Bölgemizde YENİDEN bir DİZAYN ve Yugoslavya Örneği!

Dünyayı sömüren küresel ve emperyalist güçler hep aynı oyunu oynuyor. Önce toplumları birbirine düşürüyor. Ardından kendi içinde çatıştırıp birbirine düşman ediyor. En sonunda da paramparça edip böldüğü ülkelerin kaynaklarını sömürüyor.

  • Bunun en çarpıcı örneği Yugoslavya’da yaşanmıştır. Yugoslavya, küresel ve emperyalist güçler tarafından tam 7 küçük parçaya bölünmüştür!

KCK Yürütme Konseyi Eş başkanı; Bölgede; “yeniden dizayn” sürecinde Türkiye’nin ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğunu! Türkiye üzerinde çok ciddi bir tehlike var. Eğer Türk devleti adım atmaz, Kürt sorununu demokratik temelde çözmez, Kürtlerin varlığını ve kimliğini tanımazsa, Türkiye’nin geleceği çok karanlıktır. Türkiye, varlığını ancak Kürt – Türk birliğini demokratik temelde sağlayarak koruyabilir, ifadeleri, Yugoslavya’yı, Kosova’daki MADENLER ve AMERİKAN ÜSSÜ için parçaladık! Bütün politikacılara milyonlarca dolar para verdik, şeklinde açıklamalarda bulunan, eski bir CIA ajanın itiraflarını hatırlattı.

  • Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Devleti yönetenler, ELİ – KOLU BAĞLI, başına geleceklere razı bir şekilde beklemekte midir?
  • Yoksa Kadim Türk Devlet Aklı denetiminde, Ankara Vizyonu ve Ankara Kriterleri çerçevesinde, Türk Devlet-i Ebed Müddet Devam ve TURAN – KIZIL ELMA ülküsü çerçevesinde, BEKA ve NİZAM-I ALEM hedeflerine doğru yürümekte midir?
  • Kadim Türk Devlet Aklı, dün olduğu gibi bugün de, kendisine biçilmeye çalışılan elbiseyi yırtıp atacaktır!
  • Kadim Türk Devlet Aklı, bölgemizde yeniden bir AMELİYATA asla izin vermeyecektir.
  • Kadim Türk Devlet Aklı, küresel ve emperyalist güçlerin desteğinde, taşeron tipler maharetiyle, sınırlarımızda, aparat ve kullanışlı devletçiklere asla izin vermeyecektir.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, Josip Broz Tito’nun ölümünden sonra artan etnik çekişmeler, ekonomik bunalım ve Doğu Avrupa’daki değişiklikler, 1980’li yılların sonlarından 2000’li yıllara kadar yaklaşık 20 yıl süren kanlı bir süreç sonunda, yedi ayrı egemen ülkeye bölünmüştür.

  • Bazı yazar ve çizerler, ABD eski Dış İşleri Bakanının 2003 yılındaki bir açıklamasında; Orta Doğu’da 22 ülkenin siyasi rejim ve sınırları değişecek, benzeri bir ifade geçmiyor zorlamalarına rağmen, yine de hatırlatmak ve isterim!
  • Birleşmiş Milletlere kayıtlı 197 ülke olmasına rağmen, Küresel ve Emperyalist Güçler, dünya ölçeğinde, kullanışlı ve sömürgeye müsait, 350 ŞEHİR DEVLETÇİK kurulmasını planlamakta olduğunu da hatırlatmak isterim!
  • ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack; 2025 yılı Temmuz ayında yapmış olduğu bir açıklamasında; İsrail’in Suriye’yi kontrol eden güçlü bir merkezi devlet yerine parçalanmış ve bölünmüş görmeyi tercih edeceğini. Güçlü ulus devletler bir tehdittir; özellikle Arap devletleri, İsrail için bir tehdit olarak görülür, ifadelerini kullanmıştır!
  • ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve Ankara Büyükelçisi Tom Barrack; geçtiğimiz günlerde yabancı bir basın kuruluşuna yapmış olduğu açıklamasında; Baharat ve İpek Yolu, Doğu’yu Batı’ya bağlardı ve medeniyetlerin kaynaşması gerçekleşirdi. Bu tekrar olabilir ancak 1919’dan beri ulus devletler tarafından engellendiklerini, her ülkenin, her eyaletin farklı bir yönetim biçimi tarafından idare edilmesi fikrinin pek de işe yaramadığını! Yeni bir refah modeli oluşturmak için Hazar Denizi’nde, Akdeniz’e ulaşması siyasi nedenlerle engellenen büyük fosil yakıt kaynakları var. Siyasi müdahaleyi ancak refah yaratarak ortadan kaldırabilirsiniz; Umudumuz bu, diyormuş!

Yugoslavya’yı parçalamak üzere o dönemde, küresel ve emperyalist güçler; siyasi, ekonomik, ideolojik ve askerî eylemlere giriştiği, ifade edilmektedir.

Josip Tito’nun Mayıs 1980’de ölümünden sonra ekonomik bunalım ve etnik çekişme ortamında federal birliği korumanın güçlüğü daha açık biçimde ortaya çıkmıştır.

1989 yılında Yugoslavya’yı iflas ettirmek için Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası, Yugoslavya hükûmetine yıkıcı şartlarla kredi vermiştir.

Tito, küresel ve emperyalist güçler için engel teşkil etmektedir! Tito’nun ölümü bu engeli ortadan kaldırmıştır!

1981 yılında Kosova’da başlayan siyasi amaçlı gösteri ve eylemler, zamanla diğer cumhuriyetlere de sıçramıştır. Cumhuriyetler arasında gerginleşen ilişkiler, parti ve devlet kademelerinde de sarsıntıya yol açarak sürekli hükûmet değişikliklerini getirmiştir.

Özellikle Sırbistan ile Hırvatistan ve Slovenya arasında ortaya çıkan çatışma, 1989 sonlarında Doğu Avrupa’da başlayan değişim rüzgârının da etkisiyle köklü rejim düzenlemelerine yönelik girişimlerle birleşti.

1980’li yılların sonuna gelindiğinde, hem Slobodan Miloseviç’in liderliğindeki Sırbistan’da, hem de diğer cumhuriyetlerde milliyetçilik akımının yükseldiği görülmektedir.

1989 yılında, Miloşeviç Kosova ve Voyvo Dina’nın özerkliğini kaldırıp, Karadağ’ın yönetimini değiştirip kendisine bağlayınca, Yugoslav sistemindeki yönetsel ağırlığını artırmıştır.

Eski bir CIA ajanı Robert Baer itiraflarında; Etnik ayrışmayı ve nefreti körükleyen partilere, basın – medya kuruluşları ve politikacılara rüşvet dağıttık. Asıl amacımız, Yugoslavya’yı parçalayıp, geriye kalan ülkeleri ve insanları, sömürmek köleleştirmekti, diyor.

Robert Baer itiraflarında; Yugoslavya’yı parçalamak için İÇ Savaşı körükleyen ve savaş sonucundaki barış antlaşmasının şartlarını dikte ettirenler, şu anda ülkedeki bütün maden ve mineral yatakları, ülkenin diğer zenginliklerini sömüren şirketlerin sahipleri konumunda, diyor!

Robert Baer itiraflarında; Kosova iki sebepten ötürü önemli; Hem doğal kaynakları, maden ve mineralleri, hem de jeopolitik önemi. Kosova Avrupa’nın tam kalbinde NATO’nun en büyük askeri üssü olarak kullanılmakta, diyor.

YÖK; Araştırma Üniversiteleri 2025 Sıralamasını Açıkladı.

YÖK Başkanı Erol Özvar; gerek araştırma üniversitelerinin gerekse aday araştırma üniversitelerinin performansında üç yıldır gözle görülür bir artış olduğunu.

Bizim bu sıralamalarla varmaya çalıştığımız şey üniversitelerimizin kalitesini küresel ölçekte daha da yukarı çıkarmaktır.

Yükseköğretim sisteminin lokomotifi olan araştırma üniversitelerinin uluslararası sıralamalarda istikrarlı bir şekilde yükselişte olmalarını memnuniyetle karşıladıklarını, bu alanda görünürlüklerinin daha da artmasını arzu ettiklerini, ifade etmektedir.

YÖK Başkanı Erol Özvar; “ Sakarya Üniversitesi ” Araştırma Üniversitesi, statüsü kazandığını.

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, İstinye Üniversitesi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, İstanbul Medipol Üniversitesi, Özyeğin Üniversitesi, ilk kez “ Aday Araştırma Üniversitesi ” olmaya hak kazandığını.

Akdeniz Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, On dokuz Mayıs Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi ile birlikte ” İZLEMEYE alınan toplam Aday Araştırma Üniversitesi ” sayısı 10’a yükseldiğini, açıklamıştır.

  • Peki, Kuruluşu Cumhuriyetin ilanı yıllarına dayanan Selçuk Üniversitesini, hem Aday ve hem de Araştırma Üniversiteleri, sıralamasında, neden göremiyoruz?
  • Peki, Selçuk Üniversitesinden sonra kurulan bazı üniversiteler, Araştırma Üniversiteler, sıralamasında olmasına rağmen, Türkiye’nin ilk kurulan Üniversiteleri arasında ki Selçuk Üniversitesini neden göremiyoruz?
  • Peki, Selçuk Üniversitesi Yönetimi ve tüm Akademisyenler; Araştırma Üniversiteleri Kriterlerini dikkate almadığı ya da yok mu saymaktadır?

Üniversite; gerçekleri arayan, bilim üreten ve bilim yayan, en üst düzeyde araştırma, geliştirme ve eğitimin yapıldığı kurumdur. Fonksiyonel ve fiziksel olarak çağın gerisinde kalamaz, topluma yön verir ve toplumda itici güç rolü üstlenir.

Üniversite; bilimsel ve saha çalışmalarının yapıldığı, bilimsel ve uygulanabilir makalelerin yayınlandığı, ulusal ve uluslar arası ölçekte patentlerin alındığı, reel sektörde üniversite ismi ile aranan başarılı öğrencilerin mezun olduğu, ülkesi ve bulunduğu şehre; sosyal, kültürel, bilimsel ve ekonomik katkının olduğu kurumlar olarak, bilinmektedir.

 Üniversitenin üç temel işlevi; araştırma, öğretim ve üretilen bilginin toplumla paylaşılması olarak, ifade edebiliriz.

Yükseköğretim Kurulu; nitelikli bilgi üretmesi, disiplinler arası çalışma ve iş birliklerini teşvik edilmesi, doktoralı araştırmacı insan sayısını artırması, uluslararası iş birliklerinin güçlendirilmesi ve üniversitelerin uluslararası alanda daha görünür kılınması amacıyla, 2017 yılında Araştırma Üniversiteleri Programını başlatmıştır.

Araştırma Üniversiteleri, bilimin gelişmesinde büyük rolü olan araştırma çıktıları ile birlikte, eğitim-öğretimden bilgi ve teknoloji transferi faaliyetlerine, kamu ve sanayi ile işbirliğinden uluslararası işbirliklerine kadar yansıyan araştırma önceliğine ve araştırma kültürüne sahip üniversiteler olarak tanımlanmaktadır.

Araştırma Üniversitesi ölçütleri; 1 -) SCI indeksli yayın sayısı, 2 -) Uluslararası işbirliği ile yapılan SCI indeksli yayın sayısı, 3 -) Bilimsel yayın puanı, 4 -) Atıf sayısı, 5 -) Proje sayısı, 6 -) Proje bütçesi, 7 -) Uluslararası işbirliği ile gerçekleşen proje fon bütçesi, 8 -) Doktora mezun sayısı, 9 -) Patent sayısı, 10 ) TÜBA ödüllü öğretim üyesi sayısı, 11 -) Teknoloji transfer ofisi (TTO) bulunup bulunmadığı, 12 -) YÖK 100/2000 doktora burs programı katılımı.


Araştırma Üniversitesi; misyon ve stratejik yol haritasını belirlemiş, üniversitenin çalışma disiplinini bu plana uygun biçimde yürütebilen bir kurum olarak, yalnızca araştırma başlığında mükemmeliyeti amaçlamakla kalmayıp; aynı zamanda eğitim ve bilginin üretimi, aktarımı ve paylaşımında da en iyiyi hedeflemeli.

Araştırma Üniversitesi; yüksek araştırma desteğine sahip, öncü araştırmaların yapıldığı, bilime ve teknolojiye katkı veren, çoklu akademik ve toplumsal rollere sahip seçkin bir kurumdur. Ulusal düzeyde kapsamlı ve donanımlı kurumlar olup; evrensel bilim ve teknolojiye katkı sağlayan akademik kurumlardır.

Araştırma Üniversitesi; öğretim üyelerinin yanı sıra araştırma faaliyetlerine öğrencileri de dâhil ederek, eğitimin kapsamı ve öğrencilerin katkısını arttırır. Öğrenciler araştırma kültürü içerisinde öğrenerek bilgilerini geliştirir ve akademik araştırmanın işleyiş mantığını da öğrenir.

Araştırma Üniversitesi; donanımlı araştırmacılar yetiştirip, dünya bilimine ve ülkenin kalkınmasına katkılar sunan doktora programları olan kurumlardır. Aynı zamanda insanlık ortak değerleri, ülkesinin geçmiş ve geleceğini göz önünde bulundurup ihtiyaçları dikkate alarak katkı sağlar.

Araştırma Üniversitesi; seçkin öğretim üyelerinden oluşmakta ve ileri düzeyde araştırma altyapısına sahiptir. Akademik üstünlüğü ve mükemmeliyetçiliği esas alır. Akademik özgürlüğü merkezinde temel unsur olarak tutar ve yönetişim modeli ile yönetilir.

Araştırma Üniversiteleri,  bilime, teknolojiye ve topluma en çok katkı sağlayan öncü araştırmaların yapıldığı seçkin üniversitelerdir.

Araştırma Üniversiteleri, sadece araştırma alanında değil, eğitim öğretim süreçleri, topluma katkı ve sürdürülebilirlik alanlarında da mükemmeliyeti hedeflemektedir.

Açık Semalar Anlaşması ve Chemtrails ( Kimyasal İzler ya da İlaçlama )

Açık Semalar Antlaşması ( ASA ) Doğu ve Batı blokları arasında, güven ve istikrarı geliştirmek amacıyla açıklık ilkesinden hareketle 1992 yılında Helsinki’de imzalanmıştır.

Kasım 2000 tarihinde, Rusya parlamentosu tarafından onaylanmasına müteakip 2 Ocak 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Açık Semalar Antlaşması ( ASA ) kapsamında, taraf ülke toprakları üzerinde havadan silahsız gözlem uçuşları, gerçekleştirilmektedir.

1 -) 5 Nisan 1994 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ( TBMM ) Açık Semalar Antlaşması Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun


https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc077/kanuntbmmc077/kanuntbmmc07703980.pdf

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Amerika Birleşik Devletlerinde bir Komutan, Havayı kontrol eden, dünyayı kontrol eder, diyor.


Peki, İkinci dünya Savaşı döneminde; Havayı kontrol eden, dünyayı kontrol eder ve havanın bizatihi kendisi bir SAVAŞ aracıdır realitesi, günümüzde hangi aşamalara gelmiştir?


Ya da safdil bir şekilde, öyle şey mi olur demek suretiyle aval aval bakmaya ve seyir etmeye devam mı edeceğiz?


Teknolojinin geldiği noktada, günümüzün en büyük SİLAHI ve SAVAŞI, METEOROLOJİK SİLAH ve METEOROLOJİK SAVAŞLARI olacaktır!


Peki, Açık Semalar Antlaşması çerçevesinde, taraf ülkelerde yürütülmekte olan Chemtrails ( Kimyasal İzler ya da İlaçlama ) operasyonları, var mıdır? Var ise hangi boyuttadır?


Chemtrails; Uçakların bıraktığı iddia edilen kimyasalların yarattığı iz anlamında kullanılmaktadır.

Chemtrails; Kamuoyunda, her ne kadar eksik ya da yanlış olarak kabul edildiği iddia edilse de; uçakların çeşitli “gizli” amaçlarla gökyüzünden kimyasal madde ya da ilaç bıraktığı, iddia edilmektedir.


Peki, Açık Semalar Anlaşması çerçevesinde, Chemtrails ( Kimyasal İzler ya da İLAÇLAMA ) durumu olabilir mi?


Bazı uçakların arkasında gökyüzünde görülen beyaz izlerin kimyasal ilaç bırakma işleminin kalıntıları olduğu, iddia edilmektedir.


Chemtrails; Bazı uçakların gökyüzünde bırakmış olduğu İZ ya da İLAÇLAMA; Küresel ısınmayı azaltmak için güneşi engelleyen yapay bir bulut örtüsü oluşturmak için atmosfere gizemli kimyasallar püskürtüldüğü, ifade edilmektedir.


Peki, Realite böyle midir? Yoksa başkaca bir gelişme var mıdır?


Türkiye gibi ülkelerde, göller – akarsular ve dereler tamamen kuruma noktasına gelmiştir! Yer altı suları tamamen çekilmiştir! YEDİ BİN METRE derinlikte sondaj SU çalışmaları yapılmaktadır!


Türkiye gibi ülkelerde bir kaç yıldır neredeyse yağmur ve kar düşmüyor! Neden Acaba?


Peki, Türkiye gibi ülkelerde yağmur ve kar düşmemesine sebep olarak Chemtrails ( Kimyasal İzler ya da İLAÇLAMA ) operasyonları gösterilebilir mi?


Peki, komşu ülkeler ve özellikle de Mekke’de AŞIRI yağışlardan kaynaklı SEL taşkınlarına neler demeli? Yağmur bulutları başka ülkelere taşınıyor olabilir mi?


Uçaklardan yapılan Chemtrails ( Kimyasal İzler – İLAÇLAMA ya da PÜSKÜRTMELERDEN ) kaynaklı, çevre ve insan sağlığına zarar vererek Alzheimer, beyin hastalıkları ve kansere sebebiyet verdiği de iddia edilmektedir.


Peki, konunun uzmanları kamuoyunu rahatlatmak adına, gerekli açıklamayı neden yapmaz? Doğa boşluğu kabul etmeyeceğine göre! Açık ve şeffaf bilgi olmayınca, dedikodular ortalığa yayılacak ve insanlar da buna inanmaya başlayacaktır.


Uçakların bıraktığı izlerin sebebi olarak şöyle açıklamalar yapılmaktadır.
Uçaklar, bazen soğuk bir havada nefesinizi görebildiğinizle aynı nedenden dolayı, havada beyaz izler bırakır. Jet motorlarından çıkan sıcak, nemli egzoz, yüksek irtifada egzoz gazından çok daha düşük buhar basıncı ve sıcaklığa sahip olan atmosferle karışır.


Jet egzozunda bulunan su buharı yoğunlaşır ve donabilir. Bu karışma işlemi, soğuk bir günde sıcak nefesinizin havada oluşturduğu şeye gökyüzünde çok benzer bir bulut oluşturur. Bir uçağın rakımına ve atmosferin sıcaklığına ve nemine bağlı olarak bu izler, boyutları ve süreleri bakımından değişiklik gösterebilir.


Jet izlerinin yapısı ve kalıcılığı, hava durumunu tahmin etmek için kullanılabilir. İnce, kısa ömürlü bir çizgi şeklindeki izler, yüksek irtifada düşük nemli havayı gösterir, bu da güzel havanın bir işareti, olduğu ifade edilmektedir.


Adli Bilimciler Derneği Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı; günümüz teknolojisinde havanın önemli bir silah, savaş aracı olduğun ve bu noktada Türkiye’nin kendi güvenliğini sağlaması gerektiğini, vurgulamaktadır.


Hancı; Eskiden savaşların açık ve olumlu havada yapıldığını, halbuki şimdi havanın bizatihi kendisi bir savaş aracıdır. Bulutları bir araya getirebiliyorsunuz, hava modifikasyonu ile fırtına, yağmur ve şimşek yapabiliyorsunuz. Ya da uçaklarınız uçarken kötü havayı düzgün hale getirebiliyorsunuz. Havadan kimyasal ve biyolojik silahlar serpebiliyorsunuz. Onun için Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu konuda uzmanlar yetiştirmeli. Hava modülasyonu ve havanın bir silah olarak kullanılmasına karşı Türkiye kendi güvenliğini sağlamalı, diyor.


Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Havayı kontrol eden, dünyayı da kontrol eder ve havanın bizatihi kendisi bir SAVAŞ aracı olduğu zaviyesinde, ne gibi çalışmalar yapmaktadır?


Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, günümüzün en büyük SİLAH ve SAVAŞI, METEOROLOJİK SİLAH ve METEOROLOJİK SAVAŞLARI olacaktır gerçeği çerçevesinde, ne gibi çalışmalar yürütmektedir?


Yoksa izleyici locasından sadece seyir mi etmektedir?

2 -) KÖŞE YAZIM; Açık Semalar Antlaşması..


https://ahmetunver.com.tr/2025/11/27/acik-semalar-antlasmasi/

Papa’nın Türkiye Ziyareti ve İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları

Din-i İlahi; 1582 tarihinde, Babür İmparatoru Ekber Şah tarafından kurulan ve o bölgede hâkim olan Budizm, Cayinizm, Hristiyanlık, Hinduizm, İslam, Sihizm, Zerdüştlük (diğer adıyla Mecusilik) vb. dinleri birleştirmeyi ve böylece tebaasının tek bir dine inanmasını öngören yeni bir uydurma dinin adı, olduğu ifade edilmektedir.

Yakın tarihte, Dinler Arası Diyalog şeklinde başlayan, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudilerin birlikteliği temsil etmek, temsil edilen dinlerin özgün karakterini korumak ve insan uygarlığı ile İbrahim’i mesajlar arasında köprüler kurmak, olduğu ifade edilmektedir.

Günümüzde, Din-i İlahi ve Dinler Arası Diyalog diye, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ( Abraham Accords ) özellikle Müslümanlar ve dünya insanlığına, BARIŞI ve HUZURU getirecekmiş algısı ile sunulmaktadır.

İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde; Hz. İbrahim’in Yahudiler ve Arapların ortak atası olduğu, bölgede Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler arasında, barışın önemi, güya vurgulanmaktadır!

  • İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ( Abraham Accords ) 15 Eylül 2020 tarihinde, Washington’da, ABD Başkanı Donald Trump’un katılımı ile İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu ve BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayid el-Nahlan ve Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif el-Zayani arasında imzalanan bir anlaşma, olarak ifade edilmektedir.

İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ( Abraham Accords ) çerçevesinde yürütülen Normalleşme çalışmalarına, İslam Ülkeleri ve Türki Cumhuriyetlerden de katılımlar olduğunu hatırlatmak isterim.

İbrahim Anlaşmasını barış antlaşmasından çok İsrail ve diğer Arap ülkeleri arasında bir NORMALLEŞME vesikaları olarak görmek gerekir. Normalleşmeden ne anladığımız da izaha muhtaçtır?

Peki, ABD ve Küresel Güçler, İsrail ve diğer Arap – İslam ülkeleri arasında, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde NORMALLEŞME derken, hedefleri neler olabilir?

NORMALLEŞME derken; Tek Devlet – Tek Millet – Tek Dünya – Tek Bayrak – Tek Vatan çerçevesinde, Tek bir ”EVRENSEL DİN” olabilir mi?

Peki, İsrail ve diğer ARAP – İSLAM Ülkeleri, özellikle de Suriye geçici hükümeti arasında İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde arızalar mı çıkmaktadır?

Peki, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, Suriye özelinde neler olmaktadır?

Suriye özelinde, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, Küresel bir GÜÇ ve HEGEMONYA mücadelesi verilmektedir.

Suriye özelinde, Küresel bir GÜÇ ve HEGEMONYA mücadelesi verilirken arka planda, İsrail ve Küresel güçler, bölgede, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru hazırlıkları mı yapmaktadır?

Arz-ı Mev’ud için büyük planlar yapan İsrail, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, yeni bir KAOS peşinde gibi!

ABD’nin bölgede, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, Kürdistan’ı denize çıkarmayı hedeflemektedir.

İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, İsrail’in Doğu Akdeniz’deki nüfuz alanının yeniden şekillendirilmesine öncülük edeceği.

Suriye’nin kuzeyinde, ABD’nin müttefiki Kürtlerin kontrolündeki bölgeler, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, İsrail’e bağlama planı olduğu da, vurgulanmaktadır.

İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, işgal altındaki Golan Tepelerinden güney Suriye üzerinden Fırat Nehri’ne uzanan bir hat oluşturmayı amaçlandığı.

  • Davut Koridoru; Dera, Süveyda, Tanf, Deyrizor ve Albu Kamal vilayetlerinden geçerek Fırat Nehri’ne ulaşacağı ve İsrail’e bölgesel nüfuzunu arttıracak stratejik bir erişim noktası sağlayacağı da, ifade edilmektedir.

İsrail; Davut Koridoru projesi ile Suriye’nin güneyini askeri olarak çevrelemek, Kürtler ile ittifakını güçlendirmek, bölgesel nüfuzunu arttırmak ve Suriye’deki siyasi tabloyu yeniden şekillendirme çabalarının olduğu.

İsrail; Davut’un Koridoru projesi ile askeri, ekonomik ve siyasi boyutları olan stratejik hedefe ulaşmayı ve yeni ittifaklar yolu ile de jeo-politik üstünlüğünü sağlamayı, güç dengesini değiştirmeyi amaçladığı, ifade edilmektedir.

Peki, Güney Kıbrıs Rum kesimi ile Lübnan arasında imzalanan Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırması ( MEB ) anlaşmasını, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru çerçevesinde, okumak ve yorumlamak gerekir mi?

Peki, Papa 14. Leo’nun Türkiye ve İZNİK Konsili ziyaretini, burada yapmış olduğu ayini; Küresel Barış ve İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde, okumak ve yorumlamak gerekir mi?

Peki, Papa 14. Leo’nun Türkiye ve İZNİK Konsili ziyaretini, burada yapmış olduğu ayini; Gül ve Haç kardeşliği, Küresel Barış, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde, okumak ve yorumlamak gerekir mi?

Peki, Papa 14. Leo’nun Türkiye ve İZNİK Konsili ziyaretini, burada yapmış olduğu ayini; İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları, Dinler arasındaki farkları ortadan kaldırmak ve hepsini tek bir ”EVRENSEL DİN” altında birleştirmek, çerçevesinde, okumak ve yorumlamak gerekir mi?

Peki, Papa 14. Leo’nun Türkiye ve İZNİK Konsili ziyaretini, burada yapmış olduğu ayini; İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları, Hristiyanların olmadığı bir Orta Doğu’ya razı olamayız ve Anadolu – Orta Doğu’ya tekrar dönecekleri mesajı çerçevesinde, okumak ve yorumlamak gerekir mi?

Peki, Papa 14. Leo’nun Türkiye ve İZNİK Konsili ziyaretini, burada yapmış olduğu ayini; Birinci bin yılda Avrupa’yı Hristiyanlaştırdık, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika’yı Hristiyanlaştırdık, üçüncü bin yılda da Anadolu ve Asya’yı Hristiyanlaştırmalıyız hedefleri çerçevesinde, okumak ve yorumlamak gerekir mi?

Peki, Papa 14. Leo’nun Türkiye ve İZNİK Konsili ziyareti, burada yapmış olduğu ayin sonrası, Lübnan’a yapacağı ziyaretini de; Küresel Barış ve İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları çerçevesinde, okumak ve yorumlamak gerekir mi?

Kadim Türk Devlet Aklı; Ankara Vizyonu ve Ankara Kriterleri çerçevesinde; BEKASINA yönelik, bölgede, kirli ve sinsi hesapları olan, Küresel Güçlerin İbrahim Anlaşmaları ve Davut Koridoru projelerine karşı, neler yapmakta ve nasıl bir aksiyon geliştirmektedir?

1 -) KÖŞE YAZIM; Allah Katında DİN İslam’dır.

2 -) KÖŞE YAZIM; İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları…

Açık Semalar Antlaşması

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Amerika Birleşik Devletlerinde bir Komutan, Havayı kontrol eden, dünyayı kontrol eder, diyor.

Peki, İkinci dünya Savaşı döneminde; Havayı kontrol eden, dünyayı kontrol eder ve havanın bizatihi kendisi bir SAVAŞ aracıdır realitesi, günümüzde hangi aşamalara gelmiştir?

Ya da safdil bir şekilde, her dönemde olduğu gibi öyle şey mi olur demek suretiyle aval aval bakmaya ve seyir etmeye devam mı edeceğiz?

Teknolojinin geldiği noktada, günümüzün en büyük SİLAHI ve SAVAŞI, METEOROLOJİK SİLAH ve METEOROLOJİK SAVAŞLARI olacaktır!

Birileri de, METEOROLOJİK SİLAH ve METEOROLOJİK SAVAŞ mı olur, diyecektir?

Açık Semalar Antlaşması ( ASA ) Soğuk Savaş döneminde, Doğu ve Batı blokları arasında güven ve istikrarı geliştirmek amacıyla açıklık ilkesinden hareketle, 1992 yılında Helsinki’de imzalanmıştır.

Kasım 2000 tarihinde Rusya parlamentosu tarafından onaylanmasını müteakip 2 Ocak 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Peki, Açık Semalar Antlaşmasını, bazı güçler, Havayı kontrol eden, dünyayı kontrol eder ve havanın bizatihi kendisi bir SAVAŞ aracıdır, çerçevesinde yürürlüğe girmesini mi, talep etmiştir?

Açık Semalar Antlaşması ( ASA ) kapsamında, taraf ülke toprakları üzerinde havadan silahsız gözlem uçuşları gerçekleştirilmektedir.

Açık Semalar Antlaşması ( ASA) dünya üzerinde şu ana kadar imzalanan en teknik ve en detaylı antlaşmadır. Antlaşma, teknolojik gelişmelere paralel olarak sürekli yenilenmesidir.

Açık Semalar Anlaşmasına, 34 ülke taraf olup, Rusya ve Gürcistan’ı da içine alacak şekilde, Avrupa ve Kuzey Amerika devletlerinden oluşmaktadır.

  • Açık Semalar Anlaşmanın fikri ABD eski Başkanı Eisenhower’a aittir. Eisenhower 1955 tarihinde, ABD ve SSCB arasında karşılık gözlem uçuşları yapılmasını önermiş, öneri SSCB tarafından casusluk endişesi dolayısıyla red edilmiştir. Dönemin ABD Başkanı George W. H. Bush 1989 yılında fikri yeniden ortaya atmış, 24 Mart 1992 tarihinde anlaşma imzalanmıştır.

Açık Semalar Anlaşması; Uluslararası sistemdeki güvensizliği azaltıcı bir etki yapabilecek yasal ve kurumsal bir çerçevenin temelini teşkil etmektedir.

Devletlerin birbirlerinin askeri aktivitelerini izlemeleri ve bunları verilere dönüştürmeleri, sistemdeki açıklık ve şeffaflığı artıracak önlemler arasında olduğu. Anlaşma bir açık semalar rejimi kurmak arzusuyla, Soğuk Savaş yıllarında yaşanan silahlanma sarmalı ve güvensizliği ortadan kaldırmak, iş birliği ve güven ortamı oluşturmayı, amaçlamaktadır.

Açık Semalar Anlaşmasına uluslararası ilişkilerde çatışma ve savaşların önemli sebepleri, yanlış hesaplamalar ve yanlış algılamaların etkisini azaltma yönünde olumlu bir gelişme niteliği taşıması hesaplanmaktadır. Peki, Realite böyle midir?

  • Türkiye, bu anlaşmanın kurucu üyelerinden biri olarak halen taraf olmaya devam etmekte midir?

ABD 2020 yılında ve Rusya 2021 yılında anlaşmadan çekilmiştir. Anlaşmanın hem fikri ve hem de yürütücüsü konumundaki iki devlet neden çekilmiştir?

Açık Semalar Antlaşması gereği, gözlem uçuşlarıyla toplanan bilgilerin tüm taraf ülkelerle paylaşılması gerekmektedir.

Peki, Türkiye üzerinde uçan yabancı uçaklar ne gibi bilgiler toplamaktadır? Bu bilgiler Türkiye ile paylaşılmakta mıdır?

Açık Semalar Antlaşması gereği, Uçuşların kapsamı tüm ülke topraklarını kapsamakla birlikte, bazı askeri alanlara kısıtlamalar getirilmiştir.

Ülkelerin coğrafi büyüklüğüne göre daha fazla bilgi toplama imkanı tanınmıştır.

Açık Semalar Anlaşması, katılımcı ülkelere belirli kurallar çerçevesinde birbirlerinin toprakları üzerinde gözlem uçuşları yapma imkanı tanımaktadır.

Peki, Türkiye, ABD ve Rusya toprakları üzerinde uçuş yapmak suretiyle ne kadar ve ne gibi bilgiler toplamaktadır?

Peki, ABD ve Rusya’nın anlaşma süresince diğer ülkeler üzerinden ve özellikle de ülkemizde, ne kadar bilgi topladığı, anlaşmanın şeffaflık ilkesi gereği neden açıklanmıyor?

Peki, Açık Semalar Antlaşması gereği, Türk topraklarında, enerji – petrol ve maden kaynaklarının tespiti de yapılmakta mıdır? Yapılıyor ise Türkiye ile bu bilgiler paylaşılmakta mıdır?

Peki, Açık Semalar Antlaşması çerçevesinde, Türkiye sınırları dahilinde, Gözlem uçuşları, Eskişehir ve Diyarbakır illeri neden seçilmiştir?

  • Açık Semalar Antlaşmanın Genel Kuralları

Gözlem uçuşu mesafesi ülkenin arazisinin büyüklüğü ile orantılı olarak hesaplanır.

Gözleyen taraf Antlaşma kurallarına uymak kaydı ile istediği rotayı uçmakta serbesttir.

Gözlenen ülke sadece güvenlik, meteoroloji gibi konularda uyarılarda bulunabilir ancak uçup uçmama kararı gözleyen ülkeye ait olup hiçbir yasak bölge sınırlaması bulunmaz.

Gözlenen ülke uçuş güvenliği, hava yolu trafikleri gibi konularda gerekli koordinasyonu yapar.

Gözlem uçuşu esnasında antlaşmaya taraf olmayan ülke topraklarına 10 km’den daha fazla yaklaşılmaz.

Gözlem uçağı optik, infrared (IR), radar elektromanyetik bandlarında panoramik, framing, video ve SAR algılayıcıları ile donatılabilir.

Açık Semalar Antlaşması ( ASA ) Gözlem Uçağı üzerinde bulunan ve gözlem uçuşunda kullanılacak tüm algılayıcıların taraf ülkelerin gönderdiği uçuş, uzaktan algılama ve antlaşma uzmanları tarafından belgelenmesi ( onaylanması ) gereklidir.

Sanayi casusluğu yapılmaması için gözlem uçuşu esnasında optik algılayıcılar ile 30 cm, IR algılayıcılar ile 50 cm, SAR prensibine çalışan algılayıcılarla ise 3 m’den daha iyi çözünürlüklü görüntü alınmaz.

Gözlem uçuşu farklı ülkelerle müşterek olarak icra edilebilir.

Gözlem uçuşundan elde edilen görüntüler antlaşmaya dahil diğer ülkeler tarafından istendiğinde paylaşılabilir. ( görüntülerin paylaşıldığı tüm üye ülkelere duyurulur )

1 -) 5 Nisan 1994 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ( TBMM ) Açık Semalar Antlaşması Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna İlişkin Kanun

https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc077/kanuntbmmc077/kanuntbmmc07703980.pdf

DUYGUSUZ ve BENCİL bir NESİL Geliyor!

Öncelikle ve özellikle, Geleceğe Işık tutan Öğretmenlerimizin, 24 Kasım Öğretmenler gününü kutlarım. Ahirete irtihal edenlere Rahmet, emekli olanlara sağlık – sıhhat – afiyet ve görevi başındaki tüm öğretmenlerimize de, Başarılar dilerim.


Şehitler için gözyaşı dökerken kendi ana babasını anlamayan, başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremeyen, yanı başımızdaki savaşlar ve acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insanı hiç umursamayan; Hayatın gerçeklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor!

Yazılarımızda sürekli olarak, Toplumsal Yozlaşma – Çürüme ve Çözülmeden dem vuruyoruz! Neden Acaba? Yoksa birilerine göre çok mu abartıyoruz?

15 Aralık 2017 tarihinde, İzmir ili Ödemiş ilçesi, Kaymakçı Çok Programlı Lisesi Müdürü, Ayhan Kökmen, iki öğrencisi tarafından öldürülür.

Olayın araştırılması için Milli Eğitim Bakanlığı, Maarif Müfettişi Doğan Ceylan görevlendirilir.

Müfettiş, öyle bir rapor düzenler ki, özellikle tüm anne – babaların okuması ve kendilerine ders çıkarması gerektiği!

Peki, Milli Eğitim Bakanlığı Maarif Müfettişinin hazırlamış olduğu raporu sadece Anne – Babalar mı dikkatle almalı ve okumalı?

Yap Boza dönen Eğitim sistemine sürekli müdahale eden Siyasiler ve özellikle karar vericiler de, dikkatle okumalı! Masa başında almış oldukları kararların sahada nelere sebebiyet verdiğine, şahit olmaları gerekir!

Milli Eğitim Bakanlığının görev ve yetkilerini; Türk milletinin millî, ahlaki, manevî, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, devletini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan bireylerin yetişmesi için çalışmalar yürüten bir kurum, şeklinde ifade edebiliriz.

Eğitim; Bireyin toplum yaşamında yer edinmek için edinilen bilgi, beceri ve anlayışlara, denir.

Eğitim; İnsan davranışlarında bilgi, beceri, anlayış, ilgi, tavır, karakter ve önemli sayılan kişilik nitelikleri yönünden belli değişmeler sağlamak amacıyla yürütülen düzenli bir etkileşimdir.

Öğretim; Eğitimin okullarda planlı programlı yapılan kısmıdır. Öğretim, belirlenmiş olan müfredatı öğrenmek ve bu aşamadan sonra da uzmanlık kazanmak anlamında kullanılır. Anaokulu ya da ilkokuldan başlayan öğretim süresi üniversiteye kadar devam eder ve bu aşamadan sonra da kişiler istedikleri öğretimi alarak hayata atılıp öğrendikleri bu öğretimleri işlerinde kullanırlar.

Eğitim; bireye yaşamış olduğu toplumda kişilik ve şahsiyet kazandırırken, öğretim ise kişinin yaşam boyu çalışacağı bir iş veya meslek edinme aşamasının uzmanlaşmaya kadar varma süreci olarak da, ifade edebiliriz.

Peki, Ülke ve toplum olarak; Öğretim boyutuna daha fazla önem vermek suretiyle Eğitim tarafını ıskalıyor olabilir miyiz?

Bir Meslek sahibi olmak ve nasıl olursa olsun ÇOK PARA kazanmak, hem özendirilir ve hem de ödüllendirilirken, DOĞRULUK – DÜRÜSTLÜK – AHLAK ve KARAKTER gibi özellikler görmezden mi gelinmektedir?

  • Maarif Müfettişi; 2017 yılındaki cinayet akabinde hazırlamış olduğu raporda; Türk gençliğinin içinde bulunduğu, durumu analiz eder; Hayatın Gerçeklerinden HABERSİZ, DUYGUSUZ ve BENCİL NESİL TEHLİKESİNE işaret etmektedir.
  • Peki, 2017 yılından bu günlere, EĞİTİM ve GENÇLİKTE olumlu bir gelişme var mıdır?
  • Yoksa daha da kötüye doğru mu gidiyoruz?
  • Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.
  • Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyor. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyor.
  • Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.
  • Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyor ve yürekleri hiç acımıyor.
  • Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.
  • Kendileri için yapılan fedakarlıkların farkında değiller. Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.
  • Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.
  • İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.
  • Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
  • Geçmiş onları ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar.
  • Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar.
  • Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
  • Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum.
  • 20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
  • Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?
  • Evlerini nasıl idare edebilecek?
  • Ülkeyi nasıl yönetecek?
  • Vatanı nasıl savunup can verecek?
  • Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.
  • Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık.
  • Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi.
  • Çocuklar hayattan bihaber.
  • Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat vermiyoruz.
  • Öyle ki yemek yemeyi işkence görür hale geliyorlar.
  • Susuzluk nedir bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar.
  • Üç adımlık yolda, susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.
  • Çocuklar üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, titremiyorlar.
  • Çocuklar ıslanmıyor, evden arabaya kadar üç metrelik mesafede şemsiyesini tutuyoruz.
  • Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz.
  • Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyor.
  • Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar.
  • İki adımlık mesafeye arabayla götürüyoruz, yorulmasınlar diye.
  • Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz.
  • Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyor.
  • Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz.
  • Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.
  • Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar.
  • Elleri yanmasın, kesilmesin diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz.
  • Çocuklar; hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor.
  • Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar.
  • Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan ölen insanları umursamıyor.
  • Acımıyorlar……
  • Kıymetini bilmiyor ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın….
  • Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek ülkemize.
  • Bu sorunu, DEVLET derinden hissetmeli.
  • Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli. Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli.
  • Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri artırılmalı.
  • Geç kalınmadan bu sorun mutlaka çözülmeli.
  • Bu sorun çözülmezse ülke çözülecek…
  • Peki, 2017 Aralık ayında meydana gelen bir olay ve akabinde ki rapor sonuçlarına göre, hem EĞİTİM ve hem de GENÇLİK konusunda bir gelişme var mıdır? Daha iyi bir durumda mıyız? Yoksa daha da kötüye doğru mu gidiyoruz?
  • Çocuklarımıza ALTIN TEPSİ de sunmuş olduğumuz bir hayat ve DİJİTAL MECRALARIN EĞİTTİĞİ – BÜYÜTTÜĞÜ ve YETİŞTİRMİŞ olduğu bir GENÇLİK ve NESLİ, halen kaybetmeye devam ediyor muyuz?
  • Bazı ülkeler, GELECEĞİ KURTARABİLMEK adına, ilk – orta ve lise çağındaki çocukların ellerinden tüm dijital materyalleri ya yasaklama ya da kısıtlama boyutuna geçmiştir!

Emanet; Ehliyetsizlik ve Liyakatsizlik // ZULÜM ve VEBAL…

Son günlerde ülkemizde meydana gelen üzücü ve elem veren olaylar, bu olaylarda hayatını kaybeden insanlar; DENETİM GÖREVİNİ yapması gereken Devletin KURUMLARI ve bu kurumlarda milletin vergileri ile maaş alan EKLİYETSİZ – LİYAKATSİZ ve KİFAYETSİZ MUHTERİS TİPLERİN KAMU KURUMLARINDA İSTİHDAM edilmesinin acı ve bedeli ağır SONUÇLARINA ŞAHİT olmaktayız.

Ehliyet, Liyakat, Adalet, Hakkaniyet ve Nizam, devletin temelidir. Bunlar olmadan devlet, varlığını belki bir dönem fakat ilelebet devam ettiremez.

Adaletin olmadığı toplumda, sosyal kaos – kargaşa ve karmaşa hakim olur.

Toplumsal refah – barış ve huzurun temini için kamu kurumlarına personel alımı; adalet, ehliyet ve liyakat ilkesi ve özellikle kamuda, toplum adına iş yapanların bu konularda daha dikkatli olması gerekir.

Ehliyet ve Liyakat, iş yapmaya uygunluk ve yararlılık durumudur. İş başına getirilen yönetici ve çalışanlar, işi ile ilgili bilgi ve kabiliyete sahip olması gerekir.

Emanet; Ehliyet – Liyakat ve Adalet! Emanet ehline verildiği ve adalete riayet edildiği müddetçe, toplumsal huzur ve barış sağlanmış olur.

Emanet ehline verilmediği dönemlerde, hem Emanete İhanet edilmiş olur ve hem de Haksızlık ve huzursuzluk, servet ve neslin helâk olmasının baş sebepleri arasında yer almıştır.

Adalet, eşitlik ve dengeyi sağlamak demektir. Tabii ki akabinde, toplumsal refah – huzur ve barış.

Yeryüzü ve Gökler, Adalet sayesinde ayakta durur. Adalet, bütün erdemlerin başıdır.

Adalet ve Nizam, Devletin temelidir. Adalet olmadan, Devlet varlığını devam ettiremez.

Kurumlar ancak Kurallar sayesinde ayakta kalır. Kuralların uygulanmadığı kurumlarda, Kaos – Karmaşa ve Kargaşa vardır; Adaletten bahsedilemez. Adaletin olmadığı durumda, toplumsal refah – barış ve huzur olmaz.

Devlet, yalnız adalet ile sonsuzlaşır ve adaletsizlikle yıkılır.

Adalet, mülkün temelidir. Adalet güneşi batarsa, insanlar için yeryüzünde yaşamanın anlamı kalmayacaktır.

Emaneti; Ehliyet ve Liyakat sahiplerine vermek, Adalet ve Hakkaniyet demektir.

Emaneti; Ehliyetsiz – Liyakatsiz ve Kifayetsiz muhterislere teslim etmek; ZULÜMDÜR – VEBALDİR.

Zulmün olduğu yerde, mazlumun ahı ve vebal var demektir. Zulüm ile ABAD olunamayacağına göre.

Zulüm; hakkı hak sahibine vermemek, Sünnetullah ve Gayretullah’a dokunur! Bu hal, belaya – felakete ve helake, sebebiyet verir.

Hz. Mevlana; Adalet, bir şeyi yerli yerine koymaktır! Adalet, ağaçlara su vermektir. Adalet, bir nimeti yerine koymaktır. Yani hakkı hak sahibine vermektir! Adaletsizlik ve Zulüm, dikene su vermektir. Adaletsizlik ve Zulüm, Bir şeyi layık olmayana vermek ve bir şeyi konmaması gereken yere koymaktır. Adaletsizlik ve Zulüm, hakkı hak sahibine vermemektir. Bu hal; sadece belaya – felakete ve helake, sebebiyet verir, buyurmaktadır.

Hz. Mevlana; toplumda sosyal barışın, adaletin, huzurun sağlanması ancak ehliyet ve liyakate önem verilmesi, ehliyet ve liyakat sahibi insanların iş başına getirilmesiyle mümkün olabilecektir. Ehliyet ve liyakate bakılmaksızın işlerin yürütülmeye çalışılması halinde ise toplumsal düzenin işleyişinde aksaklıklar ortaya çıkacak ve sosyal düzen bozulacak, kaosa ve karmaşaya zemin hazırlayacaktır, buyurmaktadır.

Hadis-i şeriflerde; İşinin ehli olmayana, İş ve görev tevdi edildiği, verildiği zaman, kıyameti bekleyiniz. Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin, buyrulur.

Ya Resul Allah! Emanetin zayi edilmesi nasıl olur, denince; verildiği zaman kıyameti bekleyin, buyurmuştur.

Emanete riayet edilmez ve Görev Ehlinden başkasına verilirse, ilim; dine hizmet için değil de, para ve makam için öğrenilirse. Fasık ve ehil olmayanlar işbaşına getirilirse. Kötülüğünden korkup zalime hürmet edilirse, o zaman çeşitli bela ya da helake maruz kalınır.

Emanet; Ehliyet ve Liyakat // ADALET ve HAKKANİYET

Son günlerde ülkemizde meydana gelen üzücü ve elem veren olaylar, bu olaylarda hayatını kaybeden insanlar; DENETİM GÖREVİNİ yapması gereken Devletin KURUMLARI ve bu kurumlarda milletin vergileri ile maaş alan EHLİYETSİZ – LİYAKATSİZ ve KİFAYETSİZ MUHTERİS TİPLERİN KAMU KURUMLARINDA İSTİHDAM edilmesinin acı ve bedeli ağır SONUÇLARINA ŞAHİT olmaktayız.

  • Peki, DENETİM görevini yapması için kurulan DEVLETİN KURUMLARI ve burada istihdam edilen ehliyetsiz – liyakatsiz ve kifayetsiz muhteris personel ne iş yapmaktadır?
  • Peki, DENETİM görevini yapması için kurulan DEVLETİN KURUMLARINDA, Milletin Vergileri ile MAAŞLARI ödenen; EHLİYETSİZ – LİYAKATSİZ ve KİFAYETSİZ MUHTERİS, siyasilerin yakınları istihdam ediliyorsa!
  • Peki, Devletin tüm kurumlarına, EHLİYETSİZ – LİYAKATSİZ ve KİFAYETSİZ MUHTERİS yakınlarının istihdam edilmesi için aracılık eden; SİYASİLERE – MİLLET VEKİLLERİNE – BELEDİYE BAŞKANLARI ve ÜNİVERSİTE REKTÖRLERİNE Neler demeli?
  • Peki, Devletin tüm kurumlarına, EHLİYETSİZ – LİYAKATSİZ ve KİFAYETSİZ MUHTERİS yakınlarının istihdam edilmesi için aracılık eden SİYASİLER, HARAM LOKMAYA da vesile olmakta mıdır?
  • Peki, Devletin tüm kurumlarına, EHLİYETSİZ – LİYAKATSİZ ve KİFAYETSİZ MUHTERİS tiplerin Milletin Vergilerinden almış oldukları MAAŞ HARAM olur mu?
  • Peki, tüm bunlar sadece DENETİM olmadığından mı yoksa Toplumsal ve AHLAKİ olarak YOZLAŞMA- ÇÜRÜME ve ÇÖZÜLME emareleri midir?
  • Peki, bir toplumda, hem sosyal ve hem de AHLAKİ YOZLAŞMA – ÇÜRÜME ve ÇÖZÜLME emareleri varsa, neler beklenmeli?
  • Peki, Toplumsal YOZLAŞMA – ÇÜRÜME ve ÇÖZÜLME ne demektir?
  • Toplumsal YOZLAŞMA – ÇÜRÜME ve ÇÖZÜLME; Ehliyetsiz – Liyakatsiz ve Kifayetsiz muhteris tiplere, EMANET teslim edilmesi ve toplumda ADALET duygusunun kaybolması demektir!

Ehliyet, Liyakat, Adalet, Hakkaniyet ve Nizam, devletin temelidir. Bunlar olmadan devlet, varlığını belki bir dönem fakat ilelebet devam ettiremez.

Adaletin olmadığı toplumlarda, sosyal kaos – kargaşa ve karmaşa hakim olur.

Devletin dini adalet, adaleti olmayan devlet dinsizdir.

Din adına ve hem de Müslüman olduğunu iddia edenler; EHLİYET – LİYAKAT – ADALET ve HAKİKATE mugayir işler ve davranışlar sergilemesine neler demeli?

  • Peki, bu durum, Zulüm olarak kabul edilebilir mi?
  • Peki, ZULÜM ile ne zamana kadar ABAD olunabilir?
  • Peki, Zulmün olduğu yerde mazlum var demektir. Mazlumun ahı indirir bir gün ŞAHI.

Peki, Nepotizm nedir?

Nepotizm; Kamu Kurumlarına; akraba ve yakınların işe alınması. Ayrımcılık ve Kayırmacılık içeren işe alımlar. Bir kişinin ehliyet, liyakat, beceri, kabiliyet veya eğitim düzeyine bakılmaksızın KAMU KURUMLARINDA istihdam edilmesi.

Kamu Kurumlarına işe alımlarda, Nepotizm uygulaması, bilinçli bir şeklide yapıldığından toplumda mağdurlar olmaktadır. Böyle bir uygulama ile hem ZULÜM ve hem de VEBAL oluşmaktadır.

Toplumda, ehliyetli ve liyakatli gençler, bilinçli bir şekilde mağdur edilmektedir. Hayata, devlete ve milletine küsmektedir. Peki, birilerinin buna hakkı var mıdır?

VEBAL; Mağduriyete sebebiyet veren etkili ve yetkili makamlarda bulunanları yaktığı gibi nepotizm dolayısı ile işe aldıkları kişileri de yakacaktır.

Toplumsal barış ve huzurun temini için kamu kurumlarına personel alımı; adalet, ehliyet ve liyakat ilkesi ve toplum adına iş yapanların bu konularda daha dikkatli olması gerektiğine şahit oluyoruz.

Ehliyet ve Liyakat, iş yapmaya uygunluk ve yararlılık durumudur. İş başına getirilen yönetici işi ile ilgili bilgi ve kabiliyete sahip olması gerekir.

  • Devlet kademesinde ki tüm atamalar ve işe alımlarda, ehliyetsizlik ve liyakatsizlik, kifayetsiz muhterizler ordusu, torpil ve nepotizm almış başını gitmektedir.

Ebu Hureyre (ra), İş – EMANET, Ehil olmayana verildiğinde kıyameti bekle, diyor.
Kamu Kurumlarına, İŞ – EMANET, EHİL olmayana verildiğinde KIYAMETİ bekleyeceğiz.

Peki, bu KIYAMET, kim ya da kimlerin KIYAMETİ olmalı?

Peki, Ehliyetsiz – Liyakatsiz – kifayetsiz muhteris ve ÇIKARCI – MENFAATÇİ kripto tipler, Kamu kurumlarında YOL ARKADAŞI olarak seçilirse, daha neyi ve neleri beklemeliyiz?

Her kim adaylar arasında, bilgisi ve hizmeti ile ehil bir kişi varken onu değil de, güç ve iktidar sahiplerine yakın, bilgi ve tecrübe olarak daha aşağı seviyede ve ehil olmayanı göreve getirecek olursa; Allah’a, Peygamberine ve Müminlere ihanet etmiş olur.

Emanet ve Adalet! Emanet ehline verildiği ve adalete riayet edildiği müddetçe toplumda huzur ve barış sağlanmış, ihanet ve haksızlıklar ise huzursuzlukların, kavgaların, servet ve neslin helâk olmasının baş sebepleri arasında yer almıştır.

Adalet, eşitlik ve dengeyi sağlamak demektir. Tabii ki akabinde de toplumsal huzur ve barış.
İnsanların haklarını yiyenler, kendilerini karşıdakilerden üstün, seçkin ve güçlü görerek yapar.

Hakkaniyet ve adaletin olmadığı toplumlarda, toplumsal refah – barış ve huzur ortamı olmaz, sosyal karmaşa – kargaşa ve kaos hakim olacaktır.

Peki, böyle bir duruma sebebiyet veren ve Müslüman olduğunu da iddia edenler, Devlet nizamı, Allah ve Resulüne, ihanet etmiş olur mu?

Kamu kurumlarına, ehliyetsiz – liyakatsiz – kifayetsiz muhteris tipleri, istihdam edilmelerine de aracılık edenler de, İHANET etmiş olur mu?

Hayat, SEÇİM ve TERCİHLER üzerine bina edilmiştir. Neyi seçtiğiniz ve neleri tercih ettiğiniz, SONUÇ ya da BAŞARIYA da etki edecektir.

Allah Katında DİN İslam’dır.

Sonsuz Hikmet Sahibi Yüce Allah; Ali İmran Suresi 19. Ayeti Kerime de; Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler, bilmelidirler ki; Allah’ın hesabı çok çabuktur, buyurmaktadır.

  • Din-i İlahi; 1582 tarihinde, Babür İmparatoru Ekber Şah tarafından kurulan ve o bölgede hâkim olan Budizm, Cayinizm, Hristiyanlık, Hinduizm, İslam, Sihizm, Zerdüştlük (diğer adıyla Mecusi’lik) vb. dinleri birleştirmeyi ve böylece tebaasının tek bir dine inanmasını öngören yeni bir uydurma dinin adı, olduğu ifade edilmektedir!
  • Yakın tarihte, Dinler arası Diyalog şeklinde başlayan, Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudilerin birlikteliği temsil etmek, temsil edilen dinlerin özgün karakterini korumak ve insan uygarlığı ile İbrahim’i mesajlar arasında köprüler kurmak, olduğu ifade edilmektedir!
  • Din-i İlahi ve Dinler Arası Diyalog, İbrahim’i DİNLER & İbrahim Anlaşmaları ( Abraham Accords ) çerçevesinde, özellikle Müslümanlar ve dünya insanlığına, BARIŞI ve HUZURU getirecekmiş, algısı ile sunulmaktadır!
  • Allah katında DİN İslam’dır, emri ve buyruğuna rağmen; birilerinin dünyalık çıkar, sinsi ve kirli hesapları, dinlerin kaynağı ve peygamberlerin de atası Hz. İbrahim mesajları çerçevesinden, dünya insanlığına; İslam ve diğerleri olmaması gerektiğini, İslam ve AYNISI – BENZERİ, algısı verilmeye çalışılmaktadır!
  • İbrahim’i DİNLER ve İbrahim Anlaşmaları ( Abraham Accords ) barış antlaşmasından çok, İsrail ve Arap – İslam ülkeleri arasında normalleşme süreci şeklinde okumak gerekir.
  • Peki, İsrail ve Arap – İslam ülkeleri arasında NORMALLEŞME derken, İslam dünyasının İSLAM adına NE ve Nelerden vazgeçmesi ya da ne gibi TAVİZLER vermesi talep edilmektedir?

Din; hesap, taat, kulluk, mükâfat veya ceza olarak amellerin karşılığı gibi manalara gelir. İtaat edenle itaat edilen arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir.

İtaat eden taraf itibariyle ise selamet arzusu, korkuyla ümit arasında çarpan bir kalple itaat ve emre bağlılık manası ifade eder.

DİN; Akıl sahiplerini kendi istek ve iradeleriyle iyiliğe ve mutluluğa yönlendiren, onların seçme özgürlüklerine bağlı fiillerini, uhrevî kurtuluş ve saadetleri istikametinde düzenleyen ilâhî bir kanundur.

Din; kişinin yaratılış amacına uygun bir hayat sürebilmesi ve bu amacı belirli bir disiplin içinde gerçekleştirebilmesi için kendisine yol gösteren kurallar bütününü ifade eder.

Din; bir tarafın kutsal buyruk ve egemenliğine diğer tarafın uyum ve bağlılığa dayalı ilişkileri düzenleyen bir kurumdur.

İslâm; Hz. Muhammed’in din adına bildirdiklerinin tamamını bütün varlığıyla benimsemek ve bunu ortaya koyan bir teslimiyet içinde olmak, demektir.

İslâm; teslim olmak, itaat etmek, bağlanmak, sulh ve selâmet içinde olmak, anlamlarını ifade eder.

İslâm; Allah Teâlâ’nın peygamberleri vasıtasıyla bildirdiği dinî emir ve yasakların tama­mını bütün varlığıyla kabul etmek, gereğini yapmak ve bunu ortaya koyan bir teslimiyet içinde ol­maktır.

Allah’tan gelen bütün hak dinlerin ortak adı, özelde son olarak Peygamber Efendimize (s.a.s.) indirilen dinin adı, İslâm’dır. Bu dine bağlananlara da, Müslüman denilir.

Din sadece insanlar arasında değil insanlar ile Allah arasında, bir mutabakatı ifade eder. Böylece yaratanın iradesiyle yaratılmışların iradesi arasında bir uyum sağlanmış olur.

  • Bütün ilâhî dinler, Allah’ın birliği esasına dayalı olduğu için Hz. Muhammed ( sav ) efendimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile diğer peygamberlerin getirdiği dinler temelde birdir ve birleşir.
  • Hz. Muhammed ( sas) efendimize gönderilen ve getirmiş olduğu İSLAM DİNİ, öncekilerin devamı ve temelde aynı olmasına rağmen, dünyalık çıkar ve sinsi – kirli hesapları olanların TAHRİF etmesinden kaynaklı, öncekileri tasfiye eder nitelikte olduğunu da hatırlatmak gerekir!
  • Hz. Muhammed ( sav ) efendimize gönderilen ve getirmiş olduğu İSLAM DİNi haricinde başkaca bir DİN arayanların dinleri, ALLAH katında asla kabul edilmeyecektir!
  • Hz. İbrahim, ne Yahudi ve ne de Hristiyan idi. O, sadece HANİF bir MÜSLÜMAN idi, emri ve buyruğuna rağmen, başkaca bir DİN arayanlara neler demeli?
  • Hz. İbrahim, ne Yahudi ve ne de Hristiyan idi. O, sadece HANİF bir MÜSLÜMAN idi, emri ve buyruğuna rağmen, Yahudilik – Hristiyanlık ve İSLAM’I; Din-i İlahi ve Dinler Arası Diyalog, İbrahim’i DİNLER ve İbrahim Anlaşmaları algı operasyonları ile aynı potada birleştirme ve çorba bir din hareketlerine neler demeli?

İslâm dini ve İslâm ümmeti tabiri sadece Hz. Muhammed’in getirdiği din ve onun mensupları için kullanılabilir.

  • Hz. İsa’nın havarilerinin cevabı; Şahit ol ki bizler Müslümanlarız, olmuştur. ( Âl-i İmrân 3/52 )
  • Hz. İbrahim hakkında; O Hanif bir Müslümandı, buyurulması. ( Âl-i İmrân 3/67 )
  • O size daha önce de bunda da, Müslümanlar, adını verdi. ( Hac 22/78 )
  • Yoksa onlar Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde bulunan herkes isteyerek veya istemeyerek Allah’a boyun eğip teslim olmuş durumdadır ve hepsi O’na döndürülüp götürülmektedir. ( Âl-i İmrân 3/83 )
  • Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, şunu bilsin ki, aradığı din ondan asla kabul edilmeyecektir; o, ahirette de kaybedenlerden olacaktır. ( Âl-i İmrân 3/85 )

Kur’an-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplarda, o kitaba tâbi olacaklar için bir din adı konmadığı, Yahudilik veya Hıristiyanlık gibi isimlendirmelerin daha sonra ortaya çıktığı ve bunların o peygamberin tâbilerine sonradan verilen adlar olduğu dikkate alınırsa; Allah katında din İslâm’dır, ifadesinin anlamı daha iyi anlaşılır.

Mûsevîlik ve İsevilik gibi isimlendirmelere kıyasla bazı Batılı yazarların İslâmiyet’i Muhammedîlik, şeklinde sınırlayıcı bir adla anmaları isabetli değildir.

Kendilerine kitap verilenler, ifadesi, Ehl-i kitap tabirinin içeriğine göre anlaşılmaktadır. İlim kelimesi ise vahiy ve apaçık deliller, şeklinde açıklanmaktadır.

Ayette, Ehl-i kitabın ancak ilim geldikten sonra ihtilâfa düştüğünün ifade edilmesi, kendilerine yeterince açık ilâhî bildirim yapıldığı ve bu açıdan hiçbir mazeretleri bulunmadığı halde, sırf kendi kusurları sebebiyle, çıkar düşüncesi ve beşerî tutkular uğruna ayrılığa düştükleri ve çatışmaya girdiklerini ifade etmek içindir.

Aralarındaki hak tanımazlık yüzünden şeklindeki gerekçeden hareketle, burada kastedilenlerin Yahudiler ve Hristiyanlar veya her ikisi olduğuna dair açıklamalar yapılmaktadır.

KKTC – Kuzey KIBRIS; Türkiye’nin ULUSAL GÜVENLİK Meselesidir!


Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman; Adaylık sürecinde, Seçim meydanlarında; özellikle Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin adadaki varlığı, durumu, konumu ve hatta adadan gönderilmesi hakkında ki açıklamaları. Ada için çözüm olarak federasyonu görmekte olduğunu. Kıbrıs Rum kesimi ile resmi müzakereleri yeniden başlatılacağını. İki devletli çözümün Kıbrıs Türkleri için hem ekonomik ve hem de siyasi izolasyonu sona erdirmek adına gerçekçi bir yaklaşım olmadığını, ifade ve vurguları, hem dünya, hem ABD ve İngiltere, hem Avrupa devletleri ve kamuoyu, hem de Türkiye kmuoyu ve yöneticiler tarafından dikkatle takip edilir bir duruma gelmiştir

  • Peki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, KKTC’yi yok mu sayalım?
  • KKTC’nin hem coğrafi ve hem de stratejik durumu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ULUSAL Güvenlik meselesidir!
  • Türkiye Cumhuriyeti Devletinin adadaki garantörlüğü ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin adadaki varlığı da, KKTC zaviyesinden BEKA ve ULUSAL Güvenlik meselesidir!
  • Peki, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri, adadan gönderilebilir mi?
  • Peki, Kıbrıs Türk Barış Gücünün adadan gönderilmesi gerektiğini savunan ve gazlayan, küresel ve emperyalist güçler kim ya da kimler? Ve Neden?
  • KKTC vatandaşları ve yöneticiler, tarihte tüm yaşanmışlıklara rağmen, Kıbrıs Rum kesimi ile tek devlet ya da federasyon şeklinde birleşebilir mi?
  • Peki, Federasyon ya da tek devlet fikrini savunan ve gazlayan, küresel ve emperyalist güçler, kim ya da kimler? Ve Neden?

KKTC vatandaşları, sadece dünyalık ve ekonomik yönden rahat edebilmeleri ya da Avrupa’nın nimetlerinden istifade edebilmek adına, her şeyin üstüne bir çizgi çekilebilir mi? Yaşanılanlar yok sayılabilir mi? Orta yaşın üzerindekiler açısından mümkün görünmemekle beraber, Z-KUŞAĞI dediğimiz nesle erişemediğimiz ve eğitim sisteminde ki arızalardan bazı konuları doğru ve net olarak aktaramadığımızdan kaynaklı, belki!

Peki, 1959 yılında varılan mutabakat ve garantörlük anlaşmalarına rağmen, 1974 yılında, Türkler tarafında, Rum kesiminin yapmış olduğu ve yaşanılan zulümlerin yeniden yaşanmayacağının bir garantisi var mıdır?

Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri adadan gönderilme durumu ( sıfır ihtimal olarak ) vuku bulursa, 1974 tarihinde olduğu gibi KKTC Türklerinin yeniden bir vahşet ve zulüm karşısında ya da başkaca bir durum zuhur etmesi halinde, neler olabileceğini veya bir oldu bitti ile karşı karşıya kalınabileceğini de, bir kenara not etmek gerekir!

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı olarak seçilen, Tufan Erhürman; Seçimleri kazanması akabinde, hiçbir Cumhurbaşkanımız Türkiye Cumhuriyeti ile istişare etmeden ne müzakere yürüttü ne görüşme yürüttü ne dış politika çizgisi belirledi. Bu bizim devlet geleneğimizdir. Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkiler bizim için son derece önemlidir ve yaşamsaldır. Bunu her yerde her zaman söyledim ve dediğim gibi Türkiye Cumhuriyeti ile istişare etmeksizin Kıbrıs’ta bir dış politikanın belirlenmesi veya Kıbrıs sorununa ilişkin bir politikanın belirlenmesi bugüne kadar hiç söz konusu olmadı. Benim dönemimde de asla söz konusu olmayacak. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki tüm Türk halkına da buradan yürekten sevgilerimi, saygılarımı iletiyorum, ifade ve vurgularının seçim meydanlarında ki konuşmaları ile yükselen tansiyonun düşmesine, yine konuşmalarından heveslenen küresel ve emperyalist çevrelere, derin manalar içeren bir mesaj olduğunu, düşünüyorum.

  • Kıbrıs; Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasındadır.
  • Kıbrıs; Avrupa haritasında gösterilmesine rağmen coğrafi olarak Orta Doğu’da kabul edilmektedir.
  • Kıbrıs; Asya, Afrika ve Avrupa’nın merkezi bir konumundadır.
  • Kıbrıs adasının konumu, Anadolu ve Ortadoğu arasında bir durak noktası gibidir.
  • Kıbrıs; tarih boyunca, Orta Doğuya açılmak isteyen küresel güçler ve emperyalist devletler için vazgeçilmez stratejik, askeri ve ticari bir üs olarak görülmüştür.
  • Kıbrıs; etrafını saran bölgelere, “bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda, bir açılım sağlamaktadır.
  • Kıbrıs; Coğrafi konumu göz önüne alınarak, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan ‘bir uçak gemisine’ benzetilen, her dönemde stratejik önem ve özelliğini korumaktadır.
  • Kıbrıs Adasını elinde bulunduran güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan, İran’a kadar olan tüm bölgeyi kontrol etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; KKTC ve Libya ile başlattığımız süreçlerden vazgeçersek, bize denize girecek kıyı ve olta atacak sahil bile bırakmayacaklar. Büyük Türkiye hayalimiz adım adım gerçekleşiyor. Türk Devleti, Mavi Vatan Akdeniz’in yanı sıra Atlantik’ten Arap ve Hint Okyanus’una kadar her coğrafyada etkin harekat icra etmeye hazır olma yolunda yürüyor ve yürüyecektir, vurgularının Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, TURAN – NİZAM-I ALEM – KIZIL ELMA ve Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü, 2053 ve 2071 hedefleri ve vizyonunu görmekteyiz.

Büyük Önder Atatürk: KIBRIS; stratejik olarak ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Adadaki Türk varlığının korunması, Türkiye açısından hayati öneme sahiptir. Kıbrıs kaybedilirse, Türkiye nefes alamaz hale gelecektir, şeklinde konuya yaklaştığını da, bir kenara not edelim.