Ezoterim ve Evangelism!.

Son günlerde, ülkemizde, FETÖ ve PKK terör örgütü ile bağlantısı ve desteklemekten kaynaklı,  on altı aydır tutuklu bulunan bir papaz ve rahip üzerinden, müttefik olduğunu iddia eden bir devlet başkanının,  Türk devleti ve yargısına yönelik çok ağır sözlerini ve diğer yetkililer tarafından yürütülen karalama, tehdit ve ekonomik şantaj kampanyasına şahit olmaktayız! Neler oluyor?  Hedef nedir? Nereye varmak istiyorlar? Bir papaz üzerinden kopartılmaya çalışılan fırtına neyin işaret fişeğidir?  Mezkur Papaz kimdir, neyi veya neleri, kimleri temsil etmektedir? Kendilerinde bağımsız yargı olduğunu ifade edenler, Türk devletindeki yargının, bağımsız kararlar vermesi neden rahatsızlıklara sebebiyet vermektedir? Türk Devleti ve Milletine yönelik,  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasını yapan ve arkasındaki kişilerle ilgili devletimizin teslim etmiş olduğu tüm belgeler hakkında,  ülkelerindeki bağımsız yargı işini yapmaktadır diyenlerin,  bugün için düştüğü duruma bir bakar mısınız?! Peki, kırk yıldır PKK terör örgütüne dolaylı veya doğrudan vermiş olduğunuz  destekler bir kenara koyalım, bu örgütle bağlantılı kişiler hakkında devletimizin telim etmiş olduğu tüm belgelere rağmen, aynı kişilerin   elini kolunu sallamak suretiyle ülkenizin sokaklarında cirit atmalarını  hangi hukuk ve bağımsız yargı ile nasıl izah edeceksiniz?! Artık mızrak sadece çuvala değil hiçbir yere sığmamaktadır!

Ülkemizde terör bağlantılarından dolayı tutuklu bulunan ve geçtiğimiz günlerde de bağımsız yargı tarafından sağlık sorunları sebebiyle denetimli ev hapsine gönderilen rahip – papaz Brunson kimdir,   nerelerle veya kimlerle bağlantısı bulunmaktadır? Son yılarda Dünyamızı KAN gölüne çeviren ezoterik yapı ile bağlantısı var mıdır?  Afganistan ve Irak işgalinin başlamasına, ülkelerin ve bölgemizin de  talan edilmesine  ve milyonlarca insanın da ölmesine  sebebiyet veren bu ezoterik yapı mıdır?! Bu yapı veya cemaat Evangelist ezoterik bir örgüt veya tarikat olarak mı kendilerini isimlendirmektedir?!  Evangelizmin nedir,  dünyamız ve insanlık hakkındaki hedefleri nelerdir ve Evangelistler kimlerdir?  Kabaca izah etmeye çalışalım. Kelimenin sözlük anlamı, kutsal kitaba yönelmektir. Hangi ve nasıl bir kutsal kitap olduğu da belli değildir?! Evangelism, Amerika’daki Hıristiyan toplumunun en tutucu ve radikal kanadını temsil etmektedir.  Evangelikler, Eski Ahit’in Yahudilerin Tanrı’nın Seçilmiş Halkı olduğu, Kutsal Toprakların Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih’in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi kehanetleri kabul eder. Bu bakımdan bir nevi Hıristiyanlık ve Yahudiliğin karışımından meydana gelen, Protestanlığın bir alt mezhebi olan Evangelistlere Siyonist Hıristiyanlarda denilmektedir. Dünya üzerindeki hiçbir kralı tanımayan Protestanlara göre, gerçek kral olan Mesih İsa, kıyametten önce geri gelecek ve Tanrı’nın dünya üzerindeki krallığının  başına geçeceğine de inanılmaktadır!  Bunun için kendilerine inanmayanlarla savaşacak ve hepsini yok edeceklerdir.  Burası çok manidardır! Kendilerine inanmayan kişiler ve topluluklara savaşacaklar, hepsini de Yok etmeyi planlamaktalar!  Bu nasıl bir din, cemaat, tarikat  ve Tanrı anlayışıdır?!   II. Dünya Savaşı sonrası ise Nixon ile politikaya ısınmaya başlayan Evanjelist taban, beyaz Anglo Sakson – Protestan (WASP) Amerikalıları   Tanrı’nın seçtiği halk olarak tanımlayan ve tahrif edilmiş İncil kehanetlerine inanan oğul Bush döneminde Neoconlarla kol kola tekrar sahneye çıkmıştır. Bush ve Neoconlar’ın  hayata geçirmeye çalıştıkları GOP’ un (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi), Evangelist ezoterik yapının Yahudilere vaat edilmiş topraklar ve Armageddon Savaşı inançlarıyla birebir bağlantılı olduğu da dikkat çekmektedir.  Evangelist ezoterik yapı ve ülkemizdeki FETÖ benzeri yapılanmadan bir farkı var mıdır?!  Yoksa aynı yolun ve hedefin de yolcuları mıdır?!  Protestan mezhebinin, teolojisinin Amerika’ya özgü bir türü olan ve daha çok muhafazakâr beyaz Amerikalıların mensubu olduğu Evangelist ezoterik yapı, Donald Trump’ın seçmen tabanının temelini oluşturmaktadır. Başkanın çevresi bu ezoterik yapı ile ilintili tamamen kişilerle çevrelenmiştir!

Daha önceki yazılarımızda ifade etmeye çalıştığım, ülkemiz içinde, devletimizin bekası ve milletimizin de birliği adına oluşan,  gün be gün sağlam ve sağlıklı bir şekilde yürütülmekte olan bir üçgenden bahsetmiştim.  Devlet, millet, muhalefet ve ana muhalefet üçgeni! Aynı üçgenin bir de dünyamızda savaş olmadan ve kazan kazan ilkeleri doğrultusunda gelişme ve kalkınmanın olabileceğine inanan üç lider arasındaki mutabakattan yani dünyamıza yönelik dış halkasının olduğunu da vurgulamıştım. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Trump ve Rusya Devlet Putin arasındaki sağlam ve sağlıklı bir şekilde yürümekte olan üçlü ve güçlü  lider birlikteliğini!.  ABD Başkanı Trump’ın NATO zirvesinde, İki ABD vardır ve benim başında bulunduğum ABD,  Rusya devlet Başkanı Putin ile her türlü görüşme ve anlaşmaya hazır olduğunu ifade eden açıklamalarını!.  Dünyamız, özellikle de bölgemizde ve Bir Yol – Bir Kuşak projesini de sadece kendilerinin  denetim, kontrol ve nizam vermesi gerektiğine inanan!. Kendileri gibi düşünmeyenleri de tamamen YOK etmeyi planlayan Evangelist ezoterik yapının,  mezkur birlikteliğe yönelik zarar verme veya bu bağları da koparabilmek, parçalayabilmek için yapılmakta olan her türlü tehdit, söylem, eylem,  girişim, saldırı ve kalkışmalarına da şahit olmaktayız, şeklinde düşünüyorum!  

Ezoterik Yapılar!

Osmanlı İmparatorluğunun parçalanma ve dağılma sürecine baktığımızda dış destekli olarak kurulmuş veya dış güçlerin kontrolündeki bize benzeyen ve bizden görünümlü ezoterik yapıların hain ve ihanetleri sonucunda bu konuma geldiğini görmekteyiz.  Osmanlı hemen bir gecede mi yıkılmıştır? Devlet yönetimi ve diğer kademelerde ihanet içinde olan bireyler, yapılar ve kapalı örgütler yok mudur?  Bu hainlerin soyu, sopu, nesebi, kimlikleri ve cibilliyetleri nedir? Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması akabinde ise farklı dil ve dine mensup mutlu ve huzur içinde yaşayan bir toplumdan yirmi iki ulus devlet ortaya çıkmıştır. Bugün itibari ile bünyemizden koparılmış ve gönül bağlarımız olan topluluk ve devletler ile birlikte ve beraber yürüme vakti ve zamanı gelmiştir. Türk Devleti ve Milleti olarak bünyemizden çıkmış olan yirmi iki devlet, millet ve gönül coğrafyamız ile birlikteliği ve kardeşliği kurmadan Anadolu’da varlık ve bekamızı da sağlayamayız! Tarih, Türk Devleti ve milletine kadim bir görev ve medeniyet sorumluluğunu da yeniden yüklemiştir,  bundan kaçamayız!

Yakın tarihimize kabaca baktığımızda sınır komşumuz Irak işgal edilirken içerideki Kesni Zani cemaati veya ezoterik örgütlü yapı, bu işgal ve talan girişimindeki desteği ve söylemleri hafızamızdan silinmiyor! Peki, Ezoterizm nedir? Ezoterizm, asıl gerçeklerin yalnızca anlayabilecek yetenek ve bilgide olanlara bildirilebileceği görüşü üzerine temellenen bir gizemli öğreti ve kapalı bir örgüt sistemidir! Bir devlet ve millete mensup içerideki örgütlü yapılar nasıl ihanet edebilir? Bu örgütlü yapılar, bir başka güç veya devletin ülkesini, topraklarını, işgal ve talan etmesi için el altından veya doğrudan nasıl çalışmalar yapabilir veya destek olabilir? İnsan olarak aklımızın ve havsalamızın almadığı noktalar bulunmaktadır? Tarihin tozlu sayfaları devleti ve milletine ihanet edenlerle doludur! Bir devlet ve millet için önemli olan böyle durumlardan dersler çıkarmak,  tekrardan ve yeniden bir daha aynı durumları yaşamamaktır! Devlet olmanın gereği budur; Hem de devleti ebed müddet ülküsü ve ideali olan kadim devlet geleneği Türk Devleti ve Milleti için!

Türk Devleti ve milleti 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasını neden yaşamıştır? Bize benzeyen, tipleri bizden fakat çipleri yani denetim ve kontrolleri küresel güçlerin elinde olan ezoterik bir örgüt veya yapı bu devlet ve milleti tamamen işgal ve ağababalarına da teslim etmek kalkışmasında bulunmuştur? Nasıl ve neden olabilir? Bir örgütlü yapı nasıl böyle bir ihanet durumuna gelebilir? Küresel güçler ihanetleri karşılığında bu yapılara neleri vaat etmiştir?  Bu yapılar Türk devletinde böyle gelmiş ve böylece de devam etmeli midir?

Türk Devleti ve Milleti yaşamış olduğu tüm ihanet ve darbe kalkışmaları akabinde, 16 Nisan 2017 tarihinde Anayasa değişikliği ile devlet yönetim sisteminde yeni bir sayfa açmıştır. 24 Haziran seçimlerinde 16 Nisan referandumu ile onaylanan Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi artık yürürlüğe girmiştir.  Türk Devleti ve milletini yönetenler bu değişim ve dönüşüm kararlarını hızlı ve ivedi olarak neden almak zorunda kalmıştır? Çünkü içeride, bölgemizde ve sınırlarımızdaki hareketlilik, küresel hesap ve planlar acil ve ivedi olarak tedbir ve önlemler almayı da zaruri kılmıştır. Türk Devleti ve milleti, tarihten gelen devlet geleneği ve devlet aklı ile artık reaksiyon durumundan, tamamen aksiyoner bir konuma geçilmiştir. Türk devletine tokat vuranlar veya vurmayı aklından dahi geçirenler,  artık diğer yüzümüzü dönmemizi hiçbir zaman beklemeyecektir! Türk devleti, içeriden veya dışarıdan varlığına ve bekasına yönelik gelebilecek her türlü hain bir plan veya tokat gelmeden önce teyakkuz halinde olacak, tedbirini alacak ve gerekli cevabı da tarihte olduğu gibi Osmanlı Tokadı olarak tepelerine inecektir, böylece de bilinmelidir! Aksi halde Türk Devleti ve Milleti bin yıllardır yaşadığı Anadolu’da varlığını ve bekasını devam ettiremez!

Türk Devleti ve Milleti, yeni geçmiş olduğu Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile birlikte, bundan böyle devlet yönetim sisteminin tüm etkili ve yetkili makam ve kurumlarında, sivil toplum kuruluşları ve ezoterik kapalı örgütlü yapılarda,  Yahudi yanaşmaları, Hristiyan kapatmaları, Arap Siyonizm’in uşakları, İngiliz artıkları, Müslüman görünümlü Seba-taylar, Siyonistler, Yahudiler ve Hristiyanlar söz sahibi olamayacaktır.  Açık, şeffaf, hesap verebilir ve denetlenebilir konumda olmayan, küresel güçler ve ajanlarının yönlendirme ve kontrolündeki tüm kapalı yapılar ve örgütler, Türk Devleti tarafından yakinen takip edilmelidir! Anadolu, kadim Yunusların Hacı Bektaşi Velilerin ve Hz. Mevlanaların yeşerttiği kadim Türk yurdu olarak kalmaya ve anılmaya devam edecektir!  Bu topraklar,  Mazlum milletlerin umudu ve Devleti Ebed Müddet mefkuresi ve kızıl elma ülküsü olan son Türk Devletidir!

ŞERRİN İçindeki HAYRI Aramak  -2-

İnsan hayatı ve öncelikle iman ehli bir müminin ömrü,  özellikle de çevresindeki gelişmeler ve olaylar hakkında,  hak ve batıl, doğru ve yanlış arasındaki seçimler, tercihler, imtihan ve bu seçimler sonucundaki yaşadıkları ile çerçevelidir! İnsan ve iman ehli mümin zevk, sefa ve   sadece dünya hayatını yaşaması için  mi yaratılmıştır?! Tabii ki Hayır!  Yaratılış, yaşadıklarımız ve imtihan, yani tercihlerimiz ve seçimlerimiz!  Mümin için imtihan ve sıkıntılar olmadan,  dünya hayatının bir anlamı da olmayacaktır!   Bir insanın seçimleri, özellikle de doğru kararlar alabilmesi için okuması, araştırması ve akletmesi de emredilmiştir! İnsan olmak, İman etmek, Mümin olmak, seçimler yapmak ve imtihan!  Aksi halde Sonsuz Yaratıcı insanı, esfeli safilin derekesine de düşer buyurmaktadır! İman ehli mümine muhatap olarak gelen son kitap Kuran-ı Kerim neden Furkan olarak isimlendirilmiştir? Furkan kelime ve kavram olarak;  İmanı küfürden, ihlâsı riyadan, tevhidi şirkten, hakkı batıldan, doğruyu eğriden, hayrı şerden, iyiyi kötüden, helâlı haramdan, temizi habisten ayıran ve gerçekleri açıklayan demektir.  İman ehli bir mümin bu özelliklere nasıl erişebilir?  Furkan ayrıca, iman ehli mümine Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah tarafından verilen, hak ile batılı ve iyi ile kötüyü birbirinden ayırt etme yeteneği olarak da ifade edilmiştir. Kuran ve ilâhî kitapların tamamı furkandır, hakkı batıldan ayırır ve sadece gerçekleri açıklar. İnsanın Furkan yeteneğine sahip olabilmesi, öncelikle iman ehli bir mümin, muttaki bir kul, her anında ve zamanında akletmesi, tefekkür, tezekkür ve tefehhüm sahibi olması da gerekir. Sonsuz Kudret Sahibi Allah;  Ey müminler! Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, Allah sizi Furkan sahibi yapar, size iyi ile kötüyü ayırt edici bir akletme yetisi ve anlayış verir, bu gerçeğin ta kendisidir, buyurmaktadır.

Bir padişah ve veziri arasında geçen, bizlere de hayatımızın her anında imanı noktada örnek olmasını düşündüğüm, hayrın içindeki şerri ve şerrin içindeki hayrı arayıp bulabilmek ve görebilmek,  basiret ve feraset sahibi olabilmek adına bir hadiseyi ve bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Bir vezir her hadise ve olay karşısında, “Her şeyde vardır bir hayır vardır”  der, bu inanışın insan hayatı için çok önemli bir ilke olduğuna inanırmış. Bir gün padişahın kolunda dayanılmaz bir ağrı başlamış, tedavisi için her şey yapılmış, ülkenin bütün doktorları getirilmiş, her ilaç denenmiş ama ağrı bir türlü geçmemiş. Kolun kesilmesinden başka çare kalmamıştır. Doktorlar, hastalığın ve ağrının bütün vücudu sarmaması için kolun kesilmesine karar vermişler. Padişahın kolu kesilmiş, vezir bütün bu olup bitenler karşısında “Her şeyde vardır bir hayır” diyormuş. Padişah vezirine: Ey vezir kolum kesildi, sen hâlâ “Her şeyde bir hayır var” diyorsun. Hayır, bunun neresinde! Vezir yine teslimiyetle, “Padişahım bunda da bir hayır var, “diyerek cevap vermiş. Padişah vezirinin pişkinliğine artık dayanamamış. Büyük bir öfke ile vezirin zindana atılmasını emretmiş. Yıllar geçmiş, günlerden bir gün padişah âdeti olduğu üzere ava çıkmış. Çevresiyle birlikte yamyamlar tarafından yakalanmış. Yamyamlar büyükçe bir kazanı, yaktıkları ateş üzerine koymuşlar. Kazanda pişirilme sırası padişaha gelmiş. Padişahın kolunun bir hastalık sonucu kesildiğini öğrenen yamyamlar hastalıklı et yememek için onu serbest bırakmışlar. Padişah saraya dönerken birden zindana attırdığı vezirini hatırlamış. Veziri: “Bunda da bir hayır var“ dememiş miydi? İşte kurtulmuştu. Hayır, gerçekleşmişti, kolu kesilmemiş olsaydı, yamyamlar onu bırakır mıydı? Yaptığına bin pişman olmuş, doğruca zindana gitmiş, vezirinden özür dilemiş. Haksızlık ettiğini söylemiş, ondan helâllik istemiş. Vezir: Padişahım üzülmeyin, her şeyde bir hayır vardır. Benim zindana atılmamda da bir hayır var, siz beni zindana atmasaydınız ben de sizinle avda olacaktım. Yamyamların midesine girecektim; “Her şeyde bir hayır var efendimiz “ demiş.

İnsan, iman, mümin, imtihan, sabır, hayır ve şer,  düşünmek, akletmek ve a isabetli kararlar vermek noktasında hatırımıza gelen ayetlere kabaca bir bakalım. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Bu ayeti kerime Rabbimizin bizi imtihan ettiğini, belalara sabır ve nimetlere şükür yapıp yapmadığımızı denediğini bildiriyor.  (Bakara-216)  Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar.  Bu ayette imtihan amacının müminin imanını kuvvetlendirmek, kâfirin ise azabını arttırmak olduğu bildiriliyor. (Ali İmran -141) Yoksa siz; Allah, içinizden cihat edenleri,  İmtihan etmeden ve yine sabredenleri de İmtihan etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?  (Ali İmran -142) And olsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah ’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar, yapmaya değer ve azmi gerektiren işlerdendir, buyurmaktadır.  (Ali imran -186)

 

ŞERRİN İçindeki HAYRI Aramak  -1-

Toplum ve özellikle de birey olarak okumadığımız ve derinlikli düşünme yeteneğimizi de geliştiremediğimiz için çevremizde gelişen olaylar hakkında çok çabuk karar veriyor ve hatalara da düşebiliyoruz.  Kuranın ilk emri neden oku! Okumak ve düşünmek! Sonra da akletmek ve isabetli kararlar verebilmek! Akıl bir defa karar verdiği an düşünme ve araştırmaya son vermektedir. Bir olay veya gelişme hakkında karar vermeden önce etraflıca araştırma yapmalı, olayın öncesi ve sonrasını, perde arkasındaki kişisel veya devlet zaviyesindeki gelişmeleri ve çıkarları da görebilmeliyiz. Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Neden akletmiyorsunuz, Çok az düşünüyorsunuz, Ne zaman düşüneceksiniz gibi uyarı ve ikazları da bu çerçevededir. Hz. Peygamber efendimiz, Müminin ferasetinden sakının buyururken ne demek istiyor?! Avam ve yığınlar boyutundan tabii ki olaylara ve gelişmelere bakılmaması gerektiğini emretmektedir! Akıl, feraset, basiret, düşünmek sonra da olumlu, doğru ve isabetli kararlar verebilmek!  İnsan ve özellikle de iman ehli Müminler için İMTİHAN zaten bu değil midir?! Toplum olarak birbirimizi bu sebepten çok kolay bir şekilde yargılayabiliyor,  tekfir ve  kategorize edebiliyor, hatta çok çabuk  yaftalayabiliyoruz! Farkında olmadan da İmani çerçeveden günaha giriyor ve hata yapıyoruz! Dönülmez ve çıkılmaz yollara sapıyoruz! Neden ve niçin? Okumadığımız ve düşünmediğimiz için! Okumak ve araştırmak,  tefekkür ve tezekkür etmek ne demektir?!

Peki, Musa ( a.s.) ve Hızır ( a.s.) Yolculuğunda, yol arkadaşlığının önemi, hayır ve şer konumunda nerede durmamız gerektiğini, acil kararlar verilmemesini, insan beyni bir karar verdiği an düşünme, tezekkür ve tefekkür kabiliyetini de yitireceği zaviyesinden bugünün aciz insanı olan bizlere ne gibi örnek ve dersler vermektedir.  Aksi halde İmanı konumdan ve mümin olarak hata yapabiliriz!  Bir gün Hızır (as) ile Hz. Musa yolda giderken Hızır (as) Hz. Musa’ya: Artık seninle burada ayrılıyoruz. Çünkü sen benim yaptıklarıma dayanamazsın, demiş. Hz. Musa ise: Hayır ben seninle gelmek istiyorum, Söz veriyorum yaptıkların hakkında sana hiçbir şey sormayacağım, demiş. Böylelikle yola çıkmışlar, biraz gittikten sonra karşılarına bir gemi çıkmış. Bu gemi yoksullara aitmiş. Hızır (as) bu gemide bir delik açmış. Hz. Musa bunu görünce: Sen ne yapıyorsun, şimdi bu insanlar nasıl gidecekler, bunu neden yaptın?, demiş. Hızır (a.s.) ise, hani bana bir şey sormayacaktın. Tamam, buraya kadar artık seninle ayrılıyoruz, demiş. Hz Musa bunu duyunca: Tamam bir daha ağzımı açmayacağım, demiş. Tekrar yola koyulmuşlar. Yolda giderlerken Hızır (as) bir çocuğu öldürmüş.  Musa (a.s.) iyice hiddetlenmiş: Sen ne yapıyorsun, o daha çok küçük, onu neden öldürdün, demiş. Hızır (a.s.) yine: Hani bir şey sormayacaktın, artık bu kadar yeter, seninle yollarımız burada ayrılıyor, demiş. Hz. Musa tekrar özür dileyerek bir daha yapmayacağını söylemiş. Tekrar yola koyulmuşlar ve sonunda bir köye varmışlar. O köydeki kadınlardan su ve yiyecek bir şey istemişler. Fakat kadınlar Hızır (a.s.) ile Hz. Musa’yı kovmuşlar. Buna rağmen Hızır (a.s.) köyün tam çıkışındaki yıkılmak üzere olan bir duvarı onarmış. Hz. Musa bunu görünce tekrar bağırmaya başlamış. Ve Hızır (a.s.): Tamam bu kadar yeter sana her şeyi anlatacağım ve seninle burada ayrılacağız. Gemiyi delmemin sebebi, ileride sağlam gemileri ele geçiren korsan gemisi vardı. Gemiyi deldim ki o korsanlar gemiyi sağlam diye ele geçirmesinler. Çocuğu öldürmenin sebebi o çocuk büyüyünce inkarcı, kafir bir çocuk olacaktı ve ailesine eziyetler edecekti. Bundan dolayı küçük yaşta öldürdüm ki büyüyünce böyle olmasın. Gelelim duvarı onarmaya… O duvarın altında iki yetim çocuğa bırakılan miras var. Bu duvar zamanla yıkılacak ve artık o arsayı ekin ekmek için kullanacaklar. Bu yüzden onardım ki çocuklar büyüyene kadar idare etsin, çocuklar büyüyünce mallarını alsınlar.

Başımıza bir sıkıntı veya çok istediğimiz bir şey olmadığı vakit üzülmeyip, Rabbimizin bizim için yaptığı güzel planlar olduğunu düşünmeliyiz. Her şeyde vardır bir hayır deyip, Rabbimize tevekkül etmeli, Sonsuz Yüce Kudrete teslim olmalı ve sabretmeliyiz. Elbette ki sabrımızın karşılığını bir gün alacağımızı da unutmamalıyız. Her hayrın içinde bir şer, Her şerrin içinde bir hayır vardır demeli ve ümidimizi de yitirmemeliyiz.  İman ehlince malum olduğu üzere, Mümin,  ÜMİT ve KORKU arasındadır!  İman ve Ümit birlikte yürür! İnkar ehlinde ümit kesinlikle olamaz! Çünkü sıkıntılar ve dünya kalıcı değil, geçicidir. Halbuki olayların ve gelişmelerin bizim bilmediğimiz nice hikmetleri ve arka planları vardır. Bunu ancak Allah (cc) bilir. Bize düşen ye’se kapılmadan, vardır bunda bir hayır diyerek Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a teslim olmaktır. Böyle yapmadığımız takdirde, hem Allah’a isyan etmiş, hem de kendimize imanı zaviye ve fiziksel olarak da zarar vermiş oluruz. Başınıza bir musibet geldiğinde;  İsyan etsek, bağırsak, çağırsak ve ortalığı da birbirine katıp karıştırsak ne faydası var. Hiç! Başımıza gelen sorun ve belayı savamadığınız gibi İmanımıza,  İmtihanda olduğumuza, kendimize ve çevremize zarar vermiş oluruz. Allah muhafaza eylesin!

 

 

15 Temmuz İhaneti UNUTMA!

Devlet ve Milletlerin hayatında,  kırılma anları, yükselme ve çöküş dönemleri,  uzun ve karanlık, ihanet geceleri vardır. Bir millet bu dönemleri unutmalı mıdır? Millet bu geceleri ve yaşanılanları unutursa neler olur? Millet olarak ilerideki dönemlerde nelerle karşılaşabilir? Milli bilinç ve milli ruhun yeşermesi ve kavileşmesi için bu dönemler çok önemli ve öğretici zaman dilimleridir.  Bir devlet yönetimi, özellikle de milli eğitim kurumu ve tüm sorumlu bir vatandaş olarak bireyleri de, böyle dönemlerdeki kahramanlık örneklerini canlı tutmak.. Bu dönemlerdeki şehitler ve gazilerimizin hatıratlarına da saygı duymak.. İhanet dolu anların bir daha yaşanmaması adına,  okul müfredatlarına koymalı, basın sürekli olarak yazmalı ve haber yapmalı, bu kahramanlık ve ihanet dolu günlerin de sürekli olarak yâd edildiği tarih ve geceler olmalıdır!  Türk milletinin devlet hayatı böyle ihanet geceleri ve kahramanlık dönemleri ile doludur!  Peki neden? Bu ihanetleri yapanlar kimlerdir?!  Soyu, nesebi ve cibilliyetleri nedir?!  Bu kişiler nereden gelmişlerdir?! İçimize ve özellikle de devlet yönetimine nasıl ve ne şekilde yerleştirilmişlerdir?! Devleti, ebet – müddet hedefi ve ideali olan asil Türk milleti tabii ki boş bırakılmayacaktır! Türkler kendi haline bırakılmayacak bir millettir diyor, adamlar!  Neden? Millet hayatı ve tarih,  hain ve ihaneti unutmaz! Millet hayatı,  hain ve ihanet edenleri de lanetle anacaktır! Kahramanlarını da şahadet, takdir, övgü, rahmet ve minnetle hatırlayacaktır!  Millet hayatındaki her birey layık olduğu şekilde tabii ki anılacaktır! Allah, bu aziz millete ihanet konumunda bulundurmasın! Allah, birey olarak bizleri de hakiki manada bu asil milletin övgüsüne layık olabilenlerden eylemesi ümidiyle! Amin..

Tarihte kurulmuş olan tüm TÜRK Devletleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması ve çok partili hayata geçmemiz akabinde devlet hayatımız ve siyaset tarihimiz inkıtalar, muhtıralar, darbeler, post – modern darbe, e – muhtıra gibi kırılma, sarsılma ve çöküş dönemleri ile doludur.  Neden? Bu darbeler neden olmaktadır? 7 Şubat MİT krizi ile başlayan,  17 – 25 Aralık yargı ve polis darbesi, Gezi olayları, daha sayamadığımız ve aklımıza gelmeyen sosyal ve ekonomik krizler ve son olarak da 15 Temmuz uzun ve karanlık gecede, bu devleti ve milleti kendi içimizden olan, tipi bizden fakat çipleri de başkalarının elindekiler maharetiyle işgal ve tamamen teslim kalkışması yaşamıştır. Peki,  neden, bu asil millet ve devleti böyle ihanet ve karanlık dolu bir geceyi yaşamak zorunda kalmıştır?  2012 yılından bil itibar başlayan sosyal, ekonomik ve siyasi krizler neden olmuştur? Buradaki hedeflerine erişemeyenler, 15 Temmuz uzun, karanlık ve ihanet dolu gecede tamamen bitirmeyi hesap ettiler! Bu gecede, Türk devleti ve milleti üzerinde hesap ve plan yapan küresel güçler ve içimizdeki taşeron işbirlikçiler hiç hesap etmedikleri bir milli ruh ile karşılaştılar. Karşılarına çıkan ve ezip geçemedikleri;  1071 Malazgirt zaferi, 1453 İstanbul’un fethi ve Çanakkale’de Kurtuluş savaşında şahlanan Türk milletinin istiklal, istikbal, birlik ve beraberlik ruhudur! Yüz yıllardır yok etmeye çalıştıkları fakat küllerinden yeniden doğan bu milli bilinç ve ruhu hiç akıl ve hesap etmediler! Türk milletinin zorluk ve sıkıntılarla devletleri yıkılırken ve yerine de bir başka devletlerini kurarken hangi ruh ve bilinçte olduğunu ve istiklal ve istikbaline aşkı da idrak edemeyenler, 15 Temmuz hain, ihanet dolu,  uzun ve karanlık bir geceyi yaşamamıza sebebiyet vermişlerdir!

Bugün 16 Temmuz! Dün, tüm Türkiye’de, yurt dışındaki elçilik ve konsolosluklarımızda, 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain, uzun ve karanlık gecede ihanet dolu yaşadıklarımızı ve bunun karşısındaki kahramanlıklarımızı yad etiğimiz ‘Demokrasi ve Milli Birlik Buluşma Günü’  olarak idrak ettik!  Allah, bu topraklar için Şahadet şerbeti içen tüm Şehitlerimize rahmet,  Gazilerimize de şifalar, Yakınlarına da sabrı cemil ihsan eylesin! Türk milletinin başı sağ olsun! Milli şairimizin, Allah bu asil millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın ifadelerinde müşahhas olduğu gibi Allah bu millete bir daha böyle ihanet dolu karanlık gün ve geceleri yaşatmasın! Tüm Dünya ve özellikle de Türk milleti üzerinde hesabı olan küresel güçler ve taşeron işbirlikçiler şunu çok iyi anlamalı ve idrak etmelidir! Türk milletine boyunduruk vurulamaz! Türk milletine gem vurulamaz! Türk milleti istiklal ve istikbaline âşıktır! Türk milletinin milli birlik ve beraberliğini hiçbir güç bozamayacaktır! Türk milleti ve Türk devletini de hiçbir güç yıkamayacaktır! 24 Haziran seçimlerinde şahlanan milli birlik ve beraberlik,  Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişimiz ve tarihi iki bin yıllık Türk devlet kodları ve Adalet, Hakkaniyet ve Medeniyet yürüyüşümüz sağlam ve emin adımlarla başlamıştır!

Yeni Sistem ve Dönemin Kodu; Bütünlük!

İnsan hayatının olmaz ise olmazları arasındadır, bütünlük! İnsan için bütünlük kavramını kabaca, doğruluk, dürüstlük, güvenilirlik,  özü ve sözü bir olmak, güzel ahlak ve emin olmak şeklinde ifade edebiliriz.  İman ehli için güzel ahlak ve emin olmak kavramlarının ayrı bir anlam ve önemi vardır!  Hz. Peygamber efendimiz, ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim vurgusu, bunun en güzel örneğidir. Peki, güzel ahlak nedir? İnsan için güzel ahlak ve bütünlük ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Bütünlük olmayan bireyler, toplum nazarında ve çevresinde muteber ve kabul görmemektedir. Sözleri ve eylemleri bir birine uymayan kişi demektir,  yani bir nevi tutarsızlık! Hz. Mevlana’nın, Ya olduğun gibi görün ya da göründüğüm gibi ol,  veciz sözlerinde müşahhas olduğu gibi! O zaman ne demektir; Ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün! Tabii ki birey olarak bütünlük demektir.

İnsan hayatında bütünlük, tamlık ve tutarlılık olmalı da, devlet yönetim sisteminde, insan odaklı ve vatandaşlarına hizmet esaslı olması gereken bir devlet ve onun hizmet birimlerindeki tüm yönetici ve işlemlerinde tutarlılık ve bütünlükten vaz mı geçmeliyiz? Devlet yönetim sisteminde, bütünlük ve tutarlılığı yok mu saymalıyız? Devletin görevi vatandaşlarına hizmet odaklı bir anlayıştan, rastgele bir durum,  bugün git yarın gel, yani zulüm esaslı bir anlayıştan mı söz etmeliyiz? Devlet vatandaşlarına hizmette olduğu gibi EKONOMİ, İÇ ve DIŞ GÜVENLİK noktasında da tüm birimleri ile de BÜTÜNLÜK halinde olmalıdır! Aksi halde sınırlarını koruyamaz! Aksi halde iç güvenliği ve vatandaşlarının huzurunu tesis edemez! Peki, tüm bu sıkıntılar, tutarsız ve bütünlük bir devlet yönetim anlayışı ve işleyişi olmadan nasıl kalkınabileceksiniz? Dünya ile nasıl rekabet edebileceksiniz? Tüm insanlığa, medeniyet, adalet ve hakkaniyetin temsilcisi bir milletin fertleri olarak varlığımızı ve bekamızı nasıl devam ettirebileceğiz? Devlet, ebet, müddet ideal ve ülküsüne nasıl erişebileceğiz? 2. Dünya savaşı sonrası yerle bir olan devletlerin ekonomik kalkınma ve gelişmişlik olarak bugün geldiği noktaya bir bakar mısınız? Onlar nerede, biz nedeyiz! Peki, Türk Devleti olarak neden kalkınamadık? Türk Devleti olarak gelişmiş ülkeler seviyesine neden gelemedik? Türk milleti,  sosyal ve kültürel olarak tarihten gelen kadim medeniyet konumumuzu neden muhafaza edemedik? Daha nice sorular..  

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte, Türk devleti ve milleti üzerinde hesabı olan küresel güçler ve işbirlikçiler, devlet yönetim sistemimizdeki erkler ve vatandaşa hizmet götürmesi gereken tüm çalışma kurullarının bir birlerinin tamamlayıcısı değil, birbirlerini yok etmeye ve çatışma odaklı bir anlayış hâkim olmuştur. Peki, bu anlayış ile ne zamana kadar devam edebilirdik? Dünya yeniden kurulurken, bölgemizde yeniden büyük oyun ve hesaplar devreye alınmış bir durumda iken, bölgemizde büyük paylaşım ve hegemonya savaşı yeniden devam ederken, sınırlarımızda kukla devletçik kurulma çalışmaları da hız kazanmış bir durumda,  devletin tüm yönetim kurumları ve kurulları arasındaki bütünlük olmadan bu şekilde nasıl devam edebilirdik? Ya bir yol açmalı, ya da yok olmalıydık! Ya adam gibi mücadele etmeli, ya da yok olup gitmeliydik! Hangisi?!.  24 Haziran seçim sonuçları ile tüm bu sorularımızın cevabını SEKSEN BİR MİLYON Türk milleti tam bir bütünlük aklı ve feraseti ile vermiştir.

Devlet yönetim sisteminde, vatandaşlarına hizmet odaklı, yani devletin tüm hizmet birimlerinde, Ekonomi,  iç ve dış güvenlik konsepti çerçevesindeki tutarlılık ve bütünlük kavramına,  Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Fuat Oktay’ın ifade ve açıklamalarına kabaca bir bakalım. Devlet yönetiminde, katma değer sağlamayan işlerden vazgeçilmiştir. Devletin vatandaşına verdiği 12 bin, kamuya 10 – 11 bin ve iş dünyasına da  6 – 7 bin hizmet kalemi bulunmaktadır.  Vatandaşa verilen 12 bin hizmet kaleminde önceden toplam 42 bin belge, ilk etapta bunu önce 8 bine ve daha sonra da 889’a indirilmiştir. Yeni dönemin olmaz ise olmazı, Elektronik Bilgi Yönetim Sistemi, yani e – devlet! Eylem planları, e – devlet üzerinden anlık takip edilecek ve verimlilik esasına göre gerekirse bazı kurumların kapatılmasında tereddüt edilmeyeceğidir.  Hedef; Küçük, dinamik, işlevsel, güçlü devlet!  Yeni dönemde,  Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemine geçişin altyapı çalışmaları sırasında devlette ( Genelkurmay Başkanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı hariç ) toplam 350 bin birim bulunduğu tespit edilmiş ve bu birimlerde de 125 çakışan hizmet alanı!  Bir devletteki  hizmet alanları neden çakışıyorsa?!  Bu çakışma ve çelişme durumunun ortadan kaldırılması için yeni sistemde yapısal değişim ve dönüşüm ilk hedef olacaktır. Böylece daha küçük, daha dinamik, daha işlevsel ve daha güçlü bir devlet mekanizmasının hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. Yeni sistem sadece bir ya da bazı kısımlarıyla değil, bir bütün olarak anlam ifade etmektedir!

Tüm bu açıklamalar,  son birkaç gün içinde yaşamakta olduğumuz gelişmeler ve Birinci Devlet Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yemin töreni, akabinde merasimlerdeki göstergeleri ve Türk Devletlerine olan ziyaretlerini nasıl okumalı ve izah etmeliyiz?!  Peki, yeni Bakanlar kurulunu nasıl okumalıyız? Bakanlıklarımızın, özellikle de ‘Ekonomi, Maliye ve Hazinemizin’  belli odak ve ekollerin denetim ve kontrolünden artık çıktığını da anlıyoruz! Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile birlikte,  devlet yönetiminde yeni bir dönem ve anlayışın hakim olduğunu, iki bin yıllık tarihi Türk devlet gelenek ve kodlarımıza dönmekte olduğumuz da aşikardır! Yani bir nevi yüz yıllardır uyutulmakta olan TÜRK DEVİNİN uyanmakta olduğudur!  Devletin tüm kurum, kuruluş ve hizmet alanları ile birlikte,  Türk devletinin bekası ve Türk milletinin de birliği adına, ” Ekonomi,  İç ve Dış güvenlik konsepti ”  çerçevesinde, Devlet vatandaşı ile BÜTÜNLEŞMEKTE ve aslına rücu etmekte olduğunun işaret,  emare, gösterge ve kodlarıdır, şeklinde düşünüyorum.

Yeni Sistem Başlıyor!

Türkiye’de yıllardır konuşulan fakat siyaset kurumu üyelerinin birlikte hareket edememesinden kaynaklı bir türlü hayata geçiremediğimiz Türk tipi Başkanlık veya Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın TBMM’de yemin etmesi, akabinde de Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde yeni Bakanlar Kurulunu açıklaması ile bugün bilfiil başlamış oluyor.  Yeni dönemin öncelikle ülkemize, tüm vatandaşlarımıza, bölgemize, mazlum milletlere ve bu asil millete hizmet yarışında, etkili ve yetkili tüm kurum, kuruluş ve makamlarda görev alacak Türk Devleti ve Türk Milleti sevdalısı bireylere de hayırlı olmasını ve kalıcı hizmetlere de vesile olmasını dilerim.

15 Temmuz hain darbe ve ihanet kalkışmasının akabinde içeride oluşan devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefet milli duruşu, birlik ve beraberlik ile birlikte 16 Nisan halk oylamasında vatandaşlarımızın onayına sunulan yeni sistem ve yeni dönem için artık beklemenin ve vakit kaybetmenin bir anlamı olmadığı tebarüz etmiştir.  16 Nisan referandumunda vatandaşlarımız tarafından büyük bir oy çokluğu ile kabul edilen yeni sistemin hayata geçmesi için 2019 yılını beklemek gerekiyordu.  Fakat sınırlarımızdaki hareketlilik, içerideki vesayet ve vekalet odaklarının ivmesi ve dışarıdaki baskıların da artması ile birlikte, Kasım 2019 tarihini beklemenin bir anlamının olmadığı ve 24 Haziran erken seçimleri ile birlikte yeni hükumet etme sisteminin  bir an önce Türkiye’de uygulamaya geçilmesi ivedilik ve aciliyet kazanmıştır.

Ülkemizde, yeni hükumet etme sistemine geçmek neden ivedilik ve aciliyet kazanmıştır? Parlamenter sistemde bu ülkede neler yaşanmış ve olmuştur, kabaca bir bakalım. Ülkemiz, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte yaklaşık bir asırdır parlamenter sistem deneyimine sahiptir. Bu süre zarfında, parlamenter sistemin yaratmış olduğu tıkanıkları çözmek ve çıkış yolu adına birçok husus anayasamızda düzenlemiştir. Çözüm ve çıkışın olmadığı dönemlerde neler olduğu ve neleri yaşadığımız da malumdur!  Bu bağlamda ülkemizde, başkanlık, yarı başkanlık,  Türk tipi başkanlık veya Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi bilhassa son yirmi yıllık süreçte pek çok siyasetçi ve akademisyen tarafından parlamenter sisteme alternatif olarak ileri sürülmüştür. Yeni sistem, devletin temel erklerinin birbirleriyle olan ilişkilerini tekrar ve yeniden düzenleyen, geniş etki alanıyla ülkemizin birçok alanında değişim ve dönüşüm yaratacağı kesindir. Mevcut parlamenter sistemin uygulamada yaratmış olduğu istikrarsızlıklar sonucunda demokratik değerlerin kurumsallaşamadığı ve beklenen ekonomik performansın sergilenemediği, yeni sistemin bu alanlarda çok büyük bir ivme ve hız kazandıracağı da uygulayıcılar ve vatandaşlarımız tarafından beklenmektedir. Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemindeki güçlü yürütme, parlamenter sistemde yaşanan siyasi krizlerinin oluşmasını önleyerek, ülkemizin ekonomik, sosyal, siyasi ve demokratik kazanımlarını heba eden,  çeşitli vesayet ve vekalet odakları ve kalkışmalara da asla izin vermeyecektir.

Türkiye yeni yönetim ve hükumet sistemine geçmek ihtiyacı neden ve nereden duymuştur? Yüz yıllık Cumhuriyet tarihimizde yaşanmış olan tüm inkıtalar ve sorunlar yeni sistem için etken olmuş mudur? 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi arasındaki yirmi yıllık süreçte bu ülkede sadece YİRMİ BİR HÜKUMET kurulmuştur!  Neredeyse her yıla bir hükumet! Dünya ile nasıl rekabet edebileceksiniz?  Bu millete nasıl hizmet götürebileceksiniz?  Yeni gelen siyasi bir hükumet yatırım kararı dahi alamadan ömrünü tamamlamaktadır!  Yatırımları ve hizmetleri nasıl takip edebilecektir? Peki,  bu ülkede yaşanmış olan askeri vesayet, bürokratik oligarşi ve darbe kalkışmalarına ne demeli? Bu millet ve devleti, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasını neden yaşamıştır? Böyle karanlık gün ve geceleri tekrardan yaşamak zorunda mıyız?  Cumhuriyetimizin kurulması akabinde günümüze kadar yaşadığımız darbeler ve muhtıralar tecrübe olması açısından yeterli değil midir? Arık YETER! Artık Türk Devletinde, her türlü vesayet, vekalet odakları ve tüm kalkışma odaklarının beli kırılmalıdır!  Yeşermesi ve yaşamasına dahi izin ve imkan verilmemelidir!  Türk milletinin gideceği bir başka Anadolu toprağı yoktur!   Türk Devleti ve Milleti, bin yıllardır vatan edindiği Anadolu diyarında,  iki bin yıllık kadim devlet geleneği,  tarihi devlet tecrübesi ve kodlarına artık dönmektedir! Cumhurbaşkanlığı hükumet etme sistemimizdeki bakanlık sayısının ON ALTI olarak açıklanması ve belirlenmiş olması dahi artık devlet yönetim sistemi olarak, tarihi devlet kodlarımıza dönmeye başladığımızın ilk işaret fişeği ve emareleri olduğunu da düşünüyorum! Devamı da gelecektir!

Nereden Çıktı, Bu Türedi,  Nesebi Bozuklar?!

Son günlerde kamuoyunda ve özellikle de medya üzerinden köpürtülmeye çalışılan çocuk kaçırılma ve taciz olayları nedir?  Anadolu diyarında neler olmaktadır?  Cennet kokusu ve çiçekleri olan yavrularımıza Allah Rahmet eylesin! Ailelerine de sabrı cemil ihsan eylesin! Yine birileri bu millet üzerinde cambaza bak tiyatrosu mu oynatıyor? Kara propaganda ve algı operasyonlarına mı maruz kalmaktayız?  Tüm bu olayların perde arkası nedir? Bu çirkinlik ve çirkeflikleri yapanlar kimlerdir? Soyu, sopu, aslı ve nesebi nedir, kimdir bu türedi nesebi bozuk kişiler?  Nereden gelmişler ve Cibilliyetleri nedir? Görünen kişilerin arkasında, bu devleti ve milleti karıştırmak için kullanan küresel ve işbirlikçi güçler var mıdır?  Daha nice sorular…

Asil Türk milleti, İslam ile tanıştığı tarihten itibaren ve öncesinde, tüm insanlığa karşı ne zalim ve ne de zulmeden konumunda olmuştur. Tarih, ne geçmişte, ne de gelecekte,  Türk milleti adına böyle çirkef bir olayı hiçbir zaman yazmamış ve yazamayacaktır. Peki, günümüzde neler oluyor? Osmanlı İmparatorluğu fethettiği yerlerde kimin malına, canına ve namusuna dokunmuştur?  Asil Türk milleti tarihin hiç anında ve mekânında işgal diye bir girişimde bulunmamıştır! Sadece fetih için gitmiştir, nereye gittiyse!  Fetih ne demektir? Asil Türk milleti gittiği yelere sadece, Adalet, Hakkaniyet, Medeniyet ve İnsanlık götürmüştür. Medeni olduğunu iddia edenlerin insanlık ve medeniyeti kimden öğrendiğine veya nereden çaldıklarına bir bakın! Tarihin tozlu sayfaları bunların örneklikleri ile doludur! Tabii ki görmek isteyenlere! Gözü kör, kulağı sağır, gönlü kapalı ve akıl tutulmasına kapılanlar elbette ki bu gerçekleri göremez ve görmek dahi istemezler! Onlar görmediği için bu gerçekler de yok sayılamaz!  Asil Türk milleti üzerinde hesabı olanlar tüm bu olumsuzlukları sadece yakıştırmaya çalışmıştır! Güneş balçıkla sıvanamayacağına göre! Tarih gerçekleri elbette ki yazacaktır!

Tarihin çok uzak sayfalarına gitmeden, yakın tarihimizde cereyan eden bazı gelişmeler ve insanlık dışı olaylara kabaca bir bakalım.  Bosna’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Doğu Türkistan ve daha sayamadığımız tüm mazlum coğrafyalardaki insanlara, özellikle kadın ve çocuklara karşı işlenen zulüm ve katliamları kimler ve neden yapmaktadır? Suriye’deki kayıp olan ve kaçırılan çocuklar nerededir? Hangi medeni ülkededir, bu çocuklar!? Durumları nedir?  Sağ mı, yoksa ölü müdür? Yoksa, medeni ülkelerdeki,  kirli ruhlara ve pislik bedenlere  yeniden hayat mı vermiştir?! Bilemiyoruz!  İnsan olarak bakmaktan ve izlemekten utandığımız görüntüleri kim ve kimler neden yapmaktadır? Medya tarafından bu görüntüler  neden her gün  ve her saat köpürtülmektedir?!  Neden? Neler olmaktadır? İnsanları katletmekle kimler, kime ve nereye mesaj vermektedir? Birinci ve İkinci Dünya savaşında ne kadar insanın öldüğü, sakat kaldığı ve kayıp olduğunu biliyor muyuz?  Ölenlerin tahmini rakamının sadece YÜZ ELLİ MİLYON civarında olduğudur!  Peki, Neden? Bu insanlar neden ve niçin öldürülüyor? Birileri daha çok kazansın! Birilerinin servetlerine servet eklensin ve Müslüman dünya da sömürülmeye devam etsin, diye! Nasıl düzen çok güzel değil mi? Büyük oyun ve hesap, tıkır tıkır, saat gibi işlemektedir! Ne zamana kadar devam edecektir? Türk Milleti Yeniden tarih sahnesine çıkıp ben buradayım ve dev uyanıncaya kadar! Tüm bunlar sadece Türk Milleti uyanmasın ve tarihsel kodlarına dönmesin diye yapılmaktadır!

Türk Devleti ve Türk Milleti üzerinde hesabı olan küresel güçler ve işbirlikçiler, 2013 tarihindeki Gezi olayları ile başlayan süreçten itibaren üzerimize gelmekte, sürekli olarak ve şiddeti de artan bir şekilde saldırıya geçmektedir? Neden? Bu güçler ve işbirlikçiler, Türk Devleti ve Türk milletinden ne istiyor? Her bir saldırı ve planlarında, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında olduğu gibi bu asil milletin İman dolu göğsüne çarpan küresel güçler ve işbirlikçiler, her kaybedişlerinde deliye dönmektedir. Deli dana gibi ne yaptıklarını da bilmiyorlar! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında asil Türk milletini tamamen teslim almayı planlayanlar, Türk Milletinden okkalı bir Osmanlı Tokadı yemişlerdir! Fakat durmuyor, ders almıyor ve durmayacaklar! 24 Haziran seçimlerinde bu milletten yedikleri yerli ve milli tokat psikolojilerini tamamen bozmuştur! Ne zamana kadar?!  Bu topraklarda, bulabildikleri her bir yöntem ve kullanışlı kişiler üzerinden gelecekler!  Yeter ki Türk Milleti çözülsün! Yeter ki Türk Milleti birlik olmasın! Yeter ki Türk Milleti,  daha önceki yıllarda oldu gibi birbirleri yesin! Yeter ki sokaklar istedikleri şekilde ve kullanabilecekleri formatta hareketlensin!  Yeter ki bu millet kadim medeniyet, tarihsel Türk Devlet geleneği ve kodlarına dönmesin!  Ne zamana kadar sürecektir, tüm bu oyun ve saldırılar? Küresel güçler, tamamen yenilgiyi kabul edinceye kadar! Veya asil Türk milleti PES edip, Teslim oluncaya kadar!  Anadolu’da Ya Var olacağız, Ya da Yok olup gideceğiz! Hangisi…

İletişim Kurmadan Olmaz!

İnsan ve Kurumlar,  çevresi ve paydaşları ile iletişim kurmadan varlığını devam ettiremez! Bir yerde Kurumsal bir durumdan söz ediyorsak mutlaka bu kurumun tabii ki paydaşları ve bağlıları olan insan toplulukları da olacaktır. İnsanın olduğu yerde de İletişim!  İletişimi tarif ederken,  bizim medeniyetimiz ve kültürümüz aynı zamanda insan insanın zehrini alır ifadesi de boşa söylenmemiştir.  İnsan da nasıl bir Zehir varsa?!  Bireyin iç huzura ermesi, mutlu bireyler ve huzurlu bir topluma da erişebilmek için bireyin yakın çevresi ile kurmuş olduğu sağlıklı iletişim çok önemlidir.   Aksi halde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, bizleri toplum halinde değil, yalnız başına dağlarda yaşamasını da murat ederdi.  Öyle bir şey reel olamayacağına göre!  Hz. Allah; Biz insanları tanışıp bilişsinler diye farklı  kavimler halinde yarattık buyurmuyor mudur?!  Tanışıp bilişmek de iletişim değil midir? Kurumlar ise özellikle üyeleri ve paydaşlarına yönelik olarak kurumdaki gelişmeler, başarı ve başarısızlıklar hakkında iletişim kurmadan haberdar olunamaz! Hem de iletişim kanallarının her gün arttığı günümüzde!   Kurumsal aidiyet kültürünün oluşması ve gelişmesi de kurumsal üye ve gönüldeşleri ile sağlıklı iletişim ile ancak kurulabilir.  Kurumsal kültür ve kurumsal felsefe, kurumsal aidiyetin oluşması, gelişmesi ve olgunlaşması da iletişim ile varılabilecek hedeflerdir.

Bir kurum, kurumsal kültürü ve kurum felsefesi doğrultusundaki hedeflerine varabilmesi için paydaşları ile mutlaka iletişim halinde olması gerektiğini vurgulamıştık. Bir kurum paydaşları ile olan iletişimi yok saydığı veya hafife aldığı durumlarda ise dedikodu ortalığı kaplayacaktır. Doğa boşluğu da kabul etmeyeceğine göre!  Dedikoduyu yönetemediğiniz durumlarda ise sonuçlar daha da kötü olabilir!  Kriz yönetilemez hale gelir ve kurumsal yapıya da zarar verebilir!  Her kurumun dostları ve sevenleri olduğu gibi rakipleri ve düşmanları da olacaktır. Doğanın kuralı da böyle değil midir?  Kurumsal yapılar için farklı kesimlerden kara propaganda ve algı yönetimleri de olacaktır! Neden?  Rekabet  olmadan,  gerçek ve  doğruya erişmek nasıl olacaktır?!  Tabii ki böyle zamanlardaki duruşunuz ve metanetiniz, sağlıklı iletişim kanallarından gelen bilgiler doğruyu görmemizi kolaylaştıracaktır! Hiçbir şey tek olarak yaratılmamıştır. Zıddı olmayan hiçbir şey var ve kaim olamayacağına göre! Her şey zıddı ile ancak görünür ve bilinebilir!

Kurumsal yapıların kurumsal kültür ve kurum felsefeleri doğrultusunda tüm paydaşları ve rakiplerine yönelik olarak iletişim kurması gerektiğini ifade etmiştik.  Kurumsal yapı, kurum kültürü doğrultusunda iletişimi kendisi veya doğrudan kurum tarafından atanmış bir sözcüsü yapmadığı takdirde, kurumsal yapıya kendisini ait hisseden, sözcü olduğunu ve olabileceğini de vehmeden, zanneden ve bu sorunlu, sıkıntılı, iletişim krizi durumundan kendisine vazife çıkaran bireyler doğrudan kendilerini sözcü olarak atayacaklardır. Doğru mudur? Olması gerekir mi? Kurumsal yapı buna izin vermeli midir? Kendisini spontane olarak kurum sözcüsü atayan birey, kurumsal yapı ve kültüre ne kadar haiz olabilir? Bulunmuş olduğu sosyal, siyasi konumu ve gelecek kaygısı çerçevesinde kurumsal kültür ve felsefeye aykırı bir ifade ve söz kullanmayacağının garantisi var mıdır? Tabii ki yoktur! Kullanacağı her hangi bir sözcük devlet yönetim sistemi ve kanunlara da aykırı olma ihtimali var mıdır?  Elbette ki olabilir! Daha nice sorular.. Çok büyük ve milyonlar ile ifade edilen paydaşı olan bir Kurumsal yapı, konuşmuyorum,  paydaş ve rakiplerim ile iletişim kurmuyorum, görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok demek gibi bir lüksü kesinlikle olamaz! Çıkıp konuşmalı, açık ve şeffaf bir şekilde iletişim kurmalısınız!

Daha önceki yazılarımda iletişimin öneminden, özellikle de iletişim uzmanlığından birçok defalar dem vurmuştum. Yüz binlerce üyesi ve binlerle ifade edeceğimiz çalışanı ve paydaşı olan bir kurumsal yapıdaki iletişim biriminin idareciliğine alanında hiç bir ilgisi, eğitimi  ve uzmanlığı olmayan bireyleri getirirseniz öncelikle bilime ve kurumsal yapıya da saygısızlık etmiş olursunuz, demiştik. Bilime ve özellikle de araştırma ve geliştirmeye daha fazla önem vermesi gereken eğitim kurumlarımız,  bilim ve uzmanlığa saygı duymadığı takdirde toplumun diğer kesimleri neden saygı duysunlar ki?!  Hatta o günlerde;  On bin saat kuramı gereğince, on bin defa videodan kalp ameliyatı veya beyin cerrahi ameliyatı izlediğini söyleyen bir kişi de çıkar,  ben artık uzman oldum ve mezkur ameliyatları da yapabilirim derse ne yapacaksınız, şeklinde serzeniş, uyarı, ikaz ve ifadelerde bulunmuştum!   Nasıl ki  ayağınız kırıldığı veya çıktığında,  mahallenizdeki kırık veya çıkık işlerinden anlayan uzman! bir amcaya gitmiyorsanız! İletişim de  eğitim ve  uzmanlık isteyen bir meslek  alanıdır!   Bilime ve uzmanlığa bilimin merkezi olan yerler  saygı göstermez ve toplumu da buna inandıramaz bir konumda olursa,  toplum yığınları olan kalabalıklar ve başkaları neden  saygı ve hürmet göstersinler?!  Yaptığın bir işe öncelikle sen sahip çıkmalı ve saygı duymalısın! Daha sonra da başkaları…

 

Türk Üçgeni Birinci Hamle; ŞAH!

24 Haziran seçimlerinin ülkemiz, milletimiz, mazlum milletler ve özellikle de devlet yönetim sistemimiz zaviyesinden yeni bir dönem ve milat olduğunu sürekli olarak yazılarımızda vurgulamıştık.  Seçim sonuçlarının Hayırlara vesile olmasını dilerim. Cumhuriyet’in birinci safhası KURULUŞ, ikinci ve çok partili safhası KUCAKLAŞMA dönemi ve üçüncü safhası da sağlam temeller üzerine kurulan Cumhuriyet çağın gereklerine ayak uydurması ve Türkiye’nin dünyada bekasıyla kuvvetli, ebed – müddet – devlet ülküsü ve kutup başı olmasını temin edilecektir. Üçüncü dönemde,  devlet yönetim sistemimizdeki tüm erkler arasında bir denge, bir uyum ve koordineli çalışma başlayacaktır. Yaşanmış olan tüm sorunlar ve sıkıntılar böyle devam edilemez diyordu! Ne yapmalı? Nasıl bir çözüm ve sistem kurulması gerekiyordu?  Köklü bir değişim yapılması gerekiyordu, Fakat nasıl?!  Dışarıdan ve içeriden işbirlikçilerin müdahalesine kapalı yeni bir sistem kurmak artık elzem ve aciliyet gösteriyordu. Hem de çok acil ve ivedi bir şekilde!  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi referandumu kurulması hedeflenen yeni sistem için bir kıvılcım olmuştu.  Devlet yönetim sisteminde etkili ve yetkili konumda bulunan bireyler ve siyasi parti liderleri, devletimizin bekası ve milletimizin de birliği için adına,  şahsi ikbal ve bazı şeylerden feragat etmek suretiyle bu yeni sistemi bir an önce hayata geçirmemiz gerekiyordu. 24 Haziran seçimlerine tüm bu aşamalardan geçerek gelmiştik!

94 yıllık Cumhuriyet tarihimizde 65. Hükümet iş başında bulunuyordu. 250 yıllık ABD’de ise 45. Başkanını yeni seçmişti. Bu rakamlar dahi bizlere bir şeyler ifade etmeye çalışıyordu! Nasıl oluyordu?  94 yılda, 65 hükümet ne yapabilir ki? Neleri başarabilir ki?  Her bir hükümetin kabaca ömrü 18 ay olarak görünüyordu! Bu on sekiz aylık süreçte kadro tahsisi dahi yapamayan bir hükümet, devlet ve millet için ne gibi işler yapabilir ki? Tabii ki hiçbir şey;  Aynen öyle de olmuştur! 1960 ve 1980 askeri darbesi arasındaki yirmi yıllık süreçte bu ülkede yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik krizleri burada tekrardan yazmak suretiyle psikolojimizi bozmak istemiyorum. 1990 ve 2002 yılları arasındaki ekonomik ve sosyal olarak yaşadıklarımıza neler demeli? Aman Allah’ım, Neydi o günler?! Döviz kurlarındaki oynamalar, yüksek faizler,  siyasi krizler ve ekonomik olarak neler yaşamadık! Küresel güçler ve işbirlikçilerin tüm bu yaşananlardaki müdahalesi, etkisi ve rolünü tabii ki görmezden gelemez ve unutmamalıyız!

94 yıllık Cumhuriyet tarihimize kabaca bir baktığımızda her on yılda neredeyse bir darbe, inkıta, muhtıra veya post – modern darbe görmekteyiz. Neler oluyordu? Tüm bu darbeler neden bu ülkede meydana geliyordu? Türk devleti ve milletinden küresel güçler ve içerideki taşeron işbirlikçiler ne istiyordu? Veya Türk Devleti onların istemediği neleri yapıyordu da tüm bunları yaşamak zorunda kalıyorduk? Ne zamana kadar bunlarla yaşamaya devam edecektik?!  Devlet ve millet olarak nasıl bir çözüm ve çıkış yolu üretmeliydik? 24 Haziran tüm bunlara bir cevap niteliği de taşıyordu!

24 Haziran erken seçimlerine hazırlıksız yakalanan küresel güçler ve işbirlikçiler, ŞAHI elde edemeyeceklerini idrak edince, demokrasi kisvesi altında KALEYİ kuşatma altına alabilmek için seçim dönemi olan iki aylık süreçte her türlü hamle ve girişimlerine şahit olduk.   Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız, içeride oluşan devlet, millet, muhalefet ve ana muhalefet TÜRK Üçgeni,  Türk Milletinin birliği ve Türk Devletinin bekası adına KALEYİ teslim etmemek suretiyle, yüz yıl önce atalarımızın ÇANAKKALE GEÇİLEMEZ dediği gibi, 24 Haziran seçimlerinde de ŞAHLANAN TÜRK MİLLETİ,  TÜRKİYE GEÇİLEMEZ demiştir.

24 Haziran seçim sonuçlarına kabaca baktığımızda; kim kaybetti, kim kazandı,  hangi parti nereden az oy aldı, hangi parti nerede ve nasıl çok oy aldı!  AK Partinin oyları neden düştü, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımızın oyları neden ve nasıl arttı şeklindeki magazinsel gelişmeler hakkında,  seçim günü gecesinden itibaren tüm basın yayın organlarında, siyasi içerikli oturum ve programlara şahit olmaktayız. Yok, efendim listelerde şu şu isimler olduğu için oy kaybetmişlermiş! Yok, efendim az çalışmışlarmış! Yok, daha neler! Beyler, lütfen, konuyu saptırmayın ve sulandırmayın!  Türk Devleti olarak, dış müdahalelere ve içeride işbirlikçilerin kontrol ve denetimine de kapalı Yeni bir dönem başlıyor; Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi! Küresel güçler ve strateji uzmanları bu bölgeyi yarım asır önce ‘Büyük Satranç tahtası’ olarak tanımlamışlardı! Satranç tahtası veya oyununda, piyonları, atı ve fili verebilirsiniz veya karşı taraf yiyebilir! Fakat bu oyundaki KALENİZ, VEZİRİNİZ ve ŞAHINIZ, YERİNDE, GÜÇLÜ ve SAĞLAM bir şekilde duruyorsa hiç KORKMAYINIZ, EMİN  ve METİN OLUNUZ! Bu Oyunu Siz kazanacaksınız! Yüz yıl önce Çanakkale’de dedelerimiz ÇANAKKALE GEÇİLEMEZ dediği gibi bugün de TÜRK DEVLETİ ve TÜRK MİLLETİ, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte,  Türk Devletinin BEKASI ve Milletimizin de BİRLİĞİ adına kurulmuş ve sağlama alınmış olan TÜRK ÜÇGENİ GEÇİLEMEZ ve Geçilemeyecektir!