir temizlemiş ve halen de temizlik devam etmektedir!. İçeriyi  sağlama aldıktan sonra, sınırlarımızda ki beka ve varlığımızı tehdit eden, BM’den kaynaklı tüm haklarımızı da korumak ve elde etmek için yapmış olduğu, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya ve Suriye’deki  tüm  askeri ve  stratejik anlaşma ve hamleler, yedi düvel ve içerideki işbirlikçi hainlerin uykularını kaçırmaktadır!.

Tarih, kültür, coğrafya, medeniyet ve kadim devlet aklı, Anadolu’da ve yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasında ki tüm bağlarını bir bir hatırlamaya, tazelemeye ve sağlama almaya başlamıştır!. 

Elbette ki böyle stratejik girişim ve hamleler birilerinin bölgemiz üzerindeki çıkarlarına aykırı olduğu ve  karşımıza da çıkamayanlar, dolaylı  ve dolambaçlı yollardan  saldırılara geçecektir!.  Fidanlarımızı kaybedecek ve canımızı da tabii ki yakacaklar!.

Fakat, Asil Türk Milleti için, Toprak, eğer  uğrunda ölen varsa  vatandır, düstur ve idrakini,  işbirlikçiler ve ağababaları, asla anlayamayacaklar!. Tabii ki Vatan Sağ olacak!. Elbette  ki  Türk Devleti ebed müddet devam edecek ve Var olacaktır!.

Rektör Adayının Projeleri Olmalı mıdır?!.

Selçuk Üniversitesi rektör atanması ile ilgili yazılarımıza istinaden arayan ve soran dostlarımıza çok teşekkür ederim!. Yazdıklarımıza istinaden tabii ki takdir ve teşekkür aldığımız olduğu kadar, eleştirilere de muhatap oluyoruz! Neden yazıyorsun?! Şehirde gazeteci ve köşe yazarı olarak bu konular ile çok fazla ilgilenen ve değinen yok şeklinde sitem de alıyoruz! Mensubu ve mezun olduğum üniversiteye, şehrime ve ülkeme de sevdalı ve aşık olduğum için olabilir mi?! Neden olmasın! Akademik hayatı yarım yüz yıla yaklaşmış bir üniversitenin, dünya ve ülke sıralamasındaki yeri,  bilim üretmedeki konumu, ulusal ve uluslar arası arenadaki patent ve buluşları, ülkemiz  ve dünyadaki başarılı öğrencileri zaviyesinden kalem ve kelam oynatmaya çalışıyoruz!. Bunu da mı yapmayalım?! Ne buyurdunuz?!  Hz. Peygamber  ( s.a.s ) efendimiz; Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi seven ol!. Sakın beşincisi olma ( bunların dışında kalma ) helak olursun, buyurmaktadır!. Yani İLİM ve BİLİMİN  karşısında ve engelleyen olma buyurmaktadır!.

Üniversiteleri ülke ve toplum olarak günlük siyasetin dışında,  olması gereken özerk yapısı ve politika üstü kurumlar olarak muhafaza edemedik!  Neden acaba?! Sistemden karşılıklı olarak beslenenler, birbirini beslediği ve koruduğu için olabilir mi?!. Neden olmasın?! Bilim ve teknolojide gelişmiş dünya üniversiteleri,  üst düzey araştırmaların yapıldığı ve evrensel anlamda dünyanın her alanda ihtiyacı olan mesleki bilgilerin teorik ve pratik anlamda öğretildiği ve üretildiği yerlerdir!. Biz neredeyiz?! Bu yapıdaki üniversiteler sadece bilgi, beceri ve beynini kullanan bilim insanları ile ilgilenir ve mümkün olduğunca da kaliteli ve kapasiteli bilim insanlarını bünyelerinde tutmaya çalışır! Peki, biz nerelerdeyiz acaba?! Bizden değil diye kimleri sevdalı olduğu üniversitesi, şehri ve ülkesine küstürdük?!.  Başka şehir ya da ülkelere gitmesine sebebiyet verdik?!  Bilemiyorum!

Üniversiteler, bilim insanı akademisyenlerin ne dinleri,  ne ırkları,  ne de yaşam tarzları ile ilgilenir!. Sadece ülkesi adına ciddi projelerinin olup olmadığı ve başarılı işlerle uğraşıp uğraşmadıklarını bakmalıdır! Bizde ki durum ise, projesi olan akademisyenler, idareye yakın ya da idarenin adamı olmadığı kaygıları ile  ve idarenin çevresindeki ehliyetsiz ve kifayetsiz muhterisler tarafından mobbinge maruz kalır ve  engellenmeye çalışılır!.  İdare böyle akademisyenleri bilemez ve tanıyamaz!. Böyle akademisyenleri sadece küstürmüş olursunuz!. Sosyal bilimcilerin yazdığı makaleler,  ulusal ve uluslar arası camiada ciddiye alınır, yazılan kitaplar sadece ulusal sınırda kalmaz ve evrensel anlamda da saygı görür!. Var mı böyle bir akademisyenimiz?! Ya da böyle bir çalışması olan akademisyen için  ne gibi destek, ya da engelleme ve köstekleme de bulunduk?! Bilemiyorum!. Üniversiteler insanlığın bir sorununu çözmeye hizmet eder, yeni buluş ve  yeni patentlere kapı aralar,  bu çalışmaların sonuçları, önce araştırmanın yapıldığı üniversiteye, şehre ve ülkeye de ekonomik  katkı sağlamalı ve faydaya dönüşmelidir, diyorum!. Var mıdır bir örneğimiz?!

Üniversiteler,  evrensel ölçekte bilim ile ilgili bilgilerin öğretilmesi ve sahada uygulanabilir hale gelmesi için bilim üretilen yerlerdir!. Üniversiteler her türlü dünya görüşünün tartışıldığı ve saygı gördüğü, üniversite kimliğinin olmaz ise  olmazıdır!. Üniversite, her türlü düşüncenin hür ve bağımsız olarak, kimseden çekinmeden ve korkmadan savunulduğu ve tartışıldığı yerlerdir, diyoruz!. Peki, uygulamaya gelince!. İdare ve idareye yakın kifayetsiz ve ehliyetsiz, çapsız ve yardakçıların kılıcı idealist akademisyenlerin tepesinde her an sallanmakta mıdır?! Bilemiyorum!. Rahmetli Turgut Özal; Benim yaptıklarıma hayalleri bile erişemez, diyordu!. Elbette ki bu bir çap meselesidir!. Çapsız yandaş ve yardakçılarla bilim ve iş üretemezsiniz!. Bu tipler, sadece ve sadece dedikodu üretirler!. Üniversitelerde bilim öğrenen ve öğretenler, birlikte çalıştıkları bilim insanlarından “akademik duruş” olarak ifade edilen, ahlaki erdemleri de  birlikte öğrenir ve öğretirler!. Dünyevi kaygılar için ahlaki erdemler çiğnenmemelidir! Şimdi diyeceksiniz ki; Üniversite ve akademik dünyadan, çok şey istiyor ve bekliyorsun?! Beklemeyelim mi?! Saldım çayıra, Mevla kayıra, kabilinden olsun,  öyle mi?!.

Üniversiteler, mezkur düşünce, konum, duruş ve bakış açısına kavuşmadan kurumsallaşamayacağını, bilim geleneği oluşamayacağı ve ülke olarak da zaman kaybedeceğimizi unutmamak gerekir!. Üniversitelere ideolojik veya siyasi  kimlik kazandırmak yerine, ülkemizin kalkınması ve saygın bir konuma gelmesi için üniversite ve sanayi işbirliği, bilim kurumları ve akademisyenlerin de bilim ve teknoloji üretmesinin önü açılmalıdır, diyorum!.

Şimdi yazımızın başına dönelim ve tekrardan bir kez daha soralım!. Bir üniversiteye rektör adayı olan akademisyenin üniversitesi, şehri ve ülkesi adına  kaygısı, dertleri ve projeleri olmalı mıdır?! Yoksa onun adamı, şunun yakını, bilmem kimin damadı, oğlu, kızı gelini veya şuraya yakın, buraya yakın, şu partinin veya  bu ekolün adamı şeklinde uzayıp giden  aracılar ve tavassut yeterli midir?!’ Tabi ki tavassut önemli ve referans  aranmalı fakat asıl olan ehliyet, liyakat, kifayet ve ahlak olmalıdır!. Aksi halde, açık, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetimi nasıl oluşturacaksınız?! Eğer, böyle bir saik ile rektör ataması yapılacaksa, üniversite ve rektörden, ne bilim, ne akademik çalışma, ne de şehri ve ülkesine fayda ve katkı beklemek hayal olmalıdır, diyorum!. Elbette ki, böyle bir durumda da, eş, dost ve tanıdıklar, üniversitenin her biriminde işe alınmaya ve atanmaya  başlanacaktır!. Selçuk Üniversitesi gibi, Konya merkez ilçelerinin yıllık bütçesinin iki katı mali tablosu ve bütçesi olan, köklü ve kurumsallaşmış  bir kurum ve kurumun başına, atama yapmayı düşündüğümüz rektör adayının elbette ki üniversitesi, akademisyenler, ülkemizin geleceği  göz bebeği öğrenciler,  şehri ve ülkesine fayda ve katma değer üretebilmek adına, bir diyeceği, bir sözü, bir derdi,  elle  tutulur ve gözle görünür uygulanabilir  projeleri, olmalıdır, diyorum!. Hz. Mevlana; Biliyorsan Konuş Alim Sansınlar, Bilmiyorsan Sus da Adam sansınlar, buyurmaktadır!.

Türk Devleti, Çok Oluyormuş!.

Öncelikle son günlerde meydana gelen semavi ve arazi afetlerde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah Rahmet eylesin. Aileleri ve sevenlerine de Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah sabrı cemil ihsan eylesin. Milletimizin başı sağ olsun. Millet olarak, birbirimize daha çok  kenetlenmemiz gereken bir dönem ve imtihan sürecinden geçiyoruz!. İman ehli için dünya ve hayat zaten bir imtihan yeri değil midir?. Allah; İnsan olarak;  makam, mevki, para, güç ve iktidar  sahibi olsak da,  ne kadar aciz ve zavallı olduğumuzu idrak edebilmeyi ve kaldıramayacağımız, semavi ve arazi afetlerden de muhafaza eylesin!. Âmin… Âmin… Âmin…

ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) hazırladığı raporlarla bilinen ve Amerikan hükumetine bağlı düşünce kuruluşu RAND Corporation, Türk Devletinin,  iç ve dış politikasının temelini oluşturan ve  tüm alanları hedef alan; Türkiye’nin Milliyetçi Eğilimi: ABD – Türkiye Stratejik İlişkileri ve ABD Ordusu, isimli bir rapora imza atmış!. Türk hükumetini, ekonomik kalkınma odaklı politikadan, milliyetçilik ve etnisite temelli çatışma odaklı politikalara yönelmekle suçlayan raporun, kaleme alınma amacının da, Türkiye – ABD ilişkilerinde ki kalıcı yıkımın önüne geçilmesinin amaçlandığına işaret ediyormuş!.  Nasıl olacaksa?! Hem suçlamalarda bulun, hem de ilişkilerin iyileşmesini beklemek! Bu nasıl ve neyin kafasıdır! Karşılarında hala eski Türk Devletinin olduğunu mu zannediyorlar?!  Artık eski Türkiye ve Türk Devleti yok!.

Rapora kabaca baktığımıza karşımıza şöyle bir tablo  çıkmaktadır!. Türkiye, gelecekte NATO içerisinde görüş ve duruş farklarına rağmen zorlayıcı bir müttefik olarak kalacakmış! Muhalefetin iktidara gelmesi ile Türkiye yüzünü yeniden Batı’ya dönecekmiş! Ankara, ya  Avrasya ve NATO arasındaki denge politikasının dozunu artıracak, ya da NATO’dan tamamen çıkacakmış!.  Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi ve Doğu Akdeniz’deki pro-aktif politikası, NATO açısından bir tehdit sayılırmış!. Türkiye’nin doğalgaz ve petrol arama girişimleri, Yunanistan ve Kıbrıs’a yönelik agresif girişim olarak tanımlanmış!. AB’nin Türkiye’de AB vatandaşlarını rastgele gözaltına alması ve Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü FETÖ bağlantılıların Avrupa’ya sığınmasından duyduğu rahatsızlık dile getiriliyormuş!. ABD, Türkiye’nin Suriye politikası ve  PKK bağlantısı sebebiyle terör örgütü saydığı YPG ile mücadelesinin, Türkiye’de büyüyen Amerikan karşıtlığının da karşısındaymış!. ABD, Türkiye’nin FETÖ Lideri Fethullah Gülenin iade isteği de dâhil pek çok noktada rahatsızlığı varmış! Türkiye’nin denge politikaları, Gürcistan’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Abhazya Cumhuriyeti ve Ermenistan’daki varlığı sebebi ile Rusya, Karadeniz’de güçleniyormuş!. Washington, Türkiye’den Amerikan devletinin İran’ı hedef olan politikalarına aktif bir katılım ve destek bekliyormuş!.  Yani hep bir şeyler istiyor veya istekleri doğrultusunda da bir şeyler yapmamızı emrediyor veya bekliyorlar! Ne düşüyorsun diye soran yok! Neden acaba?! Eski bir alışkanlıktan kaynaklı olabilir mi?! Neden olmasın?!

RAND Corporation’un hazırlamış olduğu rapora baktığımızda, ABD ve AB ülkelerinin Türk Devlet’inden neler yapması ve neleri de yapmaması zaviyesinden talep ve isteklerini sıralamış!. Türk Devleti de  muz Cumhuriyeti ya! Önceden olduğu gibi emredersiniz efendim durumunda bir Türk Devleti beklenmektedir!. Neymiş efendim! Türk Devletinin ekonomik kalkınma alanında yaptığı hamleler ve milliyetçi politikalar sergilemesi çok sakıncalıymış!. Peki, ne yapmalıyız?! Yarım yüzyıldan beri üretmeyin biz daha ucuza size verelim dediğiniz gibi yapmaya devam mı edelim! Başka! Türk Devletinin, Doğu Akdeniz’de pro-aktif politikalar sergilemesi de çok endişe veriyormuş!. Peki, neler yapalım! Burnumuzun dibinde ki enerji ve petrolü siz mi çıkarın demeliydik?! Pardon! Yani, BM’den kaynaklı tüm haklarımızı size mi devir edelim?! Daha sonra da denize girecek kıyılarımız kalmasın!. Öyle mi! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında bulunanlara yönelik sürdürülmekte olan tutuklamalar da hem endişe verici, hem de canlarını sıkıyormuş!. Hatta bu kişilerin AB ülkelerine sığınması da Türk Devletinin suçuymuş!. Bak sen! Hem suçlu, hem de güçlü, tripleri! Kapat kapıları! Verme vizeleri!. Türk Devleti mi veriyor?!. ABD, küresel ve emperyalist güçlerin, Türk Devleti ve Asil Türk Milletinin varlığı ve bekasını tehdit eden, terör örgütlerine verdikleri binlerce tır dolusu silah ve mühimmat da görmezden gelmemiz isteniyormuş! Yani terör örgütleri sınırlarımızda cirit atsın, sinsi plan ve kirli hesaplarındaki kukla devletçik sorunsuz ve sıkıntısız bir şekilde burnumuzun dibinde kurulabilsin, öyle mi?!.  Adamlar bir şey istemiyor ki; daha ne isteyebilirler?! Sadece, 15 Temmuz hain darbe kalkışma gecesinde olduğu gibi Türk Devletinin tapusu ve anahtarını istiyorlar! Bir de, neymiş efendim! Türkiye’de ABD’ye dost bir muhalefet oluşturulmalı ve bu dost muhalefetin de iktidara gelmesi arzu ediliyormuş!. Başka bir arzunuz!.  Dost bir muhalefet derken, ne demek istiyor ki?!. 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, Kadim Türk Devlet Aklının devreye girmesi ile birlikte, Devletin bekası ve varlığı, asil Türk Milletinin de birliği adına, Anadolu’daki binlerce yıl devam edecek  istiklal ve istikbal uğruna,  Devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte, içeride bir Türk Üçgeni oluşturulduğunu ve bunu da hiçbir gücün bozamayacağını vurgulamıştık!. Artık bu ülkede, siyasi parti ve ideolojiler farklı olabilir, fakat mevzu vatan ve devlet ise gerisi teferruattır!. Herhalde anlamadılar! Anlamak istemiyorlar!. Ya da işlerine gelmiyor!. Ne buyurdunuz!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışma gecesinden bil itibar, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, Türk Devleti, devletin bekası ve milletin birliği adına, içeride ve dışarıda, yerli, milli ve bağımsız politikalar sergilemektedir! Olmaz denilen yatırımlar bir bir gerçekleşmektedir!. Yapılamaz denilen ve  parasını bulamaz dedikleri tüm ekonomik ve sosyal hamleler realize edilmektedir!. Tabii ki, bu durum hem dışarıda, hem de içerideki işbirlikçilerin uykularını kaçırmakta ve canlarını sıkmaktadır!.  Çünkü Türk Devletinin her yapacağı hamle ve girişim daha önceden içerideki işbirlikçi hainler  vasıtası ile anında ağa babaları ve emir  aldıkları yerlere  uçuruluyordu!. Artık içerideki sızıntıları  kalmamıştır!. Bir bir temizlenmiştir!. En büyük endişe duydukları yer ve konu  da zaten burasıdır!.  Sızıntı olmayınca, Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, devleti ebed müddet devam ülküsü ve 2023 – 2053 ve 2071 hedeflerine doğru,  vakur bir şekilde adım adım ilerlemektedir!.

Selçuk Üniversitesine Nasıl bir Rektör Aranıyor!

Geçtiğimiz günlerde, Selçuk Üniversitesine rektör ataması hakkında iki köşe yazısı kaleme almıştık!. Yazımızın akabinde, üniversite çevresinden tanıdık dostlar ve aracı vesilesi ile tanımadığımız kişilerden de arayanlar oldu!. Öncelikle her birine çok teşekkür ederim!. Bir yazar veya köşe yazarını teşvik eden şey, okuyucu tarafından övgü veya eleştiri babından aranması ve geri dönüş sağlanmasıdır!. Toplum olarak geri dönüş yapmasını da çok beceremiyoruz!. Ya çok seviyoruz, ya da öldürüyoruz!. Ortası olmadı, hiçbir zaman!. Çünkü ya bendensin, ya da değil!. Ya benimsin, ya da kara toprağın!. Ne olacak ve kim atanacak, Selçuk Üniversitesi rektörlüğüne, şeklinde sorulara muhatap olduk!. Sorunun muhatabı herhalde biz değiliz!.

Bir gazeteci ve iletişimci olarak, sadece duyumlarımız ve gözlemlerimize dayalı olarak kalem oynatmaya ve birkaç kelam karalamaya çalışıyoruz!. Atama makamı biz olmadığımıza göre!. Atama makamına herhangi bir etki ve tesir gücümüz de bulunmadığına göre!. Süreç kendi mecrasında ilerlemektedir!. Elbette ki devletin değirmeni yavaş işler fakat iyi işler!. Devleti idare edenlerin her konuda olduğu gibi rektörlük için de, görünenlerle birlikte, arka planda tabii ki  bildikleri vardır, diyorum!.

Peki, rektör adayı olmak  ve rektör atanma süreci nasıl işlemektedir?! Devlet üniversitesi veya yüksek teknoloji enstitüsü rektör adayları, adaylık şartlarını taşıdıklarını gösterir belge ve öz geçmişlerini ekledikleri bir dilekçe ile Cumhurbaşkanlığına sunmak üzere, Yüksek öğretim Kuruluna gönderir!

Yüksek öğretim Kurulu, devlet üniversitesi ve yüksek teknoloji enstitüsü rektör adaylarının tamamını, şartları taşıyıp taşımadığı, lisans ve lisansüstü eğitim mezuniyetleri, akademik unvan aldığı tarihler ve atamaları, bulundukları idari görev ve deneyimleri, sicil ve disiplin dosyaları yönlerinden bir raporlama yaparak, Cumhurbaşkanlığına sunar!. Cumhurbaşkanı, Yüksek öğretim Kurulu tarafından sunulan, devlet üniversitesi ve yüksek teknoloji enstitüsü rektör adayları arasından birini, rektör olarak atar veya başvuru sürecinin  tekrardan yenilenmesini talep eder!.

Selçuk Üniversitesi Kampüsü

Peki, rektörlük atama süreci böyle işliyorken, Selçuk Üniversitesi gibi akademik hayatı yarım yüz yıla yaklaşmış, köklü ve kurumsallaşmış bir kuruma nasıl bir rektör adayı arıyoruz?! Bu konular hiçbir zaman ve hiçbir mahfilde konuşulmuyor! Neden?!.  Sadece şuraya yakın, buranın adamı veya siyasetin yönlendirmesi ile bir rektör ataması gerçekleşiyor! Daha sonra da bu rektörden başarı bekliyoruz! Atanan rektör, kendisini bu makama getiren kişilere sadece vefa borcunu ödeyecektir!. Diğer, akademik başarı ve üniversite sanayi işbirliği söylemleri de havada kalacaktır!.

Üniversiteler; araştırma, geliştirme ve bilimsel çalışmalar yapması gereken kurumlardır!. Günümüzdeki bazı üniversitelerin neredeyse yüksek liseden bir farkı yoktur!. Üniversiteler, ülkesine, insanlığa ve ilinin ekonomik kalkınmasına katkı sağlamalıdır!.  

At sahibine göre kişner, der atalarımız!  Rektör ne ise üniversite yönetimi ve akademisyenler de aynen öyle olacaktır!.  Rektör, dinamik, aktif, inovatif, pro-aktif, atılgan, girişimci, modern yönetim tekniklerine hakim, iletişim ve iletişim krizlerini de  yönetebilen, kendisi ve çevresi ile barışık  ise üniversite yönetimi de kurumsal olarak aynı özellikleri taşıyıp başarılı olacaktır!. Aksi halde, üniversite öğretim üyeleri ve çalışanlara şevk ve motivasyon verilememiş olur! Böyle bir durumda da, üniversitedeki bazı akademisyenlerin kendi gayretleri dışında yeterli bilimsel ve saha çalışması yapılmaz,  bilimsel makale yayınlanmaz, ulusal ve uluslar arası ölçekte patent alınmaz, piyasada aranan ve   başarılı öğrenciler mezun olmaz, üniversitenin bulunduğu İline de ekonomik katkısı  olamaz!. Üniversiteler, ülkesi ve bulunduğu ilin ekonomisine katkısı kesinlikle şarttır!.

Rektör, üniversitenin lideridir! Rektör, yardımcıları, danışmanları ve öğretim üyelerinden bir yönetim oluşturur!. Dekan ve yüksek okul müdürlerini atar ve senatoyu oluşturur! Rektör yardımcıları ve senato oluşumu ile üniversite yönetimi  oluşturulmuş olur!. Rektör başarılı ise üniversite yönetimi ve dolayısı ile üniversite de  başarılı sayılacaktır!.

Özel sektörde bir genel müdür, şirketin marka değeri ve itibarını yükseltebiliyor, şirketin sürdürülebilir büyümesini sağlayabiliyor, karlılık, ciro, üretim, satış,  kalite ve verimliliği arttırabiliyor, maliyetleri düşürebiliyor, çalışan ve müşteri memnuniyetini de artırabiliyorsa, şirket sahibi ve yönetim böyle bir genel müdürü şirketin başında tutmak için her yola başvuracaktır!.

Üniversiteler de ise böyle bir süreç ve durum, sadece rektörün inisiyatifindedir, rektör çalışırsa üniversite yönetimi, akademisyenler ve tüm personel de çalışacak ve üniversite ile birlikte rektör de başarılı olacaktır!.

Özel sektörde karşılığı olan öğrenciler yetiştirebilmek için başarılı, sektörü  ve sahayı bilen akademisyenleriniz olmalıdır!. Üniversiteye bir akademisyen rektör atandığı zaman, mevcut öğretim üyeleri ile başarılı öğrenciler yetiştirmek zorundadır! Böyle bir durumda yapacağı şey,  akademisyenlerin nitelik ve kapasitesini geliştirerek, eğitim – öğretim yöntem ve şeklini yeniden gözden geçirmesi gerekecektir! 

Akademisyenlerin çoğu sadece isminin başında  doçent veya  profesör!. Piyasadan, reel sektör  ve sahadan bihaber!. Bazı akademisyenlerin verdikleri, kitabi ve slayt bilgilerin reel sektörde hiçbir karşılığı yoktur! Öğrenci zaten bu bilgilere bir şekilde internet ortamından da erişebilecektir!. Önemli olan saha ile entegre bilgiyi harmanlayabilecek, uygulanabilir ve  fizibil bilgiler verebilecek akademisyenler olmalıdır!. Ehliyet ve liyakat sahibi, sahayı ve reel sektörü bilen akademisyenler ile piyasada üniversitenin ismi ile aranan kaliteli ve nitelikli öğrenciler yetiştirebilirsiniz! Aksi halde üniversitenizden mezun binlerce diplomalı  işsiz piyasada iş arayacaktır!.

Şimdi yazımızın başlığına tekrardan dönelim ve sorumuzu yenileyelim! Selçuk üniversitesi rektörlüğüne, ehliyetsiz, liyakatsiz ve kifayetsiz, onun, bunun, şunun adamı veya yereldeki güç, denge grupları ve siyasetçilerin de emir komuta zincirinde, rahatlıkla kullanabilecekleri bir rektör mü arıyoruz! Yoksa mevcut rektör, şehirdeki güç, denge grupları ve yereldeki siyasetçiler tarafından da söz dinlemediği ve taleplerine karşı da kullanışlı olmadığı için mi istenmiyor! Bilemiyorum!.

Geçen haftaki yazımıza istinaden, siyasete yakın bir rektör adayı, siyasetin beygiri değil, seyis yetiştirmek için aday oldum, diye sitem ve serzenişte bulunmuştu! Ya da, dünya ile entegre, piyasayı bilen, reel sektör ile barışık, ülkesi, yaşadığı il, akademisyenler, üniversitedeki  tüm çalışanlar  ve öğrencileri için de bir derdi olan rektör ve ekip mi arıyoruz?! Hangisi?!

Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş, diyen şair gibi, bir akademisyen, bir öğretim üyesi ve rektörün, ülkesi,  üniversitesi, şehri, dünya insanlığı ve öğrencileri için de mutlaka dert sahibi olmalıdır, diye düşünüyorum!. Bu makamlar sadece oyun, oynaş ve fantezi yeri değildir! Bir gün mutlaka hesabını sorarlar, hem burada, hem de diğer tarafta!. 

Deprem Gerçeği!.

Geçtiğimiz Cuma akşamı,  Elazığ merkezli,  Malatya ve civarında meydana gelen depremde, hayatını kaybeden insanlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabrı cemil ve yaralılara da acil şifalar dilerim!. Deprem akabinde,  Devlet, Devlet olmanın gereği, tüm imkanlarını seferber etmiş, vatandaşların dertleri ile hem dert olmuş  ve depremde zarar gören beldelere anında erişmiştir!. Peki, asil milletin duruşu, vakarı ve  yaraları sarmak için bir an önce deprem bölgesine gitmeliyim, psikolojisi ve davranışını nasıl izah etmeliyiz?!.  Var mıdır dünyada eşi ve benzeri! Eskiler ne güzel ifade buyurmuş!.  Üzüntü, Dert ve Keder, paylaştıkça azalır!. Mutluluk, Sevgi ve Sevinçler  ise paylaştıkça çoğalır!. Tabii ki böyle bir doğal afetin olmasını kimse arzu etmez!. Fakat, insanoğlu yaratılışın gereği olarak,  başına gelebilecek, tüm semavi ve arazı afetlere karşı, imanın ve aklın gereği olarak,  dikkatli olmak ve tedbir almak zorundadır!.

Afet ve acil durumlara müdahalede Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP)  dönemi ile; Ülkemizde yaşanabilecek her tür ve ölçekteki sıkıntılarda etkin müdahale için görev alacak, kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve gerçek kişileri kapsıyor!. Entegre planlama yaklaşımı ve modüler yapısıyla afet sırasındaki operasyon risklerini en aza indirecek bir sistem!. Bu sistemde, daha kısa zamanda, daha geniş alanda ve daha çok hayat kurtarılmasını!. Kaynakların etkin kullanımı ile müdahale çalışmaları hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesini! Ekonomik ve sosyal kayıpların en aza indirilmesini! Kesintiye uğrayan yaşam faaliyetleri en kısa sürede normale dönecek hale gelmesi planlanmaktadır!. Elazığ depreminde, Türkiye Afet Müdahale Planı  ile  Devletin çok kısa bir sürede organize olduğunu,  bir kriz ve kaosa da sebebiyet vermeden çözüm yolunda hızlı bir şekilde adım attığına şahit olduk!.

Deprem Gerçeği!…

İnsan olarak başımıza gelebilecek semavi ve arazı afetlere karşı dikkatli olmak, önlem ve tedbir almak, tevekkül dediğimiz böyle bir şeydir!. Tedbir almadan, tevekkül olmaz!. Tevekkül, tüm insanı önlem ve  tedbirleri aldıktan sonra, imanın gereği, daha sonra da  yüce makama teslimiyettir!. Eskilerin ifadesi ile; Eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra da Allaha teslim ol!. Tevekkül, Allah’a  teslim olmak ve güvenmektir!. Tevekkül, önlem almaya asla mani değildir!. Bize akıl veren, aklımızı kullanmadan ve üzerimize düşeni yapmadan, her şeyi Allah’a ısmarlamak, tevekkül değil, kuru bir ahmaklıktır!. Gerçek tevekkül, insani olarak üzerimize düşeni yaptıktan sonra, gerisini Allah’a havale etmek ve sonucun iyi olmasını da Allah’tan ümit etmektir!

Deprem öldürmez, ihmal ve bina öldürür gerçeği,  her zaman olduğu gibi burada da karşımıza çıkmaktadır!.  Bu ifadeyi dünya’da Japonya’nın en iyi kavradığına şahit oluyoruz!. Bu nedenle ülkedeki tüm evler bir miktar sarsıntıya dayanacak şekilde inşa edilmektedir!. Yasalarla belirlenmiş depreme uygunluk standartları oldukça katıdır!. Tokyo’daki binaların yaklaşık yüzde 87’sinin depreme dayanabildiği söyleniyor!.  Birçok yapı, sarsıntı sırasında esneme payına sahiptir!. Bunlardan bazıları ani bir şokta hareket etmesini sağlayan teflon üzerine inşa edilirken; diğerleri ise genleşebilir, kauçuk veya sıvı dolu zeminlere sahiptir!.

Depreme Dayanıklı Bina Yapılmalı!.

Peki, deprem ya da fay nedir? Fay kırılması ne demektir?! Yerkabuğundaki çeşitli ölçekteki kayma yüzeyleri, üzerinde deprem olan ve hareket eden iki levha ya da levhacık arasındaki ara yüzey FAY olarak adlandırılır!. Tarihsel dönemde deprem oluşturmuş olan tüm faylar diri fay olarak isimlendirilir!. 2 milyon yıldan daha yaşlı olmayan,  kesen faylar, ötelenmiş genç akarsu yatakları, ötelenmiş akarsu ve  deniz şekiller, basınç sırtı ya da çöküntü gölcükleri ve uzamış sırtlar gibi genç morfolojik şekiller oluşturmuş faylar, diri faylar, olarak ifade edilmektedir!.

Türkiye’deki deprem kuşakları ve hangi ilerimizi kapsadığı ise şöyledir!. Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı; Van Gölü’nün kuzeyinden itibaren Erzincan, Tokat, Amasya, Gerede, Bolu, Adapazarı, İzmit Körfezi ve Marmara Denizi’nden, Saroz Körfezi’ne kadar uzanır. Bu kuşağa Kuzey Anadolu Fay Hattı da denir. Ülkemizde depremlerin en çok görüldüğü kuşak burasıdır. İzmit, Adapazarı, Düzce, Bolu, Çankırı, Niksar, Erbaa, Erzincan, Erzurum, Pasinler bu kuşak üzerinde yer alır. Güney doğu Anadolu Deprem Kuşağı; Van Gölü çevresinden başlayarak Güneydoğu Torosları takip eder ve İskenderun Körfezi’ne kadar uzanır. Muş, Varto, Elazığ, Malatya, Elbistan, Kahramanmaraş, Adana, İskenderun bu kuşak üzerinde yer alır. Batı Anadolu Deprem Kuşağı; Ege Bölgesi’nde yer alan çöküntü alanlarını kaplayan bu kuşak, Bakırçay, Gediz, Büyük Menderes ve Küçük Menderes ovaları ile Burdur, Uşak, Kütahya civarını içine alır. Deprem Riski Az Olan Bölgeler; Bu üç fay kuşağının dışında kalan Tuz Gölü ve Konya çevresi, Antalya – Mersin arası, Ergene Havzası, Ş.Urfa ve Mardin çevresi deprem tehlikelerinin az olduğu yerlerdir!.

Malzemeden çalmadan Bina yapılmalı!.

Depremin zararlarını en aza indirebilmek için insani olarak alabileceğimiz bazı tedbir ve önlemleri de  şu şekilde sıralayabiliriz!.  Yerleşim alanlarını, kırıklar ve fay,  hattından uzak ve sağlam zeminler üzerinde kurmalı! Alüvyal dolgulu ve gevşek yapılı zeminlere yerleşim yapılmamalı! Depremi önceden haber verebilen sistem ve yöntemler geliştirilmeli! Binaların yapı malzemesi ve yapı tekniği depreme dayanıklı olmalı! Vatandaşlar deprem konusunda duyarlı hale gelmeli ve eğitilmelidir!.

Yazımızın başına tekrardan dönecek olursak, ülkemiz bir deprem kuşağında bulunmaktadır!. Ülke olarak, Deprem gerçeğine göre yaşamak zorundayız!.Yani depreme karşı önceden önlem ve tedbir almak adına, dere yatağına bina yapılmamalıdır!. Binalar depreme dayanıklı ve malzemeleri de deprem yönetmeliğine uygun ve  kaliteli olmalıdır!. İskan noktasından sıkıntılı olan binalara yandaş mantığı ile oturma izni belediyeler tarafından verilmemelidir!. Yasa, kanun ve yönetmeliklere uygun olmayan binalar acilen yıkılmalıdır!. Belediyeler ve yapı denetim firmalarında, yasa, kanun ve yönetmeliklere aykırı davranan ve bunları da görmezden gelmek sureti ile, can ve mal kaybına sebebiyet veren, böyle sorunlu binalara da iskan veren firma, kişi ve memur hakkında adli işlem başlatılmalıdır! İnsan hayatı, bu kadar ucuz olmamalıdır, diye düşünüyorum!.

Selçuk Üniversitesi Rektörlük Atanması!..

20 Aralık 2019 tarihi itibari ile Bilecik Şeyh Edebali, Ankara Hacettepe ve Konya Selçuk Üniversitesine, rektör ataması için rektör adaylık  müracaatları yapıldı!. Akabinde YÖK rektörlük için aday başvurusunda bulunan adayları mülakata çağırdı! Tabii ki rektör adaylarından daha önce bir başka üniversiteye rektör adaylığı için başvuruda bulunmuş ve mülakatı yapılmış olanlar ise bu süreçte YÖK tarafından mülakata çağrılmadı!. YÖK mülakat sonuçları  ve yereldeki siyasetin baskıları çerçevesinde rektör aday  listesini Sayın Cumhurbaşkanımıza sundu!. Şehir olarak, yukarıdaki mezkur üniversitelerden Selçuk Üniversitesi  rektörlük  ataması daha fazla ilgi alanımıza girmektedir!. Ataması yapılacak olan tüm rektör adaylarına, şehirlerine ve ülkemize hayırlı olmasını dilerim!.

Türkiye’deki devlet üniversitelerinin kuruluş tarihleri, şehrimizde bünyesinden dört adet üniversite çıkarmış ve hamiliği de devam etmekte olan  Selçuk Üniversitesinin de kuruluş tarihi neredeyse ülkemizde  ilk kurulan üniversitelerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır!. Türkiye’de kurulan devlet üniversiteleri sıralaması şöyledir!. İstanbul Üniversitesi 18.11.1933.. İstanbul Teknik Üniversitesi 01.01.1944.. Ankara Üniversitesi 13.06.1946.. Karadeniz Teknik Üniversitesi 20.05.1955..  Ege Üniversitesi 01.01.1955..   Atatürk Üniversitesi 31.05.1957.. Orta Doğu Teknik Üniversitesi 15.11.1956..  Hacettepe Üniversitesi 08.07.1967..  Boğaziçi Üniversitesi 12.09.1971..  Dicle Üniversitesi 30.11.1973..  Çukurova Üniversitesi 30.11.1973..  Anadolu Üniversitesi 30.11.1973..  Cumhuriyet Üniversitesi 09.02.1974..  İnönü Üniversitesi 03.04.1975..  On dokuz Mayıs Üniversitesi 11.04.1975..  Selçuk Üniversitesi 11.04.1975..  Uludağ Üniversitesi  11.04.1975.. 

Selçuk Üniversitesi Kampüs

Akademik hayatı neredeyse yarım yüzyıla yaklaşmakta olan Selçuk Üniversitesine rektör atanması, tabii ki kolay bir süreç değildir!. Daha önceki yazılarımızda, sürekli olarak vurguladığımız, bu şehirde  güç ve denge gruplarının olduğunu ve şehirdeki siyasi aktörlerin de her dönemde, kendilerine yakın bir rektör adayının olması zaviyesinden ve  başkaca kaygılarının olduğunu  ifade etmiştik!. Selçuk Üniversitesine bu dönemdeki rektör atanması için 34 akademisyen adaylık başvurusunda bulunmuştur!.  Öncelikle  özgüvenli bir şekilde meydana çıkan ve yarışa katılan  rektör adayı  akademisyenleri tebrik ederim!. Bir de rektörlük için adaylık başvurusunda  dahi bulunmadan, izleyici locasında bekleyen ve sadece  siyasete yakın olmakla bu işi kotarabileceğini bekleşenler de bulunmaktadır!. Tabii ki bu da bir tercih meselesidir!. Her seçimin bir vazgeçiş olduğu bir dünyada yaşıyoruz!. Fakat dünya  ve bölgemiz yeniden bir değişim ve dönüşüm arenası ve öncesinde bulunuyorken!.  Risk almadan başarılı işler biraz zordur! Cenk, er meydanına çıkmadan ve  savaşı göze almadan kazanılan  zaferin bir anlamı olmasa  gerekir!. Suriye’de, Akdeniz’de ve Libya’da Türk Devleti risk almamış olsa neler olurdu?!. Sadece soruyorum!. Hayat riskler üzerine kuruludur! Hayatta,  aldığınız risk oranında da ödül alırsınız!. Hayatın kuralı budur!.

Selçuk Üniversitesi rektörlük atamasında bugün itibari ile  geldiğimiz son nokta şöyledir!. Şehirdeki tüm protokol ve siyasi aktörler, kendilerine yakın, söz dinleyen  ve iş yaptırabilecekleri  bir aday için YÖK ve Külliye’deki dostları üzerinden lobi faaliyetleri ve  baskı kurmaya çalışmaktadır!.  Tabii bu baskılar  atama makamına ne kadar etki edecek ve sonuca nasıl taalluk edecek,  bilmiyoruz!.  Fakat siyasi aktörlerin önerdiği tüm adaylar, atama makamı tarafından kabul görmemektedir! Çünkü yerel siyaset tarafından önerilen ve baskısı yapılan tüm adaylar, halen mevcut rektörün,  network ve uluslararası denkliğine erişemedikleri  zaviyesinden ret cevabı ile karşılaşmaktadır!. Şimdi şöyle bir durum ile karşı karşıya bulunuyoruz!. Peki, sonuç  ne olacak?! Şehirdeki güç ve denge grupları ve özellikle de siyasi aktörler, bir ve beraber olmadığı, sadece kendilerini düşündükleri,   şehri ve akademik dünyayı dikkate almadıkları   sürece, bu şehirde her dönemde olduğu gibi burada da aynısı yaşanacaktır!. Yani, dejavu olacaktır!. Atama makamı iradesini yereldeki  siyasi aktörlerin bir aday üzerinde uzlaşamaması  ve tüm  baskılarına rağmen ters köşe yapmakla hepsine gol atacaktır!.

Selçuk Üniversitesi Rektörlük Binası

Selçuk Üniversitesi rektörlük atamasındaki son durum, aldığımız duyum ve bilgiler çerçevesinde, atama makamı mevcut rektör yönünde kullanmak durumunda olacağıdır!. Fakat şehirdeki tüm  siyasi aktörler tarafından bu karar kabul edilmemektedir!. Atama makamı şehirdeki siyasi aktörleri de yok sayamayacağına ve görmezden gelemeyeceğine göre!. Bir gazeteci ve iletişimci olarak, gözlemlerimize de  dayanarak, atama makamı iradesini, Konya’da temeli atılan ASELSAN ve Teknoloji Endüstri bölgesinin kurulması, çok yakın bir tarihte, bu şehirden kendi uzay mekiğini fırlatmayı planlayan Türk Devleti, bu çalışmaları yerinde yönetecek ve yürütecek, Külliye’den, devlete yakın ve konusunun da  uzman bir bürokratı, rektör olarak gönderecektir, diyorum!.  

Ya da, siyaset yeniden şekil almaktadır!. Siyaset bir kırılma, değişim ve dönüşüm hazırlığındadır!. Türkiye,  2002 tarihinden bugüne kadar muhafazakar bir siyaset tarafından idare edilmektedir!. Türkiye’de, bu siyasi düşünce, olmaz denilen çok şeyleri bu dönemde başarmıştır!. 2002 tarihindeki siyaset şartları ile günümüzde ki sosyal, siyasi ve ekonomik sıkıntılar ve durum kıyaslandığında aynı tablo karşımıza çıkmaktadır! Yani  ne  demek istiyorsun dediğinizi de duyar gibiyim!. Sadece yeni siyasi dönemin parametrelerini sıralıyorum!.  Türk siyaseti, devlet aklının denetim ve kontrolünde, yeni bir siyasi dönemin eşiğinde ve siyaseten de makas değiştirilmek üzeredir!. Yereldeki siyasi aktörler işlerine gelmediği ve yerelde ki güçlerini de kaybetmek istemedikleri  için göremese ve idrak edemese de!. Çünkü dünyada yeni bir düzen ve sistematik kurulmak üzeredir!. Bu yeni düzen ve sistematik de yüz yıl önce olduğu gibi bu topraklarda ve bölgemizde kurulacağına göre!. Devlet kademesi ve bürokrasisi, yeni siyasi dönemin eşiğindedir! Devletin tüm kademesinde yeni aktör ve adaylar da sahne almak üzeredir! Selçuk Üniversitesi rektörü de, bu yeni siyasi düşünce ve yeni siyasi iktidara yakın biri olacaktır, diye düşünüyorum!.

Küresel Güçler ve Türk Devlet Aklı!.

Teknoloji ve iletişim kanallarının gelişmesi ile birlikte dünya  ufacık bir köy haline gelmiştir!. Dünyanın bir ucunda ki  haber veya olay anında diğer tarafa ulaşmaktadır!. Ya da dünyanın bir ucunda geliştirilen ve üretilen bir ürün ertesi gün diğer tarafa erişebilmektedir!. Tam da küresel güçlerin planladığı gibi!. Tabii ki tüm bunlar iletişim ve ulaşım imkanlarındaki gelişim ve inovasyon  ile olmaktadır!. Bu durum birileri için fırsat olarak değerlendirilirken, bir diğer grup için de tehdit olarak görülmektedir! Neden veya nasıl diye bir soru hemen aklımıza gelebilir! Her tehdit kendi içinde elbette ki fırsatları da saklamaktadır! Görmek isteyene! Anlamak isteyene! Ve elbette ki statik olmayan ve değişime de direnmeyen  insanlar, kurumlar ve devletler için!. Dünya her daim enerji halindedir!. Dünya her daim dönüşüm ve değişim durumundadır!. Dünyadaki bu enerji,  dönüşüm ve değişimi birileri yok kabul etse de, kendi yörüngesinde hızla devam edecektir!.  Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir, ifadelerinde olduğu gibi!.

Dünyadaki tüm bu değişim ve dönüşüm çerçevesinde, son yıllarda sıkça duymaya başladığımız kavramların başında küreselleşme gelmektedir! Peki nedir küreselleşme?!. Küreselleşme; ürün, fikir, kültür ve dünya görüşü alış verişinden doğan bir uluslararası bütünleşme sürecidir! Küreselleşme kavramının en çarpıcı özelliklerinden biri, olası etkilerinin çok sayıda ve çeşitli olduğu izlenimini vermesidir! Küreselleşme, sosyal bilimlerin her dalında yaygın kullanılan bir kavram olmakla beraber, genellikle bir durumdan daha çok bir zihniyeti ifade eder!. Küreselleşme sadece sosyolojinin konusu değil fakat sosyolojik açıdan toplumsal alandaki bir değişimi ifade etmektedir!

Globalization – Küreselleşme

Küreselleşme, ekonomik olduğu kadar sosyal, siyasal, teknolojik ve kültürel boyutlu bir süreçtir!. Küreselleşme basitçe gücün ya da etkinin yerel toplulukların elinden alınıp küresel arenaya aktarılmasından ibarettir! Devlet dışı sosyal organizasyonlar küreselleşmeyi, çevre hareketi, demokratikleşme ve insanileştirme gibi pozitif sosyal amaçları sağlayacak kaldıraç olarak görürken, iş adamları için artan kâr ve güç stratejisi, hükümetler için de çok sık olarak devlet gücünde artış sağlamanın yerine kullanılmaktadır!

ABD’li ekonomist Taylor;  Küreselleşme, ne ulusal ekonomiyi hasta eden bir zehir, ne de kâr amaçlı holdinglerin işçileri sömürmek ve çevreye zarar vermek üzere kullandığı bir araçtır!. Küreselleşme, ne sömürgeciliğin dönüşü ne de dünya yönetimine erişim anlamındadır!. En temel düzeydeki basit anlamıyla küreselleşme, imkân dâhilindeki ticarî aktivitelerin sınırlarının genişlemesidir!. Coğrafî, teknolojik ya da yasal engellerle kısıtlanmış, satış, satın alma, üretim, borç verme ve borçlanma faaliyetleri daha pratik hâle gelmektedir. Küreselleşme, yeni ekonomik olanakların olağanüstü büyük bir düzen içinde yer alışını kapsamaktadır, diyor!

2. Dünya savaşı devam ederken, savaşın galipleri kendi aralarındaki anlaşma ve uzlaşma gereği,  dünyamızı  yeniden bir kaos ve savaşa mahal vermeden, yarım asır devam eden bir Soğuk Savaş mutabakat dönemi ile geride bıraktık!. Taraflar arasında ki diyalektik gereği, ulusal çıkarları çerçevesinde, Berlin Duvarının yıkılması ve Sovyetler Birliğinin dağılmasına kadar  bu uzlaşı süreci geldi ve dayandı!.  11 Eylül saldırıları ve Arap Baharı süreci ile dünya ve bölgemiz bir başka dönemece  evrilmiştir!. Küreselleşme  ile başlayan ürün ve kültür alışveriş ve değişim süreci, küresel ve emperyalist güçlerin ülkemiz ve  bölge üzerindeki çıkarları ve kirli hesapları çerçevesinde, tez – anti tez ve sentez üçgeninde, eski dönemlerde olduğu gibi söz dinleyen ve verilenlerle yetinen, kontrol edilebilir  bir Türk Devleti tasavvur edilmektedir!.  

Türk Devleti ve Kadim Devlet Aklı!….

15 Temmuz hain işgal kalkışma  akabinde, bagajlarından bir bir kurtulan   Türk Devleti,  tarih, kültür, coğrafya, medeniyet ve kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte,  bölgemizdeki  yeniden dizayn, değişim ve paylaşım sürecine sahada ve masada müdahil olmaya başlamıştır!. Küresel güçlerin denetimindeki tüm hegemonya ve emperyalist güçler, Türk Devletinin bölgemiz üzerinde ki  yerli – milli ve bağımsız  duruşu ve çıkışı uykularını kaçırmaktadır!. Kirli plan ve sinsi hesapları bir bir berhava olmaktadır! Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı, yüz yıl önce olduğu gibi kendisi ve bölgemiz  üzerinde, yeniden bir paylaşım ve ameliyata asla izin vermeyecektir!.  Türk;  Adalet  ve Hakikat ehli, mazlum milletlerin de hamisi demektir!. Türk devleti ebed müddet devam ülküsü ve 2023 – 2053 ve 2071 hedef ve vizyon çerçevesinde,  kadim devlet aklının denetim ve gözetiminde,  tarihi, kültürel, sosyal ve gönül bağlarımız  olan tüm bölgelerde, küresel güçlerin karşımıza  çıkardığı ve sahaya sürdüğü emperyalist güçler ve onların vekalet ve vesayet  ordularına  rağmen,  istiklal ve istikbali uğrunda, sahada ve masada tüm gücü ve varlığı ile var olmaya devam edecektir!.

Akıllı Şehirler ve VERİ Yönetimi!.

Türkiye Belediyeler Birliği tarafından, Akıllı Şehirler ve Belediyeler Kongre ve Sergisi, geçtiğimiz günlerde, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, belediye başkanları  ve ekiplerinin katılımları ile icra edildi!.  Peki; Ne demektir Akıllı şehir?! Daha önce akıllı bilgisayar, akıllı televizyon, akıllı ev, yapay zeka  ve  akıllı telefon derken, hayatımıza şimdi de Akıllı şehirler mi giriyor?!  Neden olmasın?! Akıllı şehir olmak için veri, veriyi de teknoloji firmalarının işlemesi gerekiyor! Belediyelerin gayesi vatandaşların yaşayabileceği en iyi konforu sunmaktır! Belediye  kaynaklarını akıllıca kullanarak insanların tutkuyla bağlanabileceği bir çevre oluşturmaktır!. Şehirlerin büyümesi ile birlikte bazı yan etkiler de açığa çıkmaktadır! Trafikte geçen saatler, hava kirliliği, temiz su bulamama, çöp ve atık yönetimindeki sıkıntılar! Kentlerdeki nüfusun yoğunlaşması,  buna bağlı olarak da suç oranlarının artması ve insan güvenliğini tehdit etmesi açığa çıkıyor!   Marka şehir olmak ve bir şehri geliştirmek istiyor olmak;  neyi ve nasıl düzelteceği noktasında,  size en güzel veri söyler! Veriler ile yorum yapabilmek için de bir  sisteme ihtiyaç vardır!.  Akıllı şehir olmakta ki kilit kavram veri’dir! Bu veriyi geliştiriciler ile paylaşmalı ki ortaya uygulanabilir sistemler çıkabilsin!  

Akıllı şehir!.

Dünyadaki akıllı şehir uygulamaları, bu alanda dereceye girmiş ve  ödül almış  olanlardan bir tanesinin genel özelliklerine kabaca bakalım!. Ohio eyaletine bağlı Columbus şehri 2015 yılında Amerikan Ulaştırma Departmanı tarafından düzenlenen akıllı şehirler yarışmasını kazanmıştır! Şehrin planı çevreye duyarlı, veri ile donatılmış ve  modern ulaşım konusunda kendi türünün ilk örneği,  olmayı  başarmıştır!. Şehrin planları içerisinde internet bağlantı noktaları olarak çalışan trafik ışıkları, acil durumlarda polis, ambulans, itfaiye aracı gibi ilgili araçların trafik sinyalizasyonuna müdahale edebilen, gelişmiş ödeme sistemleri ve akıllı trafik ışıkları! Columbus şehri; Vatandaşlara tüm süreçleri izah eden atölyeler düzenlemiş ve  vatandaşların dahil olması için uğraşılmış,  böylece şehrin sinerji ile bu dönüşüme sahip çıkması sağlanmıştır!. Columbus bu dönüşümde; işin içine özel sektör, silikon vadisi ve üniversiteleri dahil ederek, akıllı şehirleşme konusunda bir ivme yakalamıştır!.  Columbus, akıllı şehir ödülünü aldıktan sonra akıllı şehir inovasyonu için ilham kaynağı da olmuştur!.  

Akıllı şehir ve Veri!.

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Türkiye Belediyeler Birliği’nin Akıllı Şehirler ve Belediyeler Kongre ve Sergisi kapsamında, Yenilikçi Yerel Politikalarla Dönüşen Şehirlerimiz, başlıklı oturumda; İnsan ihtiyaçları ve beklentilerinin sınırsız olduğu bir zamanda buna para yetiştirmek oldukça zor! Onun için finans çözümleri ve model önerileri konusunda aslında ilk başta tasarruf etmek ve yerli ürün kullanmak konusunu, hepimizin bir kenara not etmesi gerekiyor! Belediyecilikte Konya modeli Türkiye’de örnektir!. Bu dönemde yeni bir uygulamayı hayata geçiriyoruz! Elektronik Hemşerilik uygulaması! Hem şehri veya hemşehrilik; Aynı şehir, köy ve kasabadan olma durumu anlamına gelen ve yerel değerlere dayalı bir örgütlenme biçimi ve akraba ile arkadaş arasında bir kavramı ifade etmektedir! Teknolojiyi ve bilimi konuşuyoruz, akıllı şehirleri konuşuyoruz fakat bu konuda önemli bir sorunumuz var!  Ekrandan gözünü ayırmayan bir nesle sahibiz! Ekranla Oynama, Akranla Oyna temalı bir proje yürütüyoruz! Çocukları artık biz yetiştirmiyoruz, çocuklarımızı ekran ve uygulamalar yetiştiriyor! Biz bir mum yaktık, inşallah, burada büyük  bir başarı elde edeceğiz, ifade ve vurgularının, akıllı şehir olma yolunda ilerleyen bir Konya şehri ve Konya’da yaşayan tüm vatandaşların da konuya duyarlı ve dahil olabilmesi  zaviyesinden,  geleceğimizin teminatı çocuklar üzerinden bir sinerji oluşturulmaya çalışıldığını düşünüyorum!.

Akıllı şehir ve Konya!..

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; Akıllı Şehirler ve Belediyeler Kongresi’nde; Şahsiyeti olmayan, insanı öncelemeyen ve dört bir yanında ilim, irfan, sanat ocakları tütmeyen bir şehrin aklı da olmaz!  Şehirler; medeniyetlerin doğduğu, geliştiği ve tüm ihtişamıyla tarihe mal olduğu yerlerdir! Şanlıurfa’daki Göbekli tepe Ören Yeri, insanların yerleşim ihtiyacı konusunda bugüne kadar ortaya konan tüm tezleri değiştirecek bir keşiftir! İnsanlığın kadim tarihinin en önemli yerleşim merkezleri üzerinde yaşıyor olmak, bize sadece gurur vermekle kalmıyor aynı zamanda ciddi bir sorumluluk da yüklüyor! Tarih boyunca Semerkant’tan Saray Bosna’ya kadar nice kadim şehirlere mührünü vurmuş bir ecdadın torunları olarak bugün de şehircilik konusunda en önde olmamız gerekiyor!  Bugün geçmişe doğru baktığımızda kimin eserleriyle gönüllerde yaşadığı, kimin yerinde yeller estiği açıkça ortadır! Biz eser üretmenin, gelecek nesillerin gönlünde bu şekilde yer etmenin peşindeyiz! Akıllı şehirler; vicdanlı, becerikli ve çalışkan belediye başkanlarıyla kurulur, vurgularının, günlük siyasi kısır çekişmeler, çevresi ve kendisi için  çıkar ve menfaat taleplerinden, kadim millet olarak, kaç asırdır dünya insanlığına  bilim, kültür  ve medeniyet adına  bir eser ortaya koyamadığımız çerçevesinden, çok manidar olduğunu düşünüyorum!.

Hz. Mevlana; Kamil odur ki koya dünyada bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser, buyurmaktadır!.

Vekalet Savaşları Bitiyor mu?!.

Savaş, insanlık ve teknolojinin  gelişimi ile beraber devam eden bir kavram olmuştur! Teknolojik alandaki yenilikler her alanda olduğu gibi askeri alanı da etkilemiştir!

İnsan, ilk savaşını doğaya karşı vermiştir! Yerleşik hayata geçilmesi ile birlikte insanlık artık yaşam alanlarını korumaya geçerek klasik dönem savaşların temelini atmıştır!

Devletlerin ortaya çıkması ile birlikte tarihsel gelişime uygun olarak ok, yay, piyade, süvari ve savaş arabaları şeklinde savaş silahları gelişmiştir!

Sanayi devrimi sonrasında modern dönem savaşlar, teknolojik gelişmeye bağlı olarak uzun menzilli füze, hava kuvvetleri ve tank birliklerinin dahil olduğu savaş uygulamalarına dönüşmüştür!

Birinci ve İkinci dünya savaşlarındaki yıkım ve insani ölümlere geçmeden, yakın tarihe baktığımızda;  ABD’nin 1955 – 1975 yılları arasında devam eden Vietnam Savaşında yaklaşık 5 milyon insan hayatını kaybetmiştir!.  Bu savaşta ABD’nin 58 bin askeri ölmüş, ölmeden ülkelerine dönen askerlerin birçoğu ya intihar etmiş ya da psikolojik tedavi görmüştür!

11 Eylül saldırılarını bahane eden ABD, 2001 yılında kendi öncülüğündeki müttefik devlet askerlerinden oluşan çok kalabalık ve teknolojik üstünlüğe sahip bir ordu ile Afganistan’ı işgal etmiştir! Aynı müttefik güçler  ABD öncülüğünde 2003 yılında da Irak’ı işgal etmiştir!.

Daha sonrasında, kurmuş oldukları vesayet ve vekalet orduları ile, kendi ulusal askeri kayıp vermemek adına, milyonlarla ifade edilen insani ölümler sebebiyet vermiş ve  bölgeyi de  tarumar etmişlerdir!.

Vekalet Savaşları!..

Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi,  insani, ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde, post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur!.  Bu savaşların temel özelliği asimetrik unsurların kullanılmasıdır!.

Terör örgütleri, mafya, gizli servisler, özel kuvvetlerin kullanıldığı ve yumuşak güç savaşlarını ihtiva eden gayri nizami savaşlar;  post – modern savaş yöntemleri içinde yerini almaktadır!

Barış ve savaş algılamalarının muğlaklaştığı, savaşan aktörlerin tespitinin güçleştiği, devlet dışı aktörlerin  kullanıldığı, devletler arasında ve devletler içindeki hassasiyetlerin istismar edildiği Vekâlet Savaşları ön plana çıkmıştır!.

Hibrit savaşlarının en belirgin özelliği Vekalet savaşlarıdır!. Mağdur ülke belli, fakat bu ülkeyi çökertmek isteyen güçlerin kimlikleri belli değildir!. Hibrit savaşında amaç, birtakım örgütler aracılığı ile ülkede kaos oluşturmaktır! Halkı ve polisleri hedef alan, sinsice ve haince planlanmış birçok terör olayları uygulanır!.

Bu olaylar sonucu, provokasyon yapılır!. Sosyal medyada photo-shop uygulamaları ile düzenlenmiş birçok sahte resim ve video yayılır!. Bunun sonucunda ise halk sorgulamaya başlar!. Eylemler ve  yürüyüşler yapılır!. Şehitlerin ve ölenlerin arkasından milli yas ilan edilir!. Yaşanılan ruhsal acı, öfke ve kine dönüşür ve bu öfke dindirilmeye çalışılır! PKK ve DAEŞ  gibi hibrit örgütlere lanetler yağdırılır!. Bu sırada halk içinden birçok görüş ortaya çıkar!. Görüşler birbirine uymadığı için tüm taraflar yüreğindeki acının meydana getirdiği kin ile tartışmaya başlar!. Bunun sonucunda ise küresel sistem veya vekalet savaşlarının arkasındaki güçler amaca ulaşılır ve halk birbirine düşmüş olur! Bunun ekonomiye de büyük zararları olur!. Bir ülkenin ekonomisi, o ülkenin bağımsız olmasındaki en büyük etkendir! Ulusal güvenlik, ekonomi güvenliğinden başlar!.

Vekalet ve Vesayet Savaşları!..

Peki, Vekalet veya Proxy savaş nedir?! Savaşın vekaleti mi olurmuş diye bir soru hemen aklımıza gelebilir!. Vekâlet Savaşı, kökeni Proxy War’dır! İngilizce, Proxy sözcüğünün dilimizdeki karşılığı vekil demektir. Bu sebeple,  vekil savaşı  veya  vekâlet savaşı olarak adlandırılmaktadır!.

Vekâlet Savaşları; devletlerin, özellikle küresel, emperyalist  ve bölgesel güçlerin kendi ulusal  çıkarları ve nüfuz alanlarını genişletmek maksadı ile, kendi askeri unsurlarını kullanmaktan ziyade, hedef ülkelerdeki parçalanmış yapıları ve yandaşlarını cepheye sürmek suretiyle gerçekleştirdikleri savaşlardır!.

Küresel ve bölgesel güçlerin yer aldığı Vekâlet Savaşları tüm boyutları ve özellikleri ile Ortadoğu’da yaşanmaktadır. Ortadoğu’da Vekâlet Savaşları kapsamında ABD ile Rusya arasında yaşanan küresel rekabetin bir yansıması görünür hale gelirken; İran, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında bölgesel nüfuz mücadelesine şahit oluyoruz!.  Neden?!

Türkiye bölgesel bir aktör ve oyuncu olarak yer almasına rağmen aynı zamanda bir operasyon coğrafyası durumuna gelmektedir!  Neden?!. Türkiye, aynı zamanda rekabet içinde bulunduğu emperyalist devletler tarafından PKK, YPG, YPJ ve IŞİD gibi terör örgütleri kullanılarak, Vekâlet Savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafyaya dönüştürülmektedir! Neden?!.

Türk Devleti; Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, Anadolu’daki varlığı ve bekası uğruna, içerideki işbirlikçilerin temizlenmesi sonrasında, sınırlarımız ve bölgemizde,   küresel ve emperyalist güçler tarafından, varlığımıza yönelik tehdit oluşturan tüm vekalet unsurlarına karşı çelikten bir duvar örmüştür!. Tüm sinsi plan ve kirli hesaplar berhava oluştur!.

Türk Devleti, daha önceleri verilenlerle yetinen ve söz dinleyen bir konumda  olması halen ümit edilen bir şeydir!. Fakat karşılarında eski Türk Devleti yoktur!. Yenidünya düzeni yüz yıl önce olduğu gibi yeniden bu bölgede kurulacağına göre!.

Yenidünya düzeni ve sistematiğinde artık masayı kuran ve masada aktif rol alan bir Türk Devleti ve kadim Türk Devlet Aklı vardır!. Tabii ki bu durum, kanıksanmış olan statükoya  aykırı olduğu, Türkiye ve bölgemizdeki çıkarlarına da  ters olduğu için kabul edilememektedir!.

Peki, Türk Devleti olarak ne yapacağız?! Duruşumuzdan, kendimizin ve bölge halklarının haklı taleplerinden, istiklal ve istikbalimizden vaz mı geçeceğiz?! Tabii ki hayır!. Anadolu’daki beka ve yirmi dört milyon kilometrekarelik  gönül coğrafyamızda; ya olacağız,  ya öleceğiz, bunun başkaca bir yolu yoktur!.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, Düşmemizi bekleyenler Allah’ın izniyle kurumuş ağaca dönecekler ve daha çok bekleyecekler!. Tuzak kuranlar bilmelidir ki tuzaklara tuzak kuran, Allah;  tuzak kuranların en hayırlısıdır!.  Var olan her soruna karşı ilkesel bir duruşumuz mevcuttur! Türkiyeyi çembere alan ihanet akımının fikri de zikri de karışıktır!. Maalesef hem bölge, hem de küresel sistem huzursuzluk sarmalındadır!. Cemal Kaşıkçı, Kasım Süleymani ve 176 kişiyi taşıyan uçağın vurulması! Güç mücadeleleri insani kazanımlara kast etmektedir!. Çatışma alanları yaygınlık kazanmıştır!. Türkiye doğru zamanda ve doğru politikalarla konum almış, Libya  ve  Akdeniz’deki ezberler bozulmuştur, ifade ve vurgularının, bölgemiz üzerinden yeniden kurulmaya çalışılan yeni dünya düzeni ve  sistematiği zaviyesinden, Türk Devletinin Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü ve 2023 – 2053 ve 2071 hedefleri çerçevesinde, kutsal ve  kızıl elmaya doğru, dünya insanlığı, tüm mazlum milletler ve tarihi, kültürel ve gönül coğrafyası  için  Adalet, Hakkaniyet  ve Barış yolunda  vakur  yürüyüşüne devam edecektir!.