Zarar-ı amm’ı def için zarar-ı has ihtiyar olunur!.

Son günlerde, dünyada ve ülkemizde yaşanan bir  virüs sebebi ile devlet tarafından  alınan önlem ve tedbirler hakkında bazı aklı evveller ileri geri konuşmaya başladı!. Dedik ya aklı evvel!. Olayların arka planını okumaktan ve anlamaktan  aciz, sadece görünen ve  gördüğüne göre de karar veren, verdiği kararı da yine kendisi gibi aklı evvel çevrede etki meydana getirmeye  çalışan,  avam konumunda  kişiler!. Neymiş efendim! Virüs önce ekonomiyi vurabilirmiş!. Küçük ve orta kesim esnaf çökmeye başlamış! Kiradaki işletmeci piyasalar durduğu gün dükkanı kapatacak ve yanında çalışanları çıkartacakmış!. İşsiz işçi ne yapacakmış! Dükkan sahibi işsiz kalacakmış! O zaman işletmeci ne yapacakmış!  Dükkan sahibi dükkandan kirayı alamayınca, ne yapacakmış! Bu iş zincirleme gidermişmiş!  Daha neler neler!  Beyler; Kamu menfaati için yani devletin ve milletin topyekun zarar görmemesi adına, tabii ki bir kişinin, birkaç işletmenin, bir ilçe, bir şehir  veya  bir bölgenin zararı tercih edilecektir!.  Peki, ne yapalım, siz söyleyin?!

Dünya, 1. ve 2. dünya savaşları akabinde olduğu gibi  bugün de  sosyal, kültürel ve ekonomik bir değişimin eşiğinde, yeni bir düzen ve sistematik kurulmak üzeredir!. Türk Devleti  yeni  kurulma aşamasındaki değişim, düzen ve sistematiğin masasında olduğuna göre!.  Tüm plan ve hesaplarını da bu değişim ve sistematiğe de  uygun bir şekilde yaptığına göre!. Bugün için virüse yönelik devlet tarafından alınan kararlar akabinde üç beş kuruş zarar ettiğini veya edeceğini düşünen arkadaşlara, tavsiyemiz! 2002 yılından bu günlere kadar kat kat  kazandıklarınızdan bir kaçını satıverin!.  Devlet olmaz ise ne yapacaksın malı, mülkü ve kat kat evleri?!  Ne kaybedersiniz!  Devlet bugün için kamunun menfaati adına sosyal, kültürel ve ekonomik yönden çok ciddi kararlar almaktadır! Peki, ekonomik olarak, devletin  işverenler için almış olduğu  karar ve uygulamalara ne diyeceksiniz?! Bizlere düşen, devletin almış olduğu kararlara  elbette ki harfiyen uymaktır!. Asil millet, tarihin hiçbir döneminde devletine karşı isyan etmemiştir!.

Mecellede, kamu ve özel  zarar ile ilgili bazı kural ve kaideleri incelemeye çalışalım!. Zarar-ı âmm’ı def’ için zarar-ı has ihtiyar olunur!. Zarar-ı âm, genelle alâkalı, yani bir ülke, bir devlet, bir şehir, bir köy, bir kasaba, bir mahalle veya bir sokak halkını içine alan bir zarar!. Zarar-ı hâs ise, bir veya birkaç şahsa ait olan bir zarardır!. Toplum hayatında insanların hak ve özgürlüklerinin sınırlanması, bu maddeye göre gerçekleştirilir!. Her insanın konuşma, seyahat etme, fikir ve ifade hürriyeti, çalışma gibi bütün hak ve hürriyetleri toplumun geneline zarar vermemesi maksadı ile sınırlandırılabilir!. Bu sınırlama hak sahibine zarar verse de, diğer insanlara zarar vermemesi için böyle bir sınırlamaya gitmek mecburidir!.

Diğer bir madde, Zarar-ı eşed zarar-ı ehafla izale olunur, kuralıdır!. Ehveni’ş-şerreyn ihtiyar olunur,  kuralı da aynı manaya gelmektedir!. Yani iki şerden daha az zararlı olanı tercih edilir!. Cerrah hastanın ölmemesi için, kangren olmuş bacağını kesme hakkına sahiptir!. Def-i mefâsıd celb-i menâfîden evlâdır! Kötülüğü defetmek iyiliği yaymaktan evladır!. Bunun anlamı, günahtan sakınmak, sevap işlemekten evladır! Farzlar eda edilmek gerekirken, müstehab ile meşgul olunamaz! Zekât varken, sadaka vermek, mekruh işlenirken, sünneti eda ile uğraşmak kabul edilmemiştir!

Hz. Musa ve Hızır (as) yolculuğunda yaşananları, duymayan ve bilmeyenimiz yoktur!. Yolculuğun detaylarına girmeden, arka plandaki verilmesi gereken mesajı, anlamaya, anlamlandırmaya ve bugün için, ne gibi dersler ve ibretler  çıkarmamız gerektiğini de sorgulamaya çalışalım!. Hızır (as): Ya Musa! Allah bana bir ilim vermiştir, o sende yoktur. Sana da bir ilim vermiştir, o da bende yoktur,  dedi! Hz. Musa, Hızır’dan (as) bu ilmi telakki etme arzusunu bildirdi!. Zahiren akılla anlaşılması mümkün olmayan, kendisine acayip ve garaib görülen bazı hakikatlerin hikmetini,  Hızır’dan öğrenecekti!. Hz. Musa, O’na: Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim,  dedi. Hızır (as): Doğrusu sen, benimle beraberliğe sabredemezsin. İç yüzünü kavrayamadığın, bir bilgiye nasıl sabredersin, dedi.  Hz. Musa,  İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem,  dedi. Hızır (as): Eğer bana uyacaksan, ben sana sırrımı açmadıkça, hiç bir şey hakkında bana sual sorma! Yani tartışma şöyle dursun; anlamak için bile sorma, dedi. Ve o meşhur yolculuğa çıktılar!. 

Yolculukta yaşananlar akabinde, Hz. Musa (as) çok soru sorması ve sorgulaması üzerine,  Hızır (as), Hz. Musa’ya;  İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim, dedi! Gemi var ya, o, denizde çalışan yoksul kimselerindi. Onu kusurlu hâle getirmek istedim. Çünkü onların arkasında, her sağlam gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı. Erkek çocuğa gelince, onun ebeveyni mümin kimselerdi. Bunun için çocuğun onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk. Böylece istedik ki, Allah, onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin!  Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı; babaları ise, Salih bir kimse idi. Allah istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Allah’tan bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur, dedi!

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Türk milleti ve bütün insanlık tehdit saçan küresel bir salgınla karşı karşıya olduğu, zor günlerin içinden geçiliyor! Türkiye, virüse karşı teyakkuza geçtiği ve peş peşe isabetli tedbirleri alarak zamanlama zafiyetine düşmemiştir!  Geçmişte daha müşkül anlarda bile yeise ve yılgınlığa kapılmayan Türk milletinin bu virüs kuşatmasını da yaracağına inanıyorum!. Bu süreçte karamsarlık aşılayanlara, kötümserlik yayanlara, provokasyonlara yeltenenlere, fırsatçılık, stokçuluk ve karaborsacılık yapanlara azami derecede dikkat ve uyanıklık mühim bir sorumluluktur!. Telaşa ve  korkuya lüzum yoktur!. Hayrın da şerrin de Allah’tan geldiğine inanan bir milletin virüse boyun eğmesi ve paniğe kapılması, akla ve tarihi gerçeklere tamamıyla aykırıdır!. Bilinmelidir ki, karşımızdaki zorluğu ele ele verip güç birliği yaparak, kucaklaşma ve kaynaşma haysiyetiyle Allah’ın izniyle atlatacağız, ifade ve vurgularının,  küresel sistemin, dünyamızı, bir virüs ile sosyal, kültürel ve ekonomik bir değişim eşiğinde, yeni dünya düzeni ve sistematiği yönündeki sinsi ve kirli plan, hesap ve adımlarına karşılık,  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi,  Devletin bekası ve Milletin birliği adına, almış olduğu tüm karar, tedbir ve önlemler, bir kararlılık ve  bir duruş, yeni dönemin işaretlerinin, Devlet Aklı hesabı  ve planı ile hazırlanmakta  olduğunu  bizlere göstermektedir, şeklinde düşünüyorum!.

Allah’ım! Bana Değiştirebileceklerim için güç, Değiştiremeyeceklerim için sabır ve İkisini ayırt edebilmek için de AKIL, BASİRET, FERASET ve FEHİM ver! Amin!..

Toplum 5,0 veya Süper Akıllı Toplum!..

Son günlerde, dünyamızda bir kaos  ve karmaşa yaşanmakta, bu kaos kontrol edilemez boyutlara varmaktadır!. Peki, gerçekten de durum böyle midir?!  Görünmez bir el kontrollü  karmaşa ve kaos teorisi mi uygulamaktadır?! Bilemiyorum!. İnsanlık tarihini kabaca incelediğimizde, her yeni  buluş, bilgi, iletişim ve teknolojik alandaki gelişmeler akabinde, toplumda yeni bir değişim ve evrenin de başlamasına sebebiyet vermiştir!. Bu evreler ise, Avcı veya toplayıcı toplum, Tarım toplumu, Sanayi veya endüstri toplumu, halen içinde bulunduğumuz, bilgi veya akıllı toplum ve geçiş aşamasında olduğumuz,  geçişi de çok sancılı olacağının belirtilerini de görmeye başladığımız, süper akıllı toplum veya toplum 5,0’ın eşiğindeyiz!.  Tolum 5,0 çok hızlı bir şekilde yaklaşıyor!. Yaklaşırken de tabii ki  hazır olmasak da öncü artçılara şahit oluyoruz!.  Her yeni gelen bilgiyi kabullenmek tabii ki çok zordur!.  Peygamberler ve  insanlık tarihini incelediğimizde, her yeni gelen peygamberin getirmiş olduğu yeni bilgi, statüko ve dönemin güçleri tarafından ret edilmiştir!. Peki neden?!.  Tabii ki;  yeni gelen her bilgi ile güç ve iktidarları yerle yeksan  edeceği için, olabilir mi?. 

Sosyal ve toplum bilimciler, içinde bulunduğumuz dönemi enigmatik çağ olarak ifade etmişlerdir!. Peki, nedir enigmatik çağ?! Enigmatik çağ; her 108 yılda değişimler olabilmesi için 36’şar yıllık 3 periyot saptanması ve  bu periyotlardan ilkinin de 1989 tarihinde başlamasıdır!.  Bu 36 yıl içinde doğru bildiğimiz her bilginin, yanlış olduğunu göreceğimiz enteresan bir dönemdir! 21. yüzyıl, karizmatik çağın bittiği, enigmatik çağın başladığı bir dönemdir! Karizma kelimesi;  inayet, mevhibe, Allah vergisi demektir!. Enigma; muamma, anlaşılmazlık ve  yanıltmaca, demektir!. Enigma, aynı zamanda sır ve sırlar çağı demektir!. Devlet de sır ve sırlar üzerine bina edildiğine göre!. Enigmatik sistemin enstrümanları, algı yönetimi ve subliminal mesajlardır! Algı yönetiminin en büyük enstrümanı da kelebek etkisidir!. Küçücük bir kıvılcımla başlar, büyür büyür ve algı veya kaos tüm dünyayı sarar; bugün olduğu gibi!.

Kaos ya da kargaşa teorisi bir matematik bilimidir! Kaosun sonrasında ortaya yeni bir düzen çıkar! Küresel güçler, bu sistemi saat gibi işletmeyi  bilir!. Dünya düzeninde ekonomik ve sosyolojik kelebek etkisi yaratmayı, kaos teorisini ateşleyerek, kaostan yeni düzenler doğurmayı kusursuz başarırlar! Kaos teorisini dünya düzleminde ateşlemenin  sebebi de, dünyayı rahat bir şekilde sömürmektir!.  Dünya süper akıllı bir topluma dönüşürken, özellikle bor, geleceğin enerjisini depolama ve taşıma malzemesi,  Toryum ise nükleer teknoloji yakıtı olarak tanımlanıyor!. Bu madenlerin de dünya üzerinde en yoğun bulunduğu bölge Türkiye olduğuna göre!  Türk devleti, bu yeni düzen ve toplum inşasında başat aktör olarak karşımıza çıkmaktadır!. Enerji de dünyanın en stratejik konularından bir tanesi olduğuna göre!.  Dünya stratejisini planlayan gelecek uzmanları, enerjiyi dünyanın tüm stratejik konuları arasında birincil belirleyici faktör olarak gösteriyor!. Peki, neden?!

Bugüne kadar; sosyal,  kültürel ve ekonomik değişimlere sebep olan dört adet Endüstri devrimi yaşanmıştır!.  Endüstri 1,0; Mekanizasyon;   (1780 – 1870).  1780’lerin ortasında,  su ve buhar gücüyle mekanik üretim tesislerinin tanıtılmasının ardından başlamaktadır!  Endüstri 2,0;  Kitle üretimi;  (1870 – 1970). Bu devrim ucuz çelik üretim yöntemi ile başlamıştır.!  Elektrik ve kimyasal teknikler ile yayılmıştır!  1882’de Edison ile fabrika ve şehirlerde elektriğin kullanılması ile devam etmiştir!.  Endüstri 3,0; Otomasyon; (1970 – 2010).  Dijital,  elektronik cihazlar ve bilişim!. İkinci Dünya Savaşından sonra üretimde dijital teknolojinin kullanılması ile programlanabilir makinelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır!. Endüstri 4,0; Akıllı fabrikalar; (2011 –  ?). Makine öğrenimi algoritmalarıyla donatılmış otomasyon sistemleri tarafından kontrol edilen siber – fiziksel sistemlerin kullanımı ile akıllı fabrikalar ortaya çıkmıştır! Endüstri 5,0 ve Toplum 5,0’da neymiş?!

Teknoloji geliştikçe ve her geçen gün hayatımızın her alanında teknolojinin hayatımızı ne kadar etkileyebileceğini sorguluyoruz!. Bildiğimiz tek bir gerçek var; değişmeyen tek şey, değişim ve teknoloji ile birlikte dönüşüyor ve değişiyoruz!. Teknolojinin gelişmesi ile toplumun geçirdiği evreler; Toplum 1,0; M.Ö başlayan ve 13.000’e kadar süren avcı ve toplayıcı toplum! Toplum 2,0; 18. yüzyıla kadar süren ve iş bölümüne dayalı tarım toplumu!. Toplum 3,0; 18. yüzyılın sonunda başlayıp 20. yüzyılın sonunda biten, sanayi devrimini yaşamış ve seri üretime geçmiş olan endüstri toplumu!. Toplum 4,0; 20. yüzyılın sonundan 21.yüzyılın sonuna dek devam eden ve bilgisayarın keşfiyle başlamış olan Akıllı veya bilgi toplumu!.

Dijital toplumların özelliği ‘dokunmatik’ oluşlarıdır! Kapitalist sistem, üretim ve tüketim olgusunu teknoloji üzerinden yürütmektedir! Dokunmatik toplum, ‘Hapishanenin Doğuşu’ çalışmasındaki yaklaşıma birebir benzeşmektedir! Bu yaklaşımda; hapishanede bulunan herkes kontrol edilmekte ve gözetlenmektedir!. Ancak gözetleyen ve kontrol eden, sistem gereği, kesinlikle görülmemektedir!. Kontrol mekanizması ile,  her türlü veri ve kişi kontrol edilmekte, ancak kimse bu kontrol sistemini bilmemekte ve görmemektedir!.  Aksi halde büyü ve plan bozulur!. Bugün için geniş çaplı, dünya gözüyle ufacık bir oyun oynanmaktadır! Topum ve bireyler, bu genişlik içinde oynanan oyundan haberdar olmamaktadır!.  Yani, kapitalizm, dünyayı yönetmekte ve kontrol etmektedir! Oynanan oyunda üretilen veriler yeni kültürü oluşturmakta ve bu kültür topluluğu ‘dokunmatik toplum’  olarak karşımıza çıkmaktadır!.

Toplum 5,0 ise; Nesnelerin interneti ve yapay zekâ gibi teknoloji kullanarak sosyal problemleri çözmeyi ve refah seviyesini yükseltmeyi öngören süper akıllı toplum! Toplum 5,0 ile yaşlanan dünya nüfusuna karşı çözümler geliştirmek, sanal dünya ile gerçek dünyanın beraber işler hale getirilmesi, nesnelerin internetinden toplumun çıkarları gözetilerek faydalanılması, çevre kirliliği ve doğal afetler için çözüm yolları üretip toplumu dijital dönüşümlere hazırlamak!. Her türlü nesnenin, insanın ve kavramın veri aracılığıyla birbirine bağlanacağı bir dönem olan Toplum 5,0 hızla yaklaşıyor!. Toplum 5,0’dan beklenen dijitalleşmeden sonuna kadar faydalanarak hayata rahatlık, kolaylık ve değer katan yenilikler sunmak!. Bu süreçte dikkat gerektiren konuların başında siber güvenlik ve adaptasyon geliyor!. Y kuşağının yüzde 83’ü akıllı telefonları ile uyuduğu gerçeği ve bu kültürün en dikkat çeken göstergelerindendir!

Günümüzde internet kullanımının indiği yaş, hızla artan akıllı telefon kullanıcı sayısı düşünüldüğünde, geleceğin daha da teknoloji temelli bir ortamda gerçekleşeceği bir gerçektir!. Dolayısı ile gelecek; görsel, dokunmatik ve kişisel temelli teknolojiler beklenmektedir! İmparatorlukların iletişim teknolojileri ile türediğini ve bu araçları kontrol edenlerin ayrıca dünyaya hükmedebileceğine göre, iletişim araçları ve teknoloji birbirinden kesinlikle ayrılamaz!.  Dijital dünya bir meta olarak pazarlanmakta;  Dijital yaşam,  gerçek olandan daha iyi yapar, söylemi bireyin içinde yaşadığı ortamı özetlemektedir!. Bu teknolojiye ya ayak uyduracağız, ya da bu sistem içinde yok olacağız!  Benimseyip benimsememek bireye ait olması gerekirken, bunun tersine “ya kullan, ya da bu diyardan git” söylemi dayatılmaktadır, şeklinde düşünüyorum!

Peki, bugün,  dünyada yaşadığımız bir virüs ile meydana gelen kaos, karmaşa ve  akabinde ki  yeni bir düzen ve toplum inşası yönündeki gelişmeler ve  ifadelere neler demeliyiz?! Neymiş efendim, altmış yaş üzerindekiler risk grubunda bulunuyormuş?! Neymiş efendim, yaşlı ve hasta olanlar çok tehlikeli ve kesinlikle de evden çıkmaması gerekirmiş?! Tüm bu ifadeler,  aklıma, altmış yaş üzeri tehlike sınırında bulunuyor derken, bir ülkenin veya  bir toplumun hafızası silinmek mi  istenmektedir?! Geçmişi ve hafızası olmayan bir toplum  mu inşa edilmek isteniyor?! Geriden gelen ve teknoloji uyumlu kitle ile hedeflenen  süper akıllı yeni topluma geçiş de  çok kolay bir şekilde mi tasarlanmaktadır!? Bilemiyorum!. Beş bin yıllık devlet geleneği ve devlet hafızası olan Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, yeni dünya düzeni ve sistematiği çerçevesindeki yeni toplum inşasına yönelik tüm tedbir, önlem  ve planlarını devreye almaktadır, diye düşünüyorum!.  Hz Mevlana; Siz düşünceden ibaretsiniz, gerisi et ve kemiktir, ifade ve  vurgularının, yeni dünya düzeni ve yeni toplum inşası  zaviyesinden, her yeni gelen peygamberin de yeni  bir bilgi ile geldikleri çerçevesinde, bir kez daha tefekkür  ve tezekkür edebilmeyi  de tavsiye ederim!. 

Davutoğlu ve Siyasette Mağduriyet Etkisi!..

Geçtiğimiz günlerde, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Konya’daki konutunda, basın mensuplarını ağırladı! Öncelikle bir Konyalı ve Konya sevdalısı olarak, Ahmet Davutoğlu ve ekibine çıkmış oldukları zor ve meşakkatli siyaset yolculuğunda başarılar dilerim! Siyaset çok zor bir iştir!. Siyasette  uzun soluklu olmak gerekir!. Peki, tabanda yeni bir siyasi parti için sosyal ve siyasal şartlar var mıdır?! Bilemiyorum!.  Kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum!: Gelecek Partisi, ümit ederim, siyasetin tozlu raflarında kısa sürede yerini almaz!. Siyaset bazı insanlar  için, sadece yeni bir  makam,  yeni bir mevki,  yeni bir ihale, rant ve  çok para,  ego, kibir, halka tepeden bakma ve bunlara ilaveten de ulusal ve yerel ölçekte güç ve iktidar devşirmek demektir!. Siyasete giren  bazı insanlar mezkur maddi ve dünyalık şeyleri elde etmek ister!. Peki, siyaset bunlar için mi yapılır?!  Bilemiyorum!. Siyaset, devlet, millet ve ülke menfaatine yönelik  başkaca  ulvi değerler için yapılmalıdır, diye düşünüyorum!. 

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Konya’daki konutunda, basın mensupları ile sohbete öncelikle, akademik hayatı ve siyasete girme serencamı ile başladı! 1995 ve 1999 genel seçimlerinde, rahmetli Necmettin Erbakan tarafından siyasete davet edildiğini, akademik dünyada kalmayı ve öğrenci yetiştirmek istediğini ifade etmek sureti ile affını talep ettiğini ve siyasete girmediğini vurguladı! 2002 tarihinde, AK Partinin kuruluş sürecindeki tüm evrelerinde bulunduğunu fakat yine aktif olarak siyasete girmeyi hiçbir zaman düşünmediğini,  AK Parti Genel Başkanı  Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın  2002 seçimlerinde yasaklı olmasından kaynaklı, Abdullah Gül beyin Başbakan olması ile birlikte, Baş Müşavir olarak siyasette ki görevinin de  başlamış olduğunu sözlerine ekledi!. 27 Nisan e-muhtıra  ve 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde aktif rol aldığını, yine bu seçimlerde  Cumhurbaşkanı Sayın  Recep Tayyip Erdoğan tarafından milletvekili olması yönünde tekliflerinin olduğunu,  yine uygun bir lisan ile, kitap yazmayı, akademide kalmayı ve öğrenci yetiştirmenin daha önemli ve kendisini de mutlu etiğini  ifade etmek sureti ile ret cevabı verdiğini,  yeniden sözlerine ekledi!.  2002 tarihinde başlayan, Başbakanlık Baş Müşavirlik, Büyük Elçilik  ve özel temsilcilik görev ve sorumluluklarının, 2009 yılında 60. Hükumette dışarıdan, Dış İşleri Bakanı olarak atandığını ve akabinde ki 2011 seçimlerinde de kadim şehir Konya’dan milletvekili seçilmek sureti ile TBMM’ye girdiklerini ifade ettiler!.  Daha sonraki süreçte, AK Parti Genel Başkanlığı ve  genel başkan olarak girdikleri 7 Haziran ve 1 Kasım  genel seçim sürecinde yaşadıklarını ve Başbakanlık makamını da, ülkenin sosyal, siyasal ve ekonomik bir kaos ve krize de sebebiyet vermemek adına, nasıl ve neden terk etmek zorunda kaldıklarını da  detayları ile tek tek anlattı!. 

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nu dinlerken,  hafızam sürekli olarak, siyasette mağdur edebiyatı ve mağduriyet  etkisi hakkında daha önceki yaşananlar  bir bir film şeridi gibi akıp  geçti!. Peki, nedir siyasette ki  mağduriyet etkisi?!  Siyasette mağduriyet etkisi, bir tepkiyi ifade etmektedir!  Bu tepkinin bazı hallerde amacı aşan boyutlarda olması ve adil rekabetin vereceği sonuçlardan uzaklaştırıcı etkiler yaratma olasılığı vardır!. Özellikle adalet duygusunu sarsan uygulamaların, sert ve ölçüsüz tepkilere neden olması da mümkündür!. Mağduriyet etkisi bir çeşit “Demokles’in kılıcı” işlevi görmesi ve özellikle  kamuoyunda ilgi ve  farkındalık düzeyini arttırması da söz konusudur!. Mağduriyet etkisinin siyasi rekabette ortaya çıkabilen bir olgu olduğunu ifade etmek yararlı olacaktır!.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, basın ile sohbette, AK Parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlık makamından ayrılma süreci ile başlayan ve halen  bugün de devam etmekte olan özellikle şahsına yönelik itibarsızlaştırma saldırıları ve algı yönetiminin olduğunu, bu konudaki rahatsızlığı ve mağduriyetlerini  ifade etmiştir!.  Mağduriyet konusunun detaylarına girmek ve canınızın da sıkılmasını tabii ki  istemem!.  Mağduriyet konusundaki detayları basın ve sosyal medyadan takip edebilirsiniz! Peki,  siyasette mağduriyet iyi bir şey midir?! Yoksa kötü bir şey midir?!  Peki, siyasette mağduriyet dediğimiz şey,  devlet tarafından ve özellikle de planlı bir şekilde yapılıyor ve mağdur edilen siyasi aktörün önü,  yeni dünya düzeni ve sistematiği çerçevesinde,   yeni bir dönem ve bir başka yeni siyasi aktör ve  ekip için, devlet ve devletin derin koridorları tarafından açılıyor,  olabilir mi?! Seçmen kitlesi ve kamuoyu konsolide ediliyor olabilir mi?! Neden olmasın?! Yani, ne demek istiyorsun, dediğinizi de duyar gibiyim!. Daha önceki dönemlerde yaşanmış siyasette ki  planlı ve organize mağduriyet etkilerini hatırlamak yerinde olacaktır, diye düşünüyorum!. Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu sohbette, özelikle vurgu yaptığı; Gerçeklerin kısa sürede anlaşılması ve idrak edilmesini ümit ederim! Aksi halde,  devlet ve millet olarak, çok büyük sıkıntılar yaşanır, ifadelerini de,  mezkur minvalde,  takdirlerinize sunarım!.  

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışma süreci ile birlikte, ülkemizde ki siyasetin yeniden bir yapılanma ve özellikle de Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile iki partili bir sistem ve ikili ittifak şeklinde bir sürece doğru evirildiğini de sürekli olarak yazılarımda vurgulamaya çalışıyorum! Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin olmaz ise olmazı iki partili bir sistem ve ikili ittifaklardır!.  Bir üçüncü ittifakın devreye girmesi veya girecek olma ihtimali dahi, bizim gibi ülkelerde, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak buhran, kriz ve kaos demektir!. Devlet ve millet olarak böyle  kaos ve krizlerden de  çok çektiğimize göre!.  Mağduriyet etkisi ile, Devlet Aklı tarafından sahaya sürülen siyasi aktörün birincil görev ve ödevi, daha önceki dönemden kalma,  dışarıdan ve içerideki işbirlikçiler mahareti ile, legal ve illegal kuvvet, erk, güç veya ekollerin  yeniden devreye girmesi ile bir üçüncü ittifakın oluşumu veya  kurulması engellenmekte midir!.  Neden olmasın?!  Siyaset, Kadim Türk Devlet Aklı tarafından, yeniden, yerli, milli ve bağımsız bir şekilde dizayn edilmekte midir!. Neden ve ne adına diye bir soru hemen aklımıza gelebilir!. Eski Türkiye’de,  kurulan siyasi partilerin kuruluş  aşamasında dış güçleri ve içerideki  işbirlikçilerini  görürdük!. Artık, Kadim Türk Devlet Aklı, siyasette böyle bir  yöntem, oluşum  ve etkilere asla izin vermeyecektir!.  Tabii ki bu süreçte her bir siyasi aktör, yeni dönem ve sistemin sağlam bir şekilde kurulabilmesi adına,  Devlet Aklı tarafından, kendilerine  tevdi edilen  birincil devlet görevini de  harfiyen yerine getirecektir!. Aksi halde sorun yaşanır!. Aksi halde  kaos düzene ve duruma el koyar!. Kaostan da bu ülkede kimlerin beslendiği malumdur!  Böyle  bir kaos asil  Türk  milletinin de hayrına olmayacağına göre!. Kadim Devlet Aklı, zor ve sıkıntılı dönemlerde  ortaya çıktığına göre!. Kadim Türk Devlet Aklı, Devletin Varlığı, Bekası ve Milletin  Birliği sıkıntıya girdiği dönemlerde buradayım, dediğine göre!. Peki, bugün, bölgemizde, ülkemizde ve dünyadaki tüm  gelişmeler ve yaşadıklarımızı,  yeni dünya düzeni ve sistematiği çerçevesinde, nasıl okumak ve değerlendirmek gerekir?!

Türk Devleti ve Milletine İhanetin Bedeli Bellidir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin  bekası ve milletin birliği adına çok ciddi kararlar ve adımlar atmıştır!. Daha önceki süreçlerde, yerli, milli ve istikbalimiz adına böyle  adımları ve kararları almanız dahi imkansız bir durumdadır!. Almak isteseniz dahi,  ehlince de malum olduğu üzere, mutlaka bir engel ile karşı karşıya kalırdınız! Devletin kılcalına kadar sızmış olan işbirlikçilerin bir bir ayıklanması ile birlikte, devletin tüm kurum ve kuruluşları devletin bekası, milletin birliği,  istiklal ve  istikbal uğruna  top yekun seferberlik mantığı ile hareket etmektedir!.

Coğrafyanın bir kader olduğunu ve Anadolu coğrafyasında yaşamanın da çok büyük zorluklarının bulunduğunu daha önceki yazılarımızda vurgulamıştık! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte,  Devlet Aklı da böyle zamanlarda zuhur ettiğine göre, tarih, coğrafya, kültür, medeniyet ve kadim Türk Devlet Aklı, yüz yıl önce bir şekilde kendisinden zorla koparılan, gönül ve kültür bağlarının olduğu bölgeler ile yeniden bağlarını güçlendirmeye başlamıştır!. Tabii ki bu hareket birilerinin de uykularını kaçırmıştır!.

Özellikle de küresel ve emperyalist güçlerin çıkarları uğruna,  tüm bu kültür ve gönül bağlarımız olan bölgelerdeki çok kullanışlı aparat ve işbirlikçilerinin!.

Libya Ulusal Mutabakat hükümeti ile, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, her iki ülke ve bölgenin barış, huzur ve bölgeden kaynaklı hakları adına,  MEB ve askeri anlaşmalar  yapması akabinde, Libya’daki darbeci General Hafter’den Türkiye’ye karşı küstah bir açıklama gelmişti!. Hafter, kadın – erkek, sivil – asker tüm Libyalılara vatanlarını ve onurlarını savunmak için Türkiye’ye karşı silahlanma çağrısı yapmıştır!. Türkiye’nin meydan okumasını kabul ediyoruz ve cihat ilan edip silahlanma çağrısı yapıyoruz!. Meselenin artık Trablus’un ‘İslamcı milislerden kurtarılması’ olmaktan çıktığını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan ‘Libya’nın kontrolünü geri almaya çalışan bir sömürgeciye karşı’ mücadeleye dönüştüğünü, söylemiş!.  Bak sen! Bu kadar yüreğin vardı  da, daha önce neredeydin?!

Şimdi böyle bir adama veya kullanışlı ahmağa sormak gerekir! Devrik Libya Devlet Başkanı, Kaddafi’nin yanında dururken, ülke halkı da huzur  ve barış içinde yaşar bir durumda iken,   ülken parça parça edilmeye, onur dediğin şey de ayaklar altına alınmaya çalışılırken, ülkenin tüm kaynakları da küresel ve emperyalist güçler tarafından yağma edilirken, canına, malına ve  namusuna da el uzatılırken,  sen neredeydin?!  Türk,  tarihin  hiçbir anında zulüm yapmadığına göre!. Türk, sömürgeci de olmadığına göre!. Türk tarihin her bir zaman diliminde mazlumların hamisi olduğuna göre!. Türk, Adalet dağıtan ve Hakikat ehli de olduğuna göre!. Sen kime ve nereye hizmet ediyorsun!. Senin hedefin ve derdin nedir,   diye adama sorarlar! Ederin nedir, senin?! Neyin karşılığında bu efelenmelerin?! Ücretini söyle bakalım?!

Peki, Suriye devlet Başkanı Esad’a ne demeli?! Al birini vur ötekini babından!  Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad; Türkiye halkı bizim dostumuz ve komşumuz! Ortak bir geçmişe sahibiz ve onları düşman olarak görmüyoruz!. Bu nedenle, Türkiye ve Suriye’deki terör gruplarına karşı durmak, Erdoğan’ın Suriye’yi açıkça ve resmen işgal etmiş olması ile alakalı bakış açımızı değiştirmez!.  Türk – Suriyeli evlilikleri var, aileler var!. Suriye ve Türkiye’nin ortak çıkarları var!. Türkiye’de çok sayıda Suriye kökenli insan var! Suriye’de ise çok sayıda Türk kökenli insan var!. Karşılıklı kültür alışverişi tarihe dayanıyor!. Bu nedenle onlarla bizim aramızda ciddi anlaşmazlıkların olması mantıklı değil, diyormuş!.

Şimdi bu adama ne demek gerekir! Türkçede buna verilecek cevap bulamıyorum! Kırk yıl Türk Devletinin tüm kaynakları terör örgütlerine giderken ve ülkende terör örgütlerine kucak açacaksın! Aynı terör örgütleri tarafından vatan savunmasında  elli bin şehit vereceğiz!. Adam kendi halkına bomba yağdırıyor! Adam kendi halkına zulüm ediyor! Adam kendi halkına olmadık işkenceleri yapıyor! Adam kendi halkından beş milyona yakın insan can ve namus güvenliği adına Türkiye’ye sığınıyor! Bir o kadarı da sınırlarda bekliyor! Diğer ülkelere giden halkını saymıyorum! Utanmadan sıkılmadan diyor ki, bizim Türk halkı ile bir sorunumuz yok! Yahu, arkadaş sen aklını peynir ekmek ile mi yedin, diye sorarlar?!  Halkına neden sahip çıkmıyorsun?! Bir insan evini, barkını ve  ana yurdunu, neden ve hangi şartlarda terk etmek zorunda kalır?! Sen, terk etmesi için her şeyi yapacaksın! Ondan sonra da, utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan ve pişkin bir şekilde,  benim Türk halkı ile bir sorunum yok, diyeceksin! Hadi oradan!  Başka kapıya!.

Libya’daki darbeci General Hafter ve Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Türk Devletine yönelik açıklamaları,  1. Dünya savaşı döneminde, Osmanlı’ya ihanet eden Şerif Hüseyin denen adamı aklıma getirdi!. Peki, neler olmuştu, kabaca, izah etmeye çalışalım!. Birinci Dünya Savaşı, Anadolu coğrafyasının gördüğü en vahşi ve en kirli saldırılardan biri olup, istikbal uğrunda ki  en büyük mücadele ve vatan müdafaasının da başında gelmektedir!. Bu saldırıların oluşum temelinde itilaf devletlerinin emperyalist, sömürgeci ve yayılmacı politikaları yatarken, savaşın kaybedilmesine sebep olan en temel gerekçe de, Osmanlı’ya ait tebaanın vatanına ve devletine ihanet etmesi olarak gösterilir!. Bu ihanetlerin başında ve Osmanlı’nın Arap topraklarında yaşadığı sıkıntıların en temelinde ise  Şerif Hüseyin gelmektedir!. Birinci Dünya Savaşı’na giren zor durumdaki Osmanlıyı içten çökertmek isteyen İngilizler,  Şerif Hüseyin’in  isteği; “büyük Arap isyan” hayalini,  Lawrance’nin sağladığı finansman ile gerçekleştirmiştir!. Arap isyanı hayali için harekete geçen Şerif Hüseyin, yoldaşı Lawrance’dan aldığı altınlar ile bölgedeki halkı ayaklanmaya teşvik hareketi başlatmıştır! 1916 yılında kendini Hicaz kralı ilan eden Hüseyin, sonrasında ‘‘isyan’’ ve ‘‘Cihad’’ bildirisi yayınlayarak, ‘‘Türkler dinden çıktılar, Arapların Türklere karşı cihadı farzdır’’ diyordu!  Ne diyormuş?1 Hafter ve Esad’ın sözlerine ne kadar da benziyor!. Neden acaba?! Hüseyin, batılı, sömürgeci, zalim haçlıların İslam’a açtığı savaşta Müslümanları, Müslümanlara  kırdırmak ve vurdurmak için harekete geçmiştir!. Lawrance’in siyasi yardımları ile Hüseyin ailesi Arap coğrafyasına emir ve kral tayin edilerek, bölgede İngiliz kolonilerinin temelleri atılmış oldu!

İHANET ve Şerif Hüseyin!..

Peki, böyle bir ihanet, hem bu dünya da hem de diğer alem de cezasız kalacak mıdır?! Kişinin hanesine kar olarak yazılacak mıdır?! Tabii ki hayır!. 1. Dünya Savaşının ardından çöküş yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, savaştan sonra Arap coğrafyasındaki gücünü kaybetmiş ve bu duruma da en büyük etken ise Şerif Hüseyin ve ailesi;  her ne kadar kendileri amaçlarına ulaşarak halifeliği ilan ettilerse de, ilerleyen zamanlar onlara beklediklerinden daha da acımasız davranmış ve ilahi adalet tecelli etmiştir! Tahtını 1924 yılında Suudi Arabistan’ın şimdiki hakimi olan Suud ailesine devretmek durumunda kalan Hüseyin’in hayatı sürgün içinde geçmiştir! Hüseyin ölüm döşeğinde sayıklarken; ‘‘ Osmanlı’ya kılıç çekmemeliydim ’’ dediği ve lanete uğrama endişesi içerisinde olduğu ifade edilir!  Kendisinden sonra tahta geçen çocukları ve torunlarının hiçbiri yataklarında ve normal bir şekilde can verememiştir! Anlayana! Anlamak isteyene! Her seçim de bir vazgeçiş olduğuna göre! İnsan olarak, özellikle de devlet ve millet adına,  neyi seçtiğimiz ve nerede durduğumuz çok manidar ve  çok mühimdir!.

Milletler de, Ağaçlar gibi, Kökünden Beslenir!

Yüz yıl önce küresel ve emperyalist güçler,  ulusal çıkar ve emperyalist hedefleri doğrultusunda, Osmanlı İmparatorluğunun hakim olduğu yirmi dört milyon kilometrekarelik bölgeyi bölmüş, dağıtmış, parçalamış ve yerine de,  onlarca irili ufaklı  ve kontrol altında tutabilecekleri devletçiklerin kurulmasına sebebiyet vermiştir!.  Peki, neredeyse altı asır boyunca, barış ve huzur içinde yaşayan halkların durumuna ne olmuştur?! Bölge halklarının durumları eskisinden daha iyiye mi gitmiştir?! Yoksa daha da kötüleşmiş midir?!  Eskiyi arar bir duruma gelmişler midir?! Ya da halinden memnun mudur?! Tabii ki bu bölgelerde yaşayan her birey eski günleri özlem ve hasretle aramaktadır!  Asgari insani ihtiyaçlar olan, can, mal, nesil  ve namus güvenliği  yok olmuştur!. Peki neden diye bir soru hemen aklımıza gelebilir?!  Çünkü Türk, Adalet dağıtan ve Hakikat ehli demektir! Türk, aynı zamanda, mazlum halkların da  hamisi demektir!  Peki, bugün, bu bölgeler için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz?! Tabii ki Hayır!

Vücutta bir uzvun kesilmesi ile birlikte ağrı durumu ortaya çıkabilir!. Kesilen uzuv hala yerindeymiş hissi, beraberinde yanma ve karıncalanma bulunmasına da Fantom hissi denir!.  Fantom ağrısı ise, kesilen uzuvdaki ağrılar olarak ifade edilir!. Fantom ağrısı hava değişiklikleri ve  uzuv kesildikten sonra kalan parça üstüne baskı, duygusal stres ve yorgunluk gibi nedenlerle tetiklenir!.  Ağrı operasyondan birkaç gün sonra başlar; bazı hastalarda zamanla azalma gösterip ortadan kalksa da bazen uzun yıllar boyunca devam edebilir!. Bu ağrın hastanın sakatlığı kabul etmemesine bağlı psikolojik kökenli bir ağrı olduğu düşünülse de yapılan araştırmalarla ağrının kaynağının tam olarak psikolojik nedenler olmadığı ortaya çıkmıştır! Beynin ağrıyla ilgili merkezlerinin bu ağrıyı ortaya çıkardığı düşünülmektedir!. Kolun ya da bacağın kesilmesinden önce ilgili uzuvda uzun süre ağrı çeken hastalarda fantom ağrısı daha yaygındır.

Ağaç Kökünden Beslenir!.

Eskiler, ağaç, kural gereği kökünden beslenir; ağacı dallarından besleyemezsiniz!. Sürekli dallarından beslenen ağacın dalları kalınlaşırken gövdesi zayıflar; zayıf olan gövde bir müddet sonra bu dalları çekemez ve gövdeden kopmaya başlar!. Milletler de ağaca benzer! Kökü ile irtibatını kestiğiniz zaman yok olmaya mahkumdur!. Peki, milletlerin kökü olarak kabul edebileceğimiz değerler nelerdir? Dil birliği, din birliği, vatan birliği, toprak birliği, coğrafya ve kader birliği, medeniyet, tarih ve milli kültürdür! Birlikte olmanın, millet olmanın ana unsuru  bu değerler, toplumun ortak değerleri olmasıdır!. Yani, Mezkûr değerler,  Millet denen ağacın kökleridir! Ağacın kökleri olarak kabul ettiğimiz bu değerleri yok edersek, toplumun yıllar boyunca ortaya çıkardığı milli tarih ve milli kültürü de yok etmiş oluruz! Ağacı elbette ki dallarından besleyemezsiniz; ağaç kökünden beslenir!. Milletlerin tarihini de yok sayamazsınız! Türk  tarihini de asla  yok sayamaz ve bu asil millete hiçbir zaman  unutturamazsınız!.

Ağaç Kökünden Beslenir!.

İnsan ya da toplumların düzeni, değer ve prensiplerin yıpranması, adalet ve benzeri kavramların işlerliğini yitirmesi ile  bozulur!. Bir yapıyı dayanıklı kılan nasıl onun temeli ise, bir toplumu ya da işletmeyi ayakta tutanda onların dayandığı değer ve prensiplerdir!. Nasıl ki bir ağaç kökleri sayesinde ayakta kalabiliyorsa, insan  ve toplumlar da bazı temel değerler üzerinde ancak ayakta kalabilir!. Ağaçların yıkılması  için köklerinin topraktan sökülmesi ve dışarı çıkarılması gerekir!. Toplum ve milletleri de ağaca benzetebiliriz!. Hangi yapı olursa olsun, dış etkenlerden kaynaklı olarak yıkılmasını istemiyorsak, temelini sağlam atmalı, attığımız temeli de sürekli olarak beslemek ve korumak gerekir!

Tarih bir milletin hafızası, bir devletin haysiyeti ve geçmişle gelecek arasında kurulmuş bir hakikat köprüsüdür! Tarih yoksa hatıra yoktur, kök yoktur, hedef yoktur ve kaynak kupkurudur!. Mazideki olayların anlamlı ve objektif yorumu tarihe şuurla bakışın ispatıdır!. Tarih bütündür, parça parça anlatılamaz ve anlamlandırılamaz!. Türk tarihinin her satırı, her sayfası henüz mührü sökülmemiş  birer hazinedir!.  Türk milleti tarihten çekip alındığında tarih diye bir şey de kalmayacaktır!. Beka, zamanlar üstü gerçek,  aslında tarihle ilgilidir!.

Millet nedir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Tarih, Kültür, Medeniyet, Coğrafya ve Kadim Devlet Aklının yeniden devreye girmesi ile, yüz yıl önce zorla koparılan bölgelerle irtibat kurmaya ve gönül bağlarını da yeniden sağlama almaya başlamıştır!. Peki, içerideki bazı aklı evvel veya işbirlikçiler, koro halinde, şurada veya burada ne işimiz var diye bağırmasını nasıl okumalıyız?! Yüz yıl önce olduğu gibi bırakalım da, sınırlarımızda yeni kukla devletçikler mi kursunlar?! Dünya üzerinde, Türk Devleti ve Türk Milletinden başka hiçbir devlet ve millet yoktur ki, bir selam ile her bölgeye rahat bir şekilde gidebilsin! Gittiği her bölgeye de barış ve huzur getirsin!. Türk, hiçbir zaman emperyalist kaygı ve düşüncelerle bir yere gitmediğine göre!. Türk,  tarihin hiçbir anında mazlumlara, zulüm de yapmadığına göre!.  Küresel ve emperyalist güçler,  on bin kilometre ötelerden ulusal çıkarları, kan, zulüm  ve sömürü için buralara kadar geldiğine göre!. Aynı mantalite ile, yüz yıl önce, koparılan bölgelerdeki sorun, kan, zulüm, kaos  ve sıkıntılar bugüne kadar  bitmemiş ve hiçbir zaman da bitmeyecektir!. Dünya liderlerinin barış ve huzur adına bir derdi de olmadığına göre!. Dertleri sadece çıkarlarıdır!. Türk Devleti, yeni bir paradigma ile, yenidünya düzeni ve sistematiği paralelinde, tüm mazlum milletlerin  sorumluluğunu almalı ve tarihi bağlarını yeniden kurmalı, tüm bölge halklarına da barış ve huzuru getirmelidir!.  Bir asır boyunca Fantom ağrısı çeken tüm bölgeler ile bağlarını kurmalı ve pekiştirmelidir!. Aksi halde tüm bölgedeki  yüz yıllık  ağrı hiç bir zaman dinmeyecektir!. Dünyanın başkaca bir seçimi de kalmamıştır!.

NATO ve BM Ne İşe Yarar?!.

Öncelikle, Suriye’de 27 Şubat akşamı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı, Türk milletinin birliği ve Anadolu’daki binlerce yıllık bekamız uğruna, vatan için, namus için, devlet için, millet için, istiklal, istikbal, bağımsızlık ve hürriyet için vermiş olduğumuz şehitlere Allah’tan rahmet, aileleri ve sevdiklerine de sabrı cemil niyaz ederim!.  Yaralı olan askerlerimize de Allah’tan acil şifalar dilerim. Asil Türk Milletinin başı sağ olsun!. Vatan Sağ olsun!.  Devlet Sağ olsun!.  Türk Devletinin böyle hain saldırılar sonrası  ne yapması beklenmektedir?! Tabii ki, Devlet ve Millet bir ve beraber olacaktır!. Türk Devleti bekası uğruna, bölgedeki tüm hava savunma sistemlerine rağmen,  yerli, milli ve kendi üretmiş olduğu, alçak uçuşlu İHA ve SİHA’LARI  ile rejimim tüm askeri birliklerini yok etmektedir?! Yani, Türk Devleti, Suriye ve İdlib’te savaş literatürü ve teknolojisini yeniden yazmaktadır! Türk Devletini böyle hain bir saldırı ile köşeye sıkıştırmayı veya eksen kayması yaşayacağını hesaplayan tüm küresel ve emperyalist güçler,  Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü uğrunda, Kadim Türk Devlet Aklının başkaca plan ve hesaplarının olduğunu, tarihte olduğu gibi yeniden görecek ve idrak edecektir! Yenidünya düzeni ve sistematiğinde eksen bugün için sadece Türk Devletidir!.

1990’ların başında Doğu Bloku ve Varşova Paktı’nın çöküşü ile Doğu Avrupa’da başlayan demokratikleşme akımı, Kasım 2010 tarihinden itibaren Arap Baharı hareketleri ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında etkili olmaya başlamıştır!. Arap Baharının asıl amacı, halklara demokrasiyi getirmek ve sivil hakları teşvik ettirmekmiş! Ne kadar da inandırıcı, değil mi?! Arap Baharı hareketlerinin  küresel ve emperyalist güçlerin arka planındaki hesaplarının, 22 ülkenin rejim,  iktidar ve haritalarının değişmesi gerektiğini de  böylelikle yutturmuş oluyorlar!. Arap Baharı, Tunus ve Mısır’daki rejimler devrilmiş ve yerine yeni iktidarlar gelmiştir!. Libya lideri Kaddafi devrilmiş,  ülkesi  tarumar edilmiş, halen parçalama ve yağmalama devam etmektedir!. Neden acaba?! Yenidünya düzeni ve sistematiği bugün için, İDLİB ve LİBYA üzerinden kurulacaktır! Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklının,  bu bölgelerde  neden olduğu veya bulunduğu,ne işimiz var diyen aklı evveller ve akıl daneler  tarafından ümit ederim anlaşılacaktır!.

Küresel ve emperyalist güçlerin, Arap Baharı planı Suriye’de tıkanmıştır!. Suriye’de 2010 ve 2011 yıllarında Arap Baharı ile büyük bir iç savaşın çıkmasına neden olmuştur!  Suriye’deki çeşitli etnik grupların varlığı ve dış güçlerin de desteği ile ülkedeki iç savaşın çözülemez bir kör düğüm olmasına yol açmıştır!  Neyi bölüşemiyorlar ki?! Veya hangi küresel plana hizmet etiklerini biliyorlar mıdır?! Hiç sanmıyorum!. Çatışmalar süresince ülkede küresel  ve bölgesel güçlerin etkin bir şekilde yer alması, Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı sorunların çözülmesini tamamen zorlaştırmıştır!. On bin kilometre ötelerdeki devletlerin Suriye’de ne işi var ki?! Birleşmiş Milletlerin aldığı  kararlar, sadece kâğıt üzerinde kalmış ve  hiçbir şekilde uygulamaya sokulamamıştır!. Taraflar birbirlerine karşı askeri destek alarak saldırmış ve  bunun sonucunda da Türkiye bir göç dalgası meydana getirmiş ve bu göçler halen devam etmektedir!. Peki, İdlib saldırısı sonrasında, Avrupa’ya göç için,  sınır kapıları Türk Devleti tarafından neden açılmıştır?!  Kavimler göçü ile tarihte bazı devletlerin yıkıldığını da hatırlatmakta fayda vardır! Türk Devleti kim veya kilere ne gibi mesajlar  vermektedir!

NATO, Kuzey Atlantik Paktının kurulmasındaki amaç;  Barış ve güvenliği korumak, Kuzey Atlantik bölgesinde denge ve huzuru geliştirmektir!. Hangi barış ve güvenlik?! İttifak, uzun yıllar boyunca sağladığı savunma ve güvenlik teminatlarının yanı sıra, Türkiye, NATO’ya girmek için yoğun temaslarda bulunmuştur! Türkiye,  NATO ile ittifak arayışına 18 Şubat 1952 tarihinde Yunanistan ile birlikte ittifaka dâhil olmuştur!

NATO’nun 4. maddesi: Taraflardan herhangi biri, taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır!  Hangi tarafın, toprak bütünlüğü,, siyasi bağımsızlığı ve güvenliği?! NATO’nun 5. maddesi de;  Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasa’sının 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır!  Peki,  taraflardan birine yapılan dolaylı saldırılar, çıkarları uğruna içeriden yapılıyorsa, ne yapacaksınız?! Böylesi herhangi bir saldın ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. Bildirilince ne değişecektir! Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir,  diyor!.  Güvenlik Konseyi, ne zaman, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak adına kararlar alabilmiştir?! Gören veya duyan var mıdır?!

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye, bugünü ve geleceği bakımından tarihi ve hayati bir mücadele içerisindedir!. Neticeleri en az 100 yıl önceki kadar büyük olacak bir mücadeleden, ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini koruyarak zaferle çıkmak için gece gündüz demeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz!. Tarih boyunca hep işgallere, zulümlere maruz kalmış bu coğrafyada, mücadeleden bir an geri kaçarsak, bir an birliğimize beraberliğimize sahip çıkmazsak çok daha büyük bedeller ödeyeceğimizin bilinciyle hareket ediyoruz!. Bu büyük mücadeleyi verirken, kanlarıyla bu toprakları bize vatan kılan tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Zulme karşı verdiğimiz hak mücadelesi sonuna kadar devam edecektir!. Şehitler tepesi boş değildir ve boş kalmayacaktır!.  Türkiye haklı mücadelesinden hiçbir zaman geri durmayacaktır!. Hiçbir şehidinin kanı yerde bırakmayacaktır!. Hiçbir ihaneti unutmayacaktır!. Milletimiz yanımızda olduğu sürece her zorluğun üstesinden gelecek, ülkemizi köşeye sıkıştıracağını zannedenlere tarihi bir ders vereceğiz, ifade ve vurgularının, bölgemiz ve sınırlarımızda, yüz yıl önce olduğu gibi bölme – parçalama ve  kukla devletçik kurma hesap ve sinsi  planları yapan, tüm  küresel ve emperyalist güçler ve işbirlikçilerine de Osmanlı tokadı zaviyesinden, istiklal ve istikbal uğrunda, Türk demenin ve kadim Türk Devlet Aklının,  tarihte ve bugün  ne demek olduğunu hatırlatma babından çok net bir duruş ve cevap olduğunu düşünüyorum!.   

Devletlerin Yıkılış ve Çöküşü!…

Dünya yanıyorken, hegemon ve küresel güçler,  emperyalist planları çerçevesinde ki  yeni dünya düzeni ve sistematiği peşinde, dünyayı ve bölgemizi de  tarumar etme  sinsi hesaplarını da yaparken, içeride birbirimiz ile meşgul olmak, birbirimizin altını oymak,  bazı makam – mevki ve kurumlara da benim adamım  gelsin, bizden olan atansın, bizden olmayan ve sözümüzü de dinlemeyecek bireyler hakkında olmadık tezviratlar ile meşgul olmak kimin işine  yarayacaktır!. Herhalde aziz devlet ve asil milletin değil!. Bu nasıl bir mantıktır?! Bu durum ve düşünce sistemini, milli bilinç veya milli şuur  olarak nereye koyabiliriz?!  İnsani ve ahlaki zaviyeden nasıl izah etmeliyiz?!. Bilemiyorum!. Özellikle de yereldeki siyasi aktör ve yerel dinamikler,  tüm atamalarda, ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız ve  kifayetsiz muhteris,  kendilerine yakın ve sadece söz dinleyen  adamlarını bir yerlere getirebilmek ve atamasını yaptırabilmek için her yolu denemektedir?! Neden acaba?!.   İnsan denen varlık tabii ki hata ve nisyan ile maluldür! Fakat toplumun ve devletin varlığı ve bekasına yönelik olarak böyle hatalar bilinçli bir şekilde yapılıyor ise bunu adı elbette ki ihanettir! Devletin bekası ve toplum düzenini bozmaya yönelik bilinçli olarak yapılan ihanet ve hainliğin tüm toplumlardaki cezası ehlince de malumdur!

Hülagü, Bağdat işgalinden sonraki bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir!. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur!. Hülagü tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete kimse icabet etmek istemez!. Bu haber, zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir ve daha sakalı bile çıkmamıştır!. Daveti kabul ettiğini söyleyerek, Hülagü ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de bir horoz verilmesini ister!. Hülagü’nün şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar!.  Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır!. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendini tanıtır!. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler! Hülagü, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte biri olmadığını görerek; bana göndermek için seni mi buldular!. Kadıhan gayet sakin bir şekilde; görüşmek için iri yarı, boylu boslu birini istiyorsan; bir deve getirdim!. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan;  bir keçi getirdim! Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan; horoz getirdim!. Üçünü de çadırın önüne bıraktım; Onlarla görüşebilirsin, der!.

Hülagü, karşısındakinin sıradan biri olmadığını anlar ve şöyle otur bakalım, diyerek kendisine yer gösterir ve ilk sorusunu sorar!.  Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir, diye sorar. Kadıhan gayet sakin bir şekilde;  Seni buraya bizim amellerimiz getirdi!. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik!. Esas gayemizi unutup; makam, mevki,  iktidar, güç ve mal mülk peşine düştük; zevk ve sefaya daldık!. Cenabı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi, der.  Hülagü, ikinci sorusunu sorar!  Peki, beni buradan kim gönderebilir? Cevap çok manidardır!. O da bize bağlı! Benliğimize dönüp, ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, mal, mülk ve mevki peşine düşmekten, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek, işte o zaman sen buralarda duramazsın, der!.

İnsanlık tarihine kabaca baktığımızda, yüzlerce devletin kurulup battığını görebiliriz!. Peki, neden?! Bu kadar  devlet neden kurulmuş ve hangi hatasından dolayı batmıştır?!  Mademki, tarih, ibret ve ders alınmış olsa tekerrür etmeyeceğine göre!  İnsan denen ve akıl ile mücehhez varlık, akletmek ve düşünmekle mükellef ve sorumluluk sahibidir!.  Akletmeyen,  düşünmeyen ve belli makamlarda da sorumluluk sahibi olması gereken  insan denen varlık, toplum ve toplumun düzeni ve emniyetini de  sağlamak ile görevli devletin  başına, tabii ki sıkıntılar getirecek ve belalar açabilecektir!.  İnsan denen varlık sorumluluk sahibi olduğu; kendi haline ve başıboş da bırakılamayacağına göre!.  İnsan denen ve akıl ile mücehhez varlık, olay ve gelişmelerin siyak ve sibakını, yaptığı tüm işlerin neden ve niçin olduğu ve nasıl vuku bulduğunu idrak etmek zorundadır!  İnsan denen  aciz varlık, özünden ve benliğinden uzaklaşmakla,  zevk – sefa peşinde koşmak, mal – mülk biriktirmek,  iktidar ve güç savaşı vermek,  israf ve zulüm ile  uğraşmak ve birbiri ile meşgul olmak, birbirinin kuyusunu kazmakla; hem kendisi, hem toplumun ve hem de aidiyet hissettiği devletin sonunu hazırlayabilir!.  Bir kişiden hiçbir şey olmaz diyemeyiz!. Bir çiçekle bahar olmaz; fakat her bahar bir çiçekle başlar, unutmayalım!. Eba Müslim Horasani; Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular!. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar!. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı!. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu!. Herkes düşman safında birleşince de, yıkılmaları mukadder oldu, diyor

Selçuk Üniversitesi ve Rektör Ataması!…

2019 yılı Aralık ayı başlarında, üç üniversite için rektörlük aday başvuruları yapılmış,  akabinde YÖK tarafından yapılan mülakat ve değerlendirmeler sonucunda, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a aday  listelerinin  detaylı bir şekilde raporlamaları ile sunumu olmasına rağmen, rektör ataması gerçekleşmemiştir!. Peki, neden?! Akademik dünya ve şehirdeki derin mahfillerin genel konusu da rektörlük ataması olmaktadır!.  Kim atanacaktır?! Dışarıdan bir akademisyen mi gelecektir?! Rektörlük için başvuruda bulunan 34 akademisyen aday arasından biri mi atanacaktır?!  Veya devlete yakın ve devletin işleyişine hakim, yeni dünya düzeni sistematiği zaviyesinden üst düzey akademik  bir bürokrat mı gelecektir?! Ya da halen mevcut rektör Mustafa Şahin  hoca mı atanacaktır?! Tabii ki, bilemiyoruz!  Artısı ve eksileri ile birlikte, tüm seçeneklerin atama makamının masasında ve iradesine de bağlı olduğunu düşünüyorum!.

İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, almış olduğumuz duyum ve bilgiler ışığında bir resim çizmeye veya tablo çıkarmaya çalışıyoruz! Tabii ki değerlendirme sayın okuyucuya aittir!. Akademik hayatı yarım yüz yılı geçmekte olan Selçuk  Üniversitesinin, hem devlet kademesi ve hem de özel sektörde  aranan öğrenciler yetiştirmesi, bilim dünyasında da  atıfları olan, üniversite sanayi işbirliğini sağlama almış, dünya ve ülkemizdeki  başarılı üniversite sıralamasında da listenin başında veya üst sıralarda  bir yerlerinde olması, hedefi, ideali, dertleri  ve projeleri olan, bir rektör adayının atanacak  olması,  elbette ki  ülke, şehir ve üniversite adına, bizleri hem gururlandıracak ve   hem de  mutlu edecektir!.

Geçtiğimiz günlerde, Dünyanın en prestijli üniversite sıralaması olarak kabul edilen Çin Şangay Üniversitesi tarafından yapılan ARWU 2018 (Academic Ranking of World Universities) dünya üniversiteleri sıralaması yayımlandı!. 2003 yılından bu yana başarılı üniversiteleri sıralayan kurum 2009 yılından itibaren Şangay Üniversitesi yerine Shanghai Ranking Consultancy adıyla sıralaması yapıyor!.  Nobel ödüllü mezun ve akademisyen, Fields Madalyası (  Uluslar Arası Matematikçiler Ödülü ) yılda bin yayın şartı, en fazla atıf alanlar listesine giren akademisyen sayısı, Nature veya Science dergilerinde çıkan makale sayısı, SCI  ( Bilimsel Atıf Dizini ) ve SSCI  ( Sosyal Bilimler Atıf Dizini ) endekslerince taranan ve kişi başına düşen makale sayısı vb. kriterleri ile ARWU, dünyanın en saygın üniversite sıralamasının da başında geliyor!

Şangay Üniversitesi ARWU kriterlerine göre, dünyanın en iyi On Üniversite sıralaması şöyledir!. Harvard University; ABD.. Stanfonr University; ABD.. Cambridge University; Birleşik Krallık.. Massachusetts Institute of Technology; ABD..  University of California, Berkeley;  ABD.. Princeton University; ABD..  University of Oxford; Birleşik Krallık..  Columbia University; ABD.. California Institute of Technology;  ABD.. University of Chicago; ABD…

Şangay Üniversitesi ARWU kriterlerine göre, dünya sıralamasında ilk BİN içindeki Türkiye’deki  Üniversite sıralaması!. İstanbul Üniversitesi 401 – 500, Hacettepe Üniversitesi 501 – 600,  Bilkent Üniversitesi 601 – 700,  Dokuz Eylül Üniversitesi 601 – 700,  Erciyes Üniversitesi 601 – 700,  İstanbul Teknik Üniversitesi 701 – 800,  Ankara Üniversitesi 801 – 900,  Ege Üniversitesi 801 – 900,  Gazi Üniversitesi 801 – 900,   Orta Doğu Teknik Üniversitesi 801 – 900, Boğaziçi Üniversitesi 901 – 1000,  Marmara Üniversitesi 901 – 1000,  Sabancı Üniversitesi 901 – 1000,  Yıldız Teknik Üniversitesi 901 – 1000…

Dünyanın başarılı ve en saygın üniversite sıralamasında, Selçuk Üniversitesi ve şehirdeki diğer üniversitelerin de listede yerini alabilmesi için, acil ve önemli olarak yapılması gerekenlere, âcizane ve naçizane öneri ve tavsiyelerim ise şöyledir! Öğretim üyeleri, kişisel değer yargıları veya idare ve idarenin ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız, başarısız, kifayetsiz muhteris adamlarına  yakınlığı ile değil, objektif insan kaynakları değerleme sistemleri ve neler ürettiği dikkate alınmak sureti ile performans ve başarılarına göre değerlendirilmelidir!.  Dört veya beş sene sonunda ürettiği ürüne piyasada alıcısı dahi olmayan bir fabrikaya,  üniversiteye ve akademisyene ne demelidir?!. Üniversite Sanayi işbirliği stratejik çalışması ivedilikle  sağlanmalıdır!. Döner sermayenin etkin çalıştırılması, uluslararası öğrenci kabulü, kitap, makale ve yayım basım desteği gibi  konular ivedilikle çözülmelidir!. Üniversitenin sağladığı imkânlar, tabandan başlayarak, sadece idareye yakın olanlar için değil,  tüm akademisyenler için  adil bir şekilde kullanılması sağlanmalıdır!.  Üniversitenin yatay değil, dikey büyüme stratejisine uygun çalışmalar yapılmalıdır!. Üniversite kaynakları yeni ve atıl binalar için değil, piyasada aranan başarılı ve nitelikli öğrenci, sürekli kendini geliştiren ve yetiştiren akademisyen ve idari kadro için kullanılmalıdır!   Proje üretim merkezi kurulmalı ve tüm araştırma görevlisi, yüksek lisans ve doktora öğrencileri bu merkezin doğal çalışanları olmalıdır!. Üniversitenin marka değerine katkı sağlayacak, reel sektörde üniversitenin ismi ile aranan nitelikli ve başarılı öğrenciler için  araştırma ve  geliştirme çalışmalarına önem verilmelidir!.

Doğa boşluğu kabul etmeyeceğine göre, akademik dünyadaki başarılı hocaların takdir edilmesi, ödüllendirilme ve gelişimine önem verilmediği, idare ve idareye yakın olanların da adamı olmadığı kaygıları ile küstürüldüğü için, kurum elbette ki  dedikodu  hastalığı boşluğu dolduracaktır!.  Üniversitenin ismi ile müsemma olabilmesi yani bilim üretebilmesi, şehrine ve ülkesine de katkı sağlayabilmesi  için, acil ve ivedi olarak, idarenin çevresini kuşatmış;  ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız, dedikodudan başkaca hiçbir şey üretemeyen  ve kifayetsiz muhteris kişi ve akademisyenlerden  bir an önce arındırılmalıdır, diye düşünüyorum!.

Yeni Dünya Düzeni ve Siyah Kuğu!..

Dünya, Yeni dünya düzeni ve sistematiği zaviyesinden çok zor ve sıkıntılı bir dönemden geçmektedir!.  İkinci dünya savaşı akabinde, çift kutuplu  kurulan ve yarım yüz yıl devam eden Soğuk Savaş dönemini, 1990’lı yılların başında, Sovyetler Birliğinin dağılması ve Berlin Duvarının yıkılması ile geride bıraktık!.  Tek kutuplu bir ara dönem ve  akabinde ise yeniden kurulmaya çalışılan çok  kutuplu yeni bir dünya düzeni ve sistematiği; elbette ki kolay olmayacaktır!. Tabii ki çok sıkıntılar yaşanacaktır!. Tek kutuplu dünya düzenine matuf olarak  11 Eylül saldırılarından sonra ABD öncülüğünde Irak ve Afganistan’ın işgaline  bölgenin de vekalet orduları ile yakılıp yıkılmasına ve kaosa sürüklenmesine de şahit olduk!. 2010 yılından itibaren Tunus’ta başlayan  Arap Baharı ile, bölgemizdeki kaotik ve çok sıkıntılı bir dönemi  yaşadık ve halen yaşamaya da  devam ediyoruz!. Küresel ve emperyalist güçlerin Arap Baharı ile bölgeyi yeniden dizayn projesi, Suriye’de tıkanmıştır!. Suriye’de tıkanan sinsi plan ve kirli hesaplar, Türk Devletini kuşatma ve çevreleme operasyonları ile sınırlarımızda ki küresel ve emperyalist güçler  destekli vekalet ve vesayet savaşlarının da başlamasına öncülük etmiştir!. 15 Temmuz hain işgal kalkışma gecesi, devletin bekası ve milletin birliği adına yeniden neşv-ü nema bulan, kadim Türk Devlet Aklı ile sinsi  kuşatma, işgal, teslim, sınırlarımızdaki kukla devletçik kurulması   ve hain çevreleme projeleri bir bir bertaraf edilmiştir!.

Amerikalı yazar Nassim Nicholas Taleb; Etkisinin çok büyük şoklara neden olabileceği ve  tahmin edilmesi mümkün olmayan ender olaylar zinciri ve vakayı Siyah Kuğu’ya benzetir!. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışı ve 11 Eylül olayının patlak vermesi gibi!. Hayat, hiçbir doğru cevabı olmayan, ancak yine de bir cevap isteyen, sonsuz problemler silsilesidir!. 1697 yılında Hollandalılar, Avustralya’da siyah bir kuğuya rastladıktan sonra, imkânsız bir olaymış gibi görünen bu durum, dünyada yankı uyandırmıştır!. Tarih boyunca insanların rastladığı milyonlarca kuğu beyaz renkli olsa da görülen bir tek siyah kuğu, kuğuların sadece beyaz renkte olduğu gerçeğini değiştirmiştir!. Şu anda dünyada yaşanan ve yaşanmakta olan planlı veya spontane olaylar zinciri ve durumlarında olduğu gibi!

Yeni dünya düzeni ve sistematiği, ticaret, para ve enerji üzerine kurulacağına göre!. Ticaret, para ve enerji olmadan hayat sürdürülemeyeceğine göre!. Ya da dünya hegemonya sisteminin  mezkur  üçlü olmadan  küresel ve emperyalist güçler zaviyesinden bir anlam ifade etmeyeceğine göre!. İkinci Dünya Savaşı akabinde kurulan Dünya Bankası, IMF ve diğer küresel  örgütler bu sistemin taşıyıcı  dinamikleri ve organizmalarıdır!. Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan yeni nesil coronavirüs, küresel ekonomiye yönelik tedirginliği arttırmıştır!. Wuhan Virüsü olarak adlandırılan yeni tip coronavirüsün ekonomik etkileri SARS vakasından  çok daha fazla hissedileceği düşünülmektedir!. Siyah kuğu teorisi, para, ticaret, finans ve ekonomi dünyasını derinden etkileme potansiyeline sahip, öngörülmesi güç ve  nadir olaylara vurgu yapmak için kullanmaktadır!.

Siyah Kuğu Teorisi

Siyah kuğu bir metafor!. Kimsenin aklına gelmeyen ve ihtimal bile vermediği hatta ihtimaller içinde saymadığı fakat gerçekleşen olaylar, siyah kuğu, olarak adlandırılır! Böyle olaylar olduğunda ansız olması ve hazırlıksız yakalanıldığı için de etkisi çok büyük olur!. Bir olayın daha önce olmaması ya da gözlemlenmemiş olması tabii ki  hiç olmayacağı ya da tarihte olmadığı  anlamına gelmez!. Bir şeyin henüz meydana gelmemiş olması, birileri tarafından keşfedilmemiş olması, ihtimaller içinde olmadığı anlamına da gelmez!. İhtimal dışında tutulan fakat gerçekleşen ve çok büyük etkiler yaratan tüm olay ve gelişmeler Siyah Kuğu olarak nitelendirilmektedir! Siyah Kuğu kavramı, Bilmediklerimiz, bildiklerinizden daha önemlidir, anlayışını öne çıkarır!.

Dünya, ikinci dünya savaşından sonraki süreçte, Asya güçlerinin yeniden ekonomik, askeri, para, finans, nüfus, teknoloji ve askeri güç olarak ortaya çıkması ile birlikte Atlantik ve Avrasya güçleri olarak iki bloğa ayrılmıştır!. Türk Devleti,  hegemonya güçler   arasında, denge ve sıklet merkezi konumunda olduğunu da sürekli olarak vurguluyoruz!. Dünyanın ekonomik güç dengesi Asya bölgesine doğru kaydığını ifade etmiştik!.  Çin öncülüğünde başlatılan,   tarihi İpek yolu ve  65 ülkenin birlikte kalkınma ve kazanması, Yeni Bir Yol ve Kuşak projesinin devreye alınması ile güçler arasındaki  küresel hegemonya, varlık ve bilek güreşi başlamıştır!. Taraflar uzun bir dönemdir birbirlerine el ense çekmektedir!. Dünya, ortalamalar ve öngörülebilirlerle değil, bilinmeyenler ve öngörülemeyenlerle şekilleniyor! Sıradan olanlar değil, büyük olaylar, keşifler ve olağanüstü insanlar büyük sonuçlara yol açabilir!. Büyük değişimler, göstere göstere değil, hiç öngörülemeyen patlamalar veya oluşumlarla ortaya çıkar! Hiç akla gelmeyen ve beklenmeyen, benzeri duyulmamış nadir olaylar, yepyeni fikir ve teknolojiler dünyayı büyük çapta etkiliyor!  

Siyah kuğu teorisinde olduğu gibi, Dünya; bilmediklerimiz ve bildiklerimizden daha önemli, öngörülebilir ve  öngörülemeyen nadir olaylar dünyanın da yeniden şekil almasına, yeni bir düzen ve sistematiğin de kurulmasına  sebebiyet vermektedir!. Birinci ve İkinci dünya savaşlarından sonra ki yaşananlar gibi!. 1990 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ve Berlin Duvarının yıkılması gibi!. 11 Eylül saldırıları ile yeni bir dönem ve sürece girilmesi gibi!. Arap baharı ile başlayan ve  yirmi iki ülkenin rejim, toprak  ve liderlerinin değişmesi ve  atmış adet yeni devletçiklerin  ortaya çıkacak olması gibi!.  Bir yol ve kuşak projesi ile 65 ülkenin birbirine bağlanması, birlikte kalkınma ve kazan kazan hamlesi gibi!. Siyah kuğu teorisinde olduğu gibi, dünya yeniden bir başka düzenin eşiğinde  ve sistematiğe de geçmek üzeredir!. Peki, dünya hegemonya ve küresel güçleri böyle bir plan aşamasında ve eşiğinde bulunurken; Türk Devleti neler yapmaktadır?!. Eli kolu bağlı sadece beklemekte ve başına geleceklere de  razı bir şekilde midir?! Tabii ki hayır!.  İki bin yıllık devlet geleneği olan  Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023 – 2053 ve 2071 vizyon ve hedefleri doğrultusunda, Anadolu’da binlerce yıllık  varlık ve bekası uğruna, yeni dünya düzen ve sistematiğine matuf tüm küresel ve emperyalist teori projelere her daim hazır  ve alfabedeki tüm harflerden müteşekkil  planları vardır ve hazır bir konumda olduğunu da düşünüyorum!.

ÖLÜM Asude Bahar Ülkesidir bir RİNDE!…

  Rindlerin Akşamı

  Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;

  Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!

  Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

  Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

  Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

  Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

  Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.

  Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

  Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

  Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

  Rindlerin Ölümü

  Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

  Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

  Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış,

  Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

  Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

  Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

  Ve serin serviler altında kalan kabrinde

  Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Yahya Kemal Beyatlı RİND şiirinde; Fani bir varlık olan insan için, ölümlü bir varlık olmak, ölüme de her an hazır ve yakın olmaktır! Geleneksel kültürümüzde çok sık kullanılan ve karşılaşılan fakat bugün pek çok kişi tarafından bilinmeyen, rind, zahid ve takva ehli insanlar vardır!.  Rind tipi insanlar, zamanla olgunlaşacağı, yaşadıkça  çevresindeki olaylar ve insanlara karşı daha  hoş görülü,  elinden ve dilinden diğer insanlara zarar gelmeyen, sabırlı ve her şeye  kızmayan ve parlamayan birey demektir!.   Rindler gönül zengini ve gönül ehli insanlardır! Para  pul, makam mevki, güç ve iktidarı, yani dünyalık ve geçici şeyleri  birinci sıraya almazlar!. Mademki fani dünyada yaşıyoruz, zaten hayat kısa, dünya  ve hayat  meşgalesi insanları hırpalıyor; öyle ise işleri zorlaştırmayalım ve aksine diğer insanların  hayatını kolaylaştıralım, diyen insanlardır!.

Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç!  Şimdi akıl iyice olgunlaşmıştır fakat yeni bir iş kurmak, bir başka şehre yerleşmek için,  eğlenmek ve  hatta âşık olmak için vakit çok geçtir!.

Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Fasıl; bölüm, dönem gibi anlamlar taşır!. Hayat, türlü ümit ve maceralar içinde yaşanmaktadır! Hayat dediğimiz kısacık ömrü kabaca değerlendirme yaptığımızda, Vah – Tüh ve İyi ki – Keşke, dediğimiz şeyler vardır! Fakat artık yapacak fazla bir şey  kalmamıştır!. Yolun sonu görünmektedir!

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle!  İnsan aklı ve gönlü ile hayatın  bitmesini kabullenemez!. Tüm kutsal kitaplar, iman ehli  ve rindler için ölümün bir son olmadığı konusunda  uyarı ve ikazlarda bulunur!. Fakat aciz bir varlık olan insan için ölümü kabullenmek elbette ki  çok zordur!. Zor olan her şey güzel olduğuna göre!. Her zahmet ile bir rahmet aramak gerektiğine göre! Peki; Ölüm güzel olmasa idi HABİB ölür müydü?!

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan, Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece!   Şair, rindane bir yaklaşımla ölümü gözle görünür kılıyor ve somutlaştırıyor!  Ona göre, gökyüzünde geniş kanatları olan büyük bir kapı vardır!. Bu kapının arkasında artık güneş görünmemekte ve doğmamaktadır! Orası karanlıktır ve orada zaman kavramı işlemez! O kapıdan geçildiğinde bitmeyen sükûnlu bir gece başlayacaktır! Boşluk, huzur, sessizlik ve zaman kavramı olmayan derin bir uyku başlayacaktır!

Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! Gün batarken hayatta olmanın ve yaşamanın değerini bil! Coşkuyla bir işe sarılmış olarak, gönlünde gerçek bir aşkla ve doyumlu yaşayarak geçir günlerini, bu bedene iyi bak, bir gemi gibi huzurla süzül o son kıyıya!

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül!   Çevresi tarafından sevilen,  kendisi ile barışık, mutlu yaşayıp ölen birey ve kulun  mezarında kendiliğinden, gül ve lalelerin, açacağına; çevresi tarafından sevilmeyen, kendisi ile her daim kavgalı,  dengini bulamayan, ya da kırıklıklar ve mutsuzluklar içinde  yaşayıp ölen kimselerin mezarlarında, bağırlarında ise dikenler bittiğine inanılır!.  Öyle bir hayat yaşamalıyız ki, mezarımızda her bahar güller ve laleler kendiliğinden bitiversin!