Direniş & Diriliş Eri Mevlana ve Türk Devlet Aklı!.

Hz. Mevlana’nın 746. Vefa temalı Vuslat yıl dönümü etkinlikleri şehrimizde büyük bir coşku ve katılım ile kutlandı!. Hz. Mevlâna’yı, hiçbir kutsalın ve insanî değerin dikkate alınmadığı büyük yıkım dönemlerinde, ”diriliş ve direniş eri” olarak görüyoruz!.  Ölümün, zulmün, kılıcın ve kanın hükümran olduğu böyle bir çağda, ayağa kalkan ve direnen  Hz. Mevlâna; İnsanlığı, yeniden Hakka, iyiliğe, güzelliğe, merhamete, umuda ve aşka çağırmaktadır!. Hz. Pir’in eserleri ve sözlerinden, insanlığın karanlığa  doğru sürüklenmekte olduğu bir dönemde, insanlık adına, bir pay ve bir hisse kapmak için şehrimize,  yurt içi ve yurt dışından, akın akın geden insanlara şahit olduk!.   Her gelen tabii ki niyeti ve kısmeti kadar kabını doldurup gidecektir!.  Programda emeği geçen tüm yetkilileri ve perde arkasındaki kahramanları  tebrik ederim!.

Alp Eren ve Horasan Erleri

Hz. Mevlana’nın Konya’ya geldiği tarih ve döneme kabaca  baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır!: Hz. Pir, yedi asır önce babasıyla Belh’ten kalkıp bu mübarek ve bereketli şehir, beldeyi muhayyere, Konya’ya yerleşti!. Yaşadığı dönemde Anadolu, Batıdan Haçlı ve  Doğudan Moğol saldırılarıyla sarsılıyordu!. Peki, günümüzde yaşadıklarımızdan bir farkı var mıdır?! Bugün ise içerideki işbirlikçileri de devrededir! Hz. Mevlâna’yı hiçbir kutsalın ve insanî değerin dikkate alınmadığı büyük yıkım dönemlerinde, insanlığı yeniden Hakka, iyiliğe, güzelliğe, merhamete, umuda ve aşka çağırmaktadır!. İslam’ın diriltici memba-ı Kuranı Kerim’den hareketle, Mesnevî formuyla yapılan bu çağrı da irfan, hikmet, edebiyat, tıp ve döneminin diğer bilim bahçelerinin meyvelerini görürüz!. Onun sözleri, insanı akıl ve ruhun değişik açılarından sarıp sarmalar! Onun sözleri, insanı, çok boyutlu sevinç, coşku, cezbe, hüzün, kanlı gözyaşı katlarına da indirip çıkartır!  Düşünen, akleden, seven insanlar onun büyük bahçesinde gezmeyi sürdürüyor!  Küresel çağdaş Haçlı ve Moğollar bugün de değişik yıkımlara imza atmakla meşguldür! Anadolu ve Balkanların ruhunu mayalayan Alp Eren ve Horasan erleri, kurucu bilgeler Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli, Mevlâna Celaleddin ve  bizi bir arada tutan şey;  anlamını Kuran’dan ve onun içerdiği yüksek bilinç ve ruhtan alan bu değerler manzumesi, asil Türk Milletinin kötülüğe ve zulme alışmasını  mümkün kılmıyor!. İnsanın insana kulluğunu reddediyor!  Azgınlık, haksızlık ve kötülüğe bağlı bütün tavır ve tutumları reddediyor! Çünkü Türk;  Adalet ve Hakikat ehli ve mazlum milletlerin  de hamisi demektir!.

Bir   Diriliş ve Direniş Eri  Hz. Mevlana ve  Anadolu ve Balkanların mayalanmasına önderlik eden kurucu bilgelerde, çok büyük bir akıl ve özellikle de kadim  Türk  Devlet Aklını görüyoruz!. Peki, nedir Devlet Aklı?! Devlet Aklı;  Devleti bir bütün olarak yönetmeye ilişkin, belirli bir yönetim anlayışı ve siyasi tutumu ifade eder!  Devlet aklının öngördüğü siyaset ve yönetim anlayışı, devlet merkezli bir zihniyete ve devletçi bir tutuma işaret etmektedir.  Kavram olarak modern dönemde siyasi lügat içine girmiş ve modern devlet içerisinde daha belirgin bir biçimde kurumsallaşmış olmakla birlikte, bir zihniyet, bir yaklaşım ve bir ruh olarak devletin tarihsel kökeni kadar kadimdir! Başka bir ifadeyle, Devlet Aklı, devletin genel ve değişmeyen ruhuna ve özüne ilişkin olup zaman ve mekân bakımından evrensel bir duruştur!. Bu zihniyet ve yaklaşım, devleti bizatihi bir amaç ve yüce değer olarak görmekte ve onun selametine ve muhafazasına mutlak öncelik tanımakta ve bu çerçevede siyasal eylem ve yöntemleri belirlemektedir! Yani Devlet Aklı, devletin varlığı ve gücünü korumaya yönelik yapılması gerekeni söylemekte ve bunun araçlarının bilgisine ilişkindir! Devletin korunmasına yönelik gerekli olan araçların ve yöntemlerin belirlenmesinde devlet aklının mihmandarlığı da zorunluluklar oluşturmaktadır! Temel amacı varlığı ve meşruiyetini de bizatihi varlığından alan devlet, bu amaç çerçevesinde zaruretleri de yine kendisi tayin etmektedir. Devlet aklı, devletin kendisi ve gerektirdikleriyle,  kurulması, geliştirilmesi ve özellikle korunması,  devleti yönetme sanatının bilgisiyle ilgilidir. Türkiye’nin geleneksel devlet anlayışının temelinde “devlet aklı” felsefesi yatmaktadır. Dolayısıyla siyasi sistemin amacı, her halükarda bu yüce devletin varlık ve bekasını sağlamak ve korumaktır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihsel olarak köklü ve kadim bir geleneğe dayanan bir devlet olduğundan, devlet aklı da köklü bir tarihe dayanmaktadır!

Hz. Pir Mesnevinin ön sözünde;  Mesnevi, hakikate ulaşmak ve Allah’ın sırlarına agah olmak, akıl erdirmek isteyenler için bir yoldur! Allah’ın en büyük şaşmaz şeriatı, hakikate giden nurlu yoludur. Mesnevi imanlılar şifa, imansızlara hasrettir, diyor!   Yine;  Hz. Mevlana ruh kökü ve sözlerinde ki manayı aramak ve anlamak isteyenlere;  Ben sağ olduğum müddetçe Kuranın kölesiyim.  Ben Muhammed muhtarın yolunun tozuyum. Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse, ben ondan da bizarım, o sözlerden de bizarım, buyurmaktadır!.

Peki, dün batıdan Haçlı ve doğudan da Moğollar, Türk Milleti ve  Anadolu’ya saldırıya geçenlerin akınları devam etmekte midir?!  Elbette ki çok değişik formatta devam etmektedir? Hem de içerideki işbirlikçileri mahareti ile! Son dönemde siyaset ve ekonomide  yaşadıklarımıza neler demeli?! 17 – 25 Aralık süreci ile başlayan ve  15 Temmuz hain işgal ve teslim kalkışmasını nasıl okumalıyız?! Hz. Pir’in yaşadığı dönemden bir farkı var mıdır?! Dün olduğu gibi kurucu irade bilge liderler ve arkasındaki kadim Devlet Aklı,  zorunluluklar gereği,  devletin bekası adına stratejik ve taktik önlem ve tedbirleri almakta mıdır? Peki, günümüzün direniş ve diriliş erleri kimlerdir?!  Ya da ak sakallıları kimlerdir?! Siyasette bugün  yaşadıklarımızı nasıl değerlendirmeliyiz?! Siyasette yaşanan gelişmelerin arka planında  kadim Türk Devlet Aklı var mıdır?! Olmalı mıdır?! Olmadığı takdirde neler olur?! Mademki;  Devlet Aklı;  Devletin korunmasına yönelik gerekli olan araçların ve yöntemlerin belirlenmesinde mihmandarlık etmektedir! Devlet Aklının temel amacı da her halükarda Türk Cumhuriyeti Devletinin ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde varlık ve bekasını sağlamak ve koruma altına almaktır!

Kartlar Yeniden Karıldı!

17 Aralık tarihinde,  Devlet erkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımları ile Hz. Mevlana’nın Sonsuz Yaratıcıya kavuşması ve Şeb-i Arus’un 745. Selam Vakti temalı, Vuslat yıl dönümü etkinliği çok büyük bir coşku ile anıldı.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu geceki hitaplarında; Bize düşen görev, medeniyetimizin Üç tasavvuru; kalbi selimi, zevki selimi ve aklı selimi,  kendi tarihimizde ve kendi geçmişimizde aramak, bulmak, yeniden yorumlamak ve geleceğe taşımaktır, ifadelerinin de çok manidar olduğunu düşünüyorum!

Yüce Allah, 745. Selam Vakti temalı programdaki tüm katılımcı ve izleyicilere Hz. Mevlanayı sadece anmakla değil,  onun felsefesini anlamak ve anlamlandırmayı, hayatımızın her bir safhasına da uygulamayı nasip etmesini niyaz ederim. Hz. Mevlana sadece anılmakla anlaşılmaz! Hz. Mevlana’nın felsefesi duru bir idrak, irfan ve yaşamakla ancak anlaşılabilir!  Alemlere Rahmet, Hz. Peygamber efendimizin yaşayan bir Kuran olduğu gibi!

Hz. Mevlanayı anma etkinlik ve program haftası her yıl olduğu gibi bu yıl da bilet yok, yer yok ve etkinliklerde salon boş şeklinde sohbet ve serzenişlerle şahit olmaktayız! Neden?

Hz. Mevlanayı anma etkinliklerinde üstün bir çalışma, gayret ve başarı sergileyen İl Kültür müdürü ve personeline de teşekkürlerimi sunarım. Peki, 17 Aralık gecesi yaşanan bilet yokluğu ve salonun hali pür melaline ne demeli?  Salonu doldurmak için sonradan yapılan atraksiyonlara ne demeli?!

Ak saçlı ihtiyar dostum,  anma etkinliklerinin ruhuna uygun bir şekilde törenlerin her gün olduğu gibi son gün de Mevlana Kültür merkezinde yapılması daha uygun olacaktır, dedi!

17 Aralık tarihinde tüm devlet erkanı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın Konya’daki ziyaretleri hakkında,  Ak saçlı ihtiyar dost ile sohbetimiz, Konya’da artık siyaseten bazı şeyler eskisi gibi olmayacak

! Medyada ve meydanlarda siyaseten görmekte olduğumuz bazı aktörler oyuncu olmaktan çıkabilir, oyun dışına ve özellikle de figüran konumuna geçebilir! Teknik direktör veya oyun kurucu konumundaki devlet aklı, yeni aktörleri oyuna dahil edebilir ve yereldeki oyunda başrol aktör ve yan aktör konumdakiler de tamamen değişebilir, şeklinde bazı yorum ve tespitlerde bulundu.

Ak saçlı ihtiyar dostuma, nereden çıktı şimdi bunlar, hem de mahalli seçimler öncesi ve ne alakası var dediğimde, bir sade kahve söyle, sakin bir şekilde anlatayım, dedi!

Ak saçlı ihtiyar dostum, mademki, Hz. Mevlana’nın 745. Vuslat yıl dönümündeyiz! Hz. Mevlana, 1200’lü yıllardaki yaşanmışlıkları çerçevesinde ve böyle bir durumda ne gibi ifadeler, öneriler ve tespitlerde bulunmuş, kabaca inceleyelim, dedi!

Hz. Mevlana; Sen Hazret-i İsa’yı bırakmışsın da, onun bindiği eşeği beslemişsin, onu geliştirmişsin. Ey eşek huylu gafil! Bil ki irfan, Hz. İsa’nın nasibidir. Eşeğin, yani bedenin nasibi değildir. Eşeğin iniltisini duyarsın da, ona acırsın; bilmezsin ki, o eşek sana eşeklik ediyor! Sakın ha, eşeği kendi keyfine bırakma, yularını elinden salıverme. Çünkü o, yola değil, çayır tarafına gitmek ister. Sen bir an gaflete düşer de, nefis eşeğinin yularını bırakacak olursan, o çayırlığa yol alır gider. Eşek, hakikat yolunun düşmanıdır. Nefsani arzular çayırının sarhoşudur. O ne kadar çok sürücülerini, üstüne binenleri yere vurmuştur, öldürmüştür, diyor!

Ak saçlı ihtiyar dostum, Hz. Mevlana’nın Hz. İsa (as) ve eşek hikayenin devamında, Devlet aklını anlamayan, bilemeyen, okuyamayan ve devlet aklının iletişim mekanizmalarının da nasıl işlediğinden bihaber, yereldeki tüm aktör ve oyuncular mutlaka oyun dışı kalmak zorunda kalacaktır, dedi.

Devlet aklının ne olduğu ve nasıl işlediği, iletişim sistematiği de zaten ehlince malumdur!  Yani Ehline açıktır! Yığınların devlet aklı ile ilgili bir hesabı, ilgisi ve bilgisi olamaz!

Devlet aklının işleyişi ve sistematiğinin de yığınlarla bir işi olmaz! Adı üstünde ya yığındır, ya da sürü! Yığınlar ve sürü sadece bir çoban ile yönetilir ve güdülür! Ak saçlı ihtiyar dostumun son sözü kahvenin telvesi gibi dibe çökmüştü; Artık; SELÇUKLU KADİM BAŞKENTİ KONYA; Uğur İbrahim Altay’a, Uğur İbrahim ise KONYA’ya EMANETTİR!..

Hazreti Mevlana buyuruyor ki; Her gün bir yerden göçmek ne iyi,  Her gün bir yere konmak ne güzel! Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoş! Dünle beraber gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait,  Şimdi yeni ŞEYLER söylemek lazım!..

Cennette Satılık Parsel!..

Bizim gibi muhafazakar ve din eksenli ülke ve toplumlarda, kalabalıklar, sürü be yığınları ancak ve ancak iki  dürtü ile kontrol ve denetim altına alabilirsiniz! Seçim meydanlarında  bugünlerde çokça görmeye alışık olduğumuz gibi! Bir parti üyesi diyor ki, Şu partiye oy verirsen cennet garanti altındadır! Bir diğeri de, bu partiye oy vermezsen, cehennemde yanarsın, helak olursun! Şu partiye oy verirsen asgari ücret ve emeklilere de şu kadar zam! Bu nasıl bir şeydir, Allah’ım! Kişi demokratik tercihini kullanmak sureti ile sadece bir oy kullanacak! Bunun din ile, cennet ile ve öbür alem, cennet ve cehennem ile ne ilgisi olabilir ki?! Ne demiştik! Kişi ve toplumları iki dürtü ile denetim ve  kontrol altına alabilir, özellikle de yönlendirmeye tabi tutabilirsiniz! Ve bunlardan bir tanesi Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinin de birinci maddesi olan fiziksel ihtiyaçların tümü! Bir diğeri ise din eksenli konuşmalar, uyarılar, ihtarlar, ikazlar  ve  yönlendirmelerdir!

Toplumun büyük bir kısmı okumak, araştırmak ve sorgulamaktan da aciz olduğu için din konusunda, tabi  veya teslim oldukları bir alim, bir hoca veya bir akademisyen ne derse doğru sadece odur! Kalabalık ve yığınlar, bu konuda herhangi bir araştırma ve sorgulamaya girmeyi de düşünmezler! Ne de olsa bir alime ve bir hocaya teslimiyet çok kutsaldır! Neden diye soracak olursanız! Şu alim, şu hoca  veya  şu profesör böyle dedi şeklinde bir cevap ile karşılaşırsınız!  Peki, kardeşim senin bu hoca veya akademisyen bir yerlerin adamı olmasın?! Olabilir mi? Neden olmasın?! Tarih bunların canlı örnekleri ile dolu! Osmanlıyı parçalarken, Osmanlı hinterlandındaki imam, vaiz ve hocaları bir araştıralım ve bakalım, kimlermiş? Hangi dinden ve hangi nesepten, kimler ve hangi küresel güçler adına çalışıyorlarmış?! Peki, kardeşim Allah sana akıl vermiş, o hoca ve akademisyene de aynı aklı vermiş’! Allah’ın sana ve vermiş olduğu ve seni de sorumlu tuttuğu akıl çerçevesinde gönderdiği kitabı, Son Peygamberin hadisleri ve yaşantısını şöylece bir tefekkür ve tezekkür zaviyesinden bak, değerlendir ve  muhakeme yap,  doğru ve yanlış olduğuna da  kendin karar ver! Sorumlu olan sensin! Hesap verecek olan ve sorguya çekilecek olan da sadece sensin! Hoca, alim veya akademisyen ile birlikte aynı anda sorguya çekilmeyeceksin! Hayır bu çok zahmetli ve sıkıntılı bir yol ve yöntem! Ben aklımı ve ruhumu bir hacıya, bir hocaya, bir alime ve bir  akademisyene kiraya verir ve teslim eder, başkasına karışmam diyorsan, başkaca yapacak bir şey de yoktur! Allah yine de sana biraz akıl, biraz fikir, biraz feraset ve birazcık da  basiret versin, diyelim! 

Daha önceki yazılarımızda din konusu ve dini eğitim sistemimizdeki bir arıza ve sıkıtılar olduğundan dem vurmuştuk! Nasıl yani! Çocuk yaştaki gençlerimize din ve dini konular hakkında  neler öğretiyoruz? Şu kadar yardım edersen cennetten parsel, şu kadar zikir çekersen cennetten köşk, şu fakire yardım edersen cennetten villa, şeklinde devam eden bir Müslümanlık, dini ve İslami bir eğitim sistemi ve  algısı! Yani yardım etmediğin ve şu kadar da zikir çekmediğin  takdirde cennetten parsel yok! Peki bunlar doğru mudur? Tabii ki doğrudur ve haktır! Fakat mümin olmanın asli ve ön şartlarını da birazcık bilmek ve uygulamak gerekir! Nedir bunlar? İslam ve mümin olmanın öncelikle temel şartları,  öncelikle iyi bir insan olmak ve sonra da iman, amel ve ihlastır! Bunların her biri  birbirinin tamamlayan cüzüdür! İyi bir insan  ve İhlas olmadan yapılan amellerin hiçbir anlamı da olmayacaktır! İslam toplumu olarak geçinen İslam coğrafyasındaki toplumların haline kabaca bakar mısınız?! Kişi, insani ve imani noktada, özellikle de ihlas ve samimiyette sınıfta kalıyor, yapmış olduğu amel ve yardımlar ile cennettin yedinci katından köşkler satın aldığını veya alabileceğini zannediyor! Beyler! Yapmayın Allah aşkına! Ehlince malum olduğu üzere, Hz. Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde; İnsanlar helak oldu, ancak alimler kurtuldu! Alimler de helak oldu ancak, ilmiyle amel edenler kurtuldu! İlmiyle amel edenler de helak oldu, ancak ihlas sahibi olanlar kurtuldu! İhlas sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedirler, buyurmaktadır! Nasıl yani dediğinizi de duyar gibiyim! Bu hadis insanın korku ve ümit dengesini muhafaza etmesine vesile olmaktadır.  İnsanın amellerine güvenmesine bir set çekmekte ve Allah’ın rızası ve inayeti olmadan hiç bir şeyin insanı kurtaramayacağını bildirmektedir. İman varsa Ümit vardır! İslam alemi ise sadece korku içindedir!Peki, neyin, nelerin ve ne korkusudur, bunlar? Dünyalık, makam, mevki, mal, mülk, para, kadın, güç ve iktidarlarını da  sadece kaybetme korkusu! 

Ak Saçlı ve Ak sakallı ihtiyar dostum, sohbetimize kenar köşede dinlemekte iken vakur bir şekilde ayağa kalktı ve müdahil oldu. Yunus ne güzel buyurmuş, dedi! Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil! Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yunmaz değil!. Eeeee!  Bu ne şimdi dediğinizi de duyar gibiyim! Bizler her gün beş vakit camiye gidiyoruz! Bizler her gün kuşluk, evvabin ve teheccüd namazlarını da kaçırmıyoruz! Fakir ve fukaraya da artıklarımızdan yardımlarımızı da yapıyoruz! Her yıl sürekli olarak umre ve hacca da gidiyoruz! Her yıl ramazan orucumuzu tutar ve nisap miktarındaki yardımlarımızı da aksatmadan veriyoruz! Her yıl ramazan ayında eş ve dostlarımızla birlikte otuz gün iftar ve sahuru da birlikte yapıyoruz! Bu iftar ve sahurlardaki artıkları da fakir ve fukaraya ulaştırıyoruz!  Zekatlarımızı da artık mal ve eskilerimizden ihtiyaç sahiplerini kırmak, incitmek, ezmek  ve dökmek suretiyle de veriyoruz! Daha ne olsun canım! Bu nasıl bir din, bir Müslümanlık ve bir Mümin olmak şartlarıdır! Müslüman ve Mümin olmayı biraz  zorlaştırıyorsunuz, dediğinizi de duyar gibiyim! Ne diyordu Yunus; Bir GÖNÜL KIRDIN ise KILDIĞIN NAMAZ değil! Yetmiş iki Millet, ELİN YÜZÜN YUMAZ değil!

Tavşan mı?!. Devlet Aklı mı?!..

17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci  ile başlayan ve 24 Haziran 2018 genel seçimleri ile birlikte  siyasette ki İttifaklar ve iki partili bir siyaset döneminin başladığını sürekli olarak yazılarımızda vurgulamaya çalışıyoruz!. Yani, Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi 50+1 oy almak üzerine kurulu olduğu için!. Halen aktif siyasetin içinde kurulu bulunan doksana yakın partiden herhangi birinin 50+1 oy alması da mümkün görülmediğine göre!. Sistem iki partili veya ikili ittifakı zorlamaktadır! Veya ana damar kurucu irade iki parti üzerine kurulu bir ikili ittifak bina edilmektedir! Üçüncü bir ittifakın olması veya sisteme dahil edilmesi sistemi de  işlemez bir duruma evirmektedir!. Akabinde de tabii ki; daha önceki  yıllarda Cumhurbaşkanlığı seçimlerin de yaşamış olduğumuz kriz ve kaos dönemlerine yeniden dönülebilir!. Peki, Türk Devleti buna izin verecek midir?! Devlet Aklı ne diyecektir?! Devlet Aklının  stratejik ve taktik planları var mıdır?! Veya saldım çayıra, Mevla’m kayıra kabilinden midir?!. Olabilir mi?’

Cumhurbaşkanlığı Hükumet Yönetim Sistemi

Rahmetli Mahir Kaynak, yakın tarihimizin önemli fakat  gizemli kişilerinden biridir!. Harp Okulu çıkışlı, subay,   Milli  İstihbarat  Teşkilatı eski mensubu, Prof. Dr. unvanına sahip, iktisatçı ve yazar  Kaynak;  Amerika ve Rusya eski düzeni kurmak,  yani soğuk savaş benzeri bir düzeni,  istiyor! Avrupa ise bölgemizde hakimiyet kurmak istiyor! Bölgedeki savaşın sebebi enerji yollarının kontrolüdür!. O yüzden Türkiye’nin yeniden bir devlet olmasını engellemek istiyorlar!. Fakat direncimiz Erdoğan sayesinde gayet iyi, diyordu!.   Peki, Ne demektir,  yeniden Devlet olmak?!

Ulusal bir gazetedeki usta köşe yazarı ağabey son dönemdeki siyaseti ve parti kurulma sürecini ise şöyle yorumluyor ve değerlendiriyor!. Bir erken seçim olasılığı ufukta görünmüyor fakat siyaset kulisleri bir hayli hareketli! Hareketli çünkü AK Parti içinden ayrılan AKP’liler iki yeni parti kuruyor! Bir yanda eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül destekli Ali Babacan, öte yanda kılıçları erken çeken eski başbakan Ahmet Davutoğlu! Anketlerde yeni bir partiye ihtiyaç görülmese de onlar yola çıkmaya kararlı! Ortada birkaç seçimdir yeni siyaset üretmeden devreye sokulan bir siyaset mühendislik projesi var!. Doğal bir siyasi ittifaktan çok, AK Parti’yi iktidardan etmek üzerine kurulu bir proje! Bunun en uç örneğini son Cumhurbaşkanlığı seçiminde gördük!. Eğer o seçimde Meral Akşener karşı çıkmasaydı, CHP Abdullah Gül’ü aday yapacaktı!  O proje hâlâ devam ediyor! İşte önümüzdeki süreçte siyaset sahnesinde göreceğimiz iki yeni parti de bunun için kuruluyor! AK Parti – Davutoğlu kavgasından asıl sevinecek olan Ali Babacan ve arkasındakiler!. Bütün sevecenliğini takınarak şöyle demesi kimseyi şaşırtmayacak: Bakın bunlar kavga ediyor, biz kavga istemiyoruz!. İşte bu noktada, Davutoğlu’nun partisine, Gül – Babacan ikilisinin “tavşan partisi” gözüyle bakıyor!. O kavga edip alan açacak, Babacan da “cici çocuk” olarak parsayı toplayacak! Tavşan partisi benzetmesi daha çok Ankara ve İstanbul’daki işadamları arasında konuşuluyor! Onlara göre Davutoğlu’nun partisini “Tavşanlaştıran” da AK Parti’yle kavgayı üstlenmesi!. Sonrası için de şu söyleniyor: “Son noktada bunlar birleşir”, diyor!.

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eski mensubu, iktisatçı ve yazar  rahmetli Mahir Kaynak;   Küresel ve emperyalist güçlerin ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki kirli hesap ve sinsi planlarına karşı, Erdoğan sayesinde direncimiz ve durumumuz gayet iyi diyordu!. Daha önceki yazılarımızı takip edenler hatırlayacaktır!. Erdoğansız bir Türkiye ve AK Parti için çalışan yerli işbirlikçiler ve dışarıdakilerin yoğun bir şekilde saldırıya  geçtiklerini kaleme almıştık!. Erdoğansız bir AK Parti hedeflerine erişemeyen parti içindeki AKP’liler, yeni parti  kurma sürecine girmiştir!. Ne diyelim! Hayırlı olsun!. Allah yar ve yardımcıları olsun! 15 Temmuz hain işgal ve teslim kalkışmasından sonraki süreçte Türk Devleti, Devlet Aklı ile birlikte sağlam ve kararlı adımlar atmıştır!. Devletin kılcalına sızmış olan işbirlikçiler bir bir ayıklanmıştır!.

DEVLET AKLI!…

1071 tarihinde Anadolu’ya fetheden Türkler, Anadolu’nun her bir köşesinde, horasan erlerinin öncülüğünde, yüzlerce beylik kurmuştur!. Anadolu’nun her bir noktasında horasan erlerini görmekteyiz!. Özellikle de Anadolu’nun İslamlaşma sürecinde!. Daha sonra Anadolu’da irili ufaklı  birkaç devlet kurulmuştur!. Bunlardan günümüze kadar eserleri  ve kültürel mirası  devam eden sadece Selçukluları görmekteyiz!. Akabinde bir Cihan Devleti olabilmek için tüm bu irili ufaklı beylik ve devletler, Türk Devlet Aklı nezaretinde, Osmanlı Devletinin etrafında, dünya insanlığına, Adalet ve Hakkaniyet ülküsü çerçevesinde birleşmiştir!. Bugün de dünya insanlığı karanlık ve zulüm altındadır!. Yumurta dışarıdan kırıldığında Ölüm, içeriden kırıldığında ise Hayat devam edeceğine göre!. Devlet Aklı beka adına yumurtayı kendisi kırmaktadır!. Dışarıdan kırılmasına asla müsaade etmeyecektir!.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Devlet Aklı ile birlikte, dünya insanlığına yeniden Adalet ve Hakkaniyet dağıtmak, mazlum milletlerin de hamisi olmak için içeride ve dışarıda, stratejik ve taktik planlar yapmakta olduğunu düşünüyorum!. Bu günlerde yaşadığımız  siyaset ve yeni kurulmakta olan siyasi partiler ile ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim!. Usta gazeteci ağabey,  yeni siyasi partiler için; Tavşan partiler, diyordu!. Bir diğeri de, AK Parti içindeki AKP’lileri temizlemek!. Ya da siyasetin içindeki, Devlet  ve Bürokraside ki FETÖ’yü ayıklamak!. Peki, nasıl olacak?! Devlet seyir mi edecek?! Ya da kendiliğinden mi olacak?! Tüm bu süreçlerde Devlet Aklı yok mudur?! Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sistemi için iki partili bir sistem ya da iki ittifakın olması da gerekirken! Diğer yeni kurulan siyasi partiler  ne yapacak!. Bu yeni siyasi partilerin birincil ödevi, devlet adına ve devlet görevi olarak,  üçüncü bir ittifakın kurulmasını engellemektir!. Daha sonra da kurucu irade iki parti ve ittifakın bünyesine girmektir!. Çünkü üçüncü bir ittifak ülkede, kaos ve kriz demektir!. Tüm bunlar olurken bir anekdot paylaşmak istiyorum!. 1999 seçim sonuçları ve akabinde kurulan üçlü koalisyon hükumeti, 2001 yılında yaşanan ağır ekonomik kriz ve DSP içinden kurulan bir partinin DSP’yi parçalaması, dağıtması ve 2002 erken seçimlerinde iktidarda bulunan üçlü koalisyon hükumet üyelerinin seçim barajını aşamaması ve TBMM’ye de girememesi! Peki, bu süreci nasıl okumalıyız?! Bunlar da mı sıradan ve spontane?! Devlet Aklı yok mudur?! Devlet Aklının stratejik ve taktik planları yok mudur?!. Aynen bugünlerde olduğu gibi!. Devlet Aklı,  kuvay-i milliye ruhu kurucu irade iki parti, ikili  ittifak,   bu iki parti ve ittifaka da  yakın bir isim ile siyasette yoluna devam edeceğini  düşünüyorum!.  

Devlete Ayar Vermeye Çalışıyorlar!.

Daha önceki yazılarımızı takip edenler hatırlayacaktır!. Devlete ayar verilemez! Devlete rest çekilemez! Devlete kimse üslup öğretemez, zaviyesinden yazılar kaleme almıştık!.  

Peki, yerelde Devleti temsil eden en yüksek makam  Valiye balans ayarı verilebilir mi?! Rest çekilebilir mi?! Olabilir mi böyle bir şey!.  Ya da Valilik makamına kim veya kimler neden saldırıya geçer?!  Veya kimler neden ayar vermeye kalkar! Böyle bir özgüven nasıl izah edilebilir?! Ya da tam bir hadsizlik olarak mı adlandırmalıyız!

Şimdi diyeceksiniz ki; Nereden çıktı bu bab’tan yazılar!. Kel alaka dediğinizi de duyar gibiyim!. Kadim şehirde yaşayan tüm Konyalılar, Mevlana dostları ve sevenlerinin de şehrimize akın ettiği bir dönemde, Hz. Mevlana’nın 746. Vuslat yıl dönümünü etkinlikleri ile yeniden Hz. Mevlana’yı, fikirleri, düşünceleri ve eserlerini, anlama, anlamlandırma, yorumlama, idrak etme  ve Kemal – Kamil  insan olma yolunda tefekkür ve tezekkür durumunda iken!. Kemal ve Kamil insan olamadıktan sonra her şey olabilirsiniz! Dünyalık makam, güç, iktidar ve bir o kadar da mal mülk biriktirebilir ve hatta yığabilirsiniz!  Peki, ya sonrası?!

Şemsi Tebriz-i Türbesi Ziyaret ve Açılış

Konya kadim bir başkent! Ve Payitahtta entrika ve ayak oyunları da bitmeyeceğine göre!. Konya kadim bir Rum diyarı!.  Hz. Mevlana döneminde bu şehirde yaşayan Müslüman nüfus neredeyse yüzde otuz civarında!. Konya kadim  Mevlana  ve hoşgörü diyarı!. Hz. Mevlana yaşadığı dönemde gördüğü taşlamalar ve başına gelenler muvacehesinde, şu ifadeyi serd etmek  zorunda ve durumunda kalmıştır!. Konya, Altın bir kase, içinde akrepler gezer!. Gerçekten böyle bir ifade kullanmış mıdır?! Böyle bir ifadeyi kullandı ise neler yaşamış olabilir ki?!.  Peki; Ne demektir, Altın kase ve içinde ki akrepler?! Sekiz yüz önceki akreplerin bugün de soyu aynen devam etmekte midir?! Neden olmasın?!

Şemsi Tebriz-i Türbesi Ziyaret ve Açılış

10 Kasım 2018 tarihinde başlayan, Valiye ve Devlete ayar – balans  vermek ve biz buradayız, bizi unutma  diyen derin yapılar ve  güçler,  24 Kasım Öğretmenler gününde yaşananların akabinde, geçtiğimiz günlerde, Ulusal bir haber sitesinde; 7 – 17  Aralık 2019 tarihlerinde düzenlenecek olan Hz. Mevlana’nın 746. Vuslat Yıl dönümü Uluslararası Anma Törenleri kapsamında, restorasyonu tamamlanan  Şems-i Tebriz-i türbesi, Çevre  ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy ile birlikte çok sayıda bürokrat ve şehir protokolünün katılımı ile açıldı!.  Açılışın ardından iki bakan ve protokol heyeti ayakkabılarını çıkarıp camiye girerek dua etti!. Vali Toprak ise ayakkabılarını çıkarmak yerine galoş giymeyi tercih etmesi ise dikkat çekti, diyor!.

Haberi yapan ve arkasındaki derin yapılara, ekollere ve güçlere sormak gerekir?!  Bu ziyarette başka galoş giyen protokol üyesi  var mıdır?! Var ise onları neden yazamadınız?! Veya ağa babalarınız neden yazdırmadılar?! Yoksa, Galoş giyen diğer protokol üyelerinden nemalarınız  kesilir diye mi?!  Neden olmasın?!  Adı üstünde bir açılış ve ziyaret!  Zaten bu mekanlara ziyarette galoş giyilebilir! Açılışı yapılan mekana İbadet kasdı ile de girilmediğine göre!.  Eskilerin ifadesi ile; Dost başa, düşman ayağa bakarmış!. Devletin ve Sayın Valinin ayağına bakan düşman veya düşmanlar, kim veya kimlerdir?!. Eeeeee!.. Peki, derdiniz nedir?! Nereye varmaktır hedefiniz?! Yoksa, derdiniz hem üzüm yemek,  hem de bağcıyı bir güzel dövmek midir?! Yedirmezler!.

Şemsi Tebriz-i Türbesi Ziyaret ve Açılış

Kadim şehirdeki derin yapı, ekol  ve güç gruplarının  olduğunu daha önceki yazılarımız da vurgulamıştık!.  Bu gruplar arasında çıkar ve menfaatler her daim ön plandadır! Şehir, şehirde yaşayanlar ve ülke bu çıkar gruplarının umurunda değildir! İkbal, menfaat, çıkar, iktidar ve güç bu ekoller için çok önemlidir! Bunlar olmadan  var olamayacak ve yaşayamayacaklarına göre!. 

Daha önceden de geçmiş dönemdeki Valilere aynı durum ve hareketlerin olduğunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim!. Peki, şimdi soralım?! Neden?!

Konya Valisi Sayın Cüneyt Orhan Toprak veya DEVLET, bu şehirdeki, Devleti ve Milletine hainlik düşünen ve ihanet peşinde olan,  kim veya kimlerin kuyruğuna basmış veya kimleri kuyruklarından yakalamıştır!  Kuyruklarına basıldığı için caykkk sesi çok derinlerden ve uzaklardan gelmektedir! Veya bugüne kadar devam eden, devlet ve milletin sırtındaki nema ve mamaları mı kesilmektedir! Bilemiyorum!.

Devlet tüm bunları asla  unutmaz!.  Devlet sadece mühlet verir!. Devlet sadece bekler! Devlet bir gün bu taşeron ve arkalarındaki derin yapıları kulağından tutar ve gereğini de yapar! Bizden hatırlatması!.

Şehir Kimliği ve Kent Kültürü!..

Hafta sonu, şehrimizdeki bazı sivil toplum kuruluşlarının önderliği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının nezaretinde, Şehirlerin Kimliği; Kimliğin Geleceğe Taşınması ve Kültürel Etkileri konulu bir panel tertip edildi. Paneli tertip eden sivil toplum kuruluşlarının değerli başkan ve yöneticilerini tebrik ederim. Paneli, şehrimizdeki tüm protokol, sivil toplum kuruluşlarının yönetici ve üyeleri, kalabalık bir katılımcı,  Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Murat Kurum ve Turizm ve Kültür Bakanı Sayın  Mehmet Ersoy açılış konuşmaları ile onurlandırdılar!. Panelin şehrimize ve tüm ülkemize, şehir kimliği ve kent kültürünün oluşması ve aktarılması zaviyesinden, tarihte odluğu gibi  yeniden hayırlara vesile olmasını dilerim!.

Tarihte Konya

Panelin konusu, Şehir kimliğini anlamak için “Kimlik” kavramı üzerinde durmak gerekir!. Kimlik, herhangi bir canlıyı veya nesneyi başka canlı veya nesnelerden ayıran, öncelikle onun görsel, işitsel ve diğer duygularla algılanan, kendine özgü olma durumudur!   Şehir kimliği; her şehirde farklı ölçek ve yorumlarla kendine özgü nitelikler taşıyan; fiziki, kültürel, sosyo – ekonomik, tarihi ve biçimsel faktörlerle şekillenen; şehirliler ve onların yaşam biçimi oluşturduğu; sürekli gelişen ve sürdürülebilir şehir kavramını yaşatan; geçmişten geleceğe uzanan büyük bir sürecin ortaya çıkarttığı anlam yüklü bütünlüktür! Bir şehir kimliği, o mekânın tüm fiziki ve beşeri özelliklerini yansıtmakta, insan ve çevre ilişkileri arasındaki etkileşimden etkilenerek, insan davranışları ve yapısal biçimlerin sonucu ortaya çıkmaktadır.  Bir kentin kimliğini oluşturan onun kültür varlığı ve kültürüne katkıda bulunan da kentin kimliğidir.

ŞEHİR!…

Bizim medeniyetimiz bir Medine ve şehir medeniyetidir!. Yesrip olan bir beldeyi Medine olarak ifade edebilmeniz için bazı kimlik ve kültürel değerlerinizin mutlaka olması gerekir!. Aksi halde kuru bir taş ve beton yığınından ibaret ruhsuz şehirler inşa edersiniz!. Bugün yaşadıklarımız gibi!. Üzerinde yaşadığımız şehir Konya, Selçuklu medeniyeti ve kültürünün tüm izlerini,  sekiz yüz yıl sonra dahi görmekteyiz!. Peki, neden?! Şehir, bir kimliktir! Şehir, bir medeniyettir! Şehir, gelecek kuşaklara aktarılması gereken bir kimlik ve kültür mirasıdır!. Bugün inşa etmekte olduğumuz şehirlerde ise bu kavram ve mantaliteden fersah fersah uzaklardayız! Karamsar olmalıyız! Tabii ki Hayır!.  Devletin en kılcal damarlarına sızan, tipi bizden fakat çipleri dışarıda olanlar  bir bir temizlenmeye başlandığı için, Türk Devlet Aklının denetim ve nezaretinde, Devleti ebed müddet devam ülküsü ve 2023 -2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde,  tarihteki medeniyet ve kültürü, medeni şehirleri  yeniden ihya ve inşa edecek bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşımızda durmaktadır!. Tabii ki bu durum birilerini rahatsız etmektedir!.

Şehir kültürü ne demektir?! Şehir kültürü diye bir kavram var mıdır?! Şehir kültürü, belediyelerin yaptığı sergi, tiyatro, kitap fuarı ve halk oyunları gibi etkinlikler olarak sınırlamak doğru değildir. Şehir kültürü, kapsayıcı ve kalıcı kültür öğeleri olarak almak gerekir!  Aranması gereken temel ölçüt, kalıcı kültür öğelerinin korunması, değerlendirilmesi ve geliştirilmesidir!. Kentleşme sürecinde, yaşadığı kentin sosyal, demografik, ekonomik ve kültürel olarak kentleştiğini hisseden yerleşiklerin bu değişime ayak uydurması, kendini bu sürece ait hissetmesi, yaşayış tarzı olarak benimsemesi ve davranış biçimlerini kabullenmesi, söz konusu nüfusun kentlileşmeye başladığının da bir göstergesidir!

Kent imajı,  kent kimliğinin algılanmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Kent imajı daha çok görsel algıya dayalıdır. Kent kimliği tüm bu algıların toplamı ve zihnimizde ulaştığı sonuçtur. Kent tarihi ve kültürel mirasının gelecek kuşaklara aktarılması, kent kimliğinin devamı anlamına gelmektedir! Kent kimliğini korumak, mimari çevreyi, doğal çevreyi ve kültürel çevreyi korumaktır. Kent kimliğinde tarihi yapı ve dokuları olduğu gibi daha çok barındırdığı doğal güzellikleri ve kentin gelişmesine etki eden unsurlar anlaşılmalıdır. Kent kimliğini korumada kendini o kente ait hisseden kentlilik bilincine ulaşmış bireylerin çabaları önemli rol oynar. Tarihi ve kültürel mirası olan şehir kimliklerinin korunması için mimarlar, peyzaj mimarları, kentsel tasarımcılar, şehir plancıları, arkeologlar, tarihçiler, sanat tarihçileri, restorasyon uzmanları, sosyologlar, hukukçular, siyasetçiler ve farklı meslek disiplinlerini, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının bir arada ve uyum içinde bütünleşik ve tamamlayıcı şekilde çalışabilmelerinin sağlanması gerekir. Kent kimliği oluşturan; tarihi, fiziki, sosyal, kültürel ve işlevsel etkenler olarak sınıflandırılır!.  Kimliksiz şehirlerin niteliksiz mekanlara dönüşmesi ve onların yaşam kalitesini düşürerek o şehirde yaşayanları olumsuz etkilemekte, şehirlilik bilincine ve kente aidiyet hissine zarar vermektedir.  

Peki tüm bu açıklamalar zaviyesinden Kent kültürü ne değildir?!  Kırmızı ışıkta duran bir arabayı korna çalarak uyarmak ve trafikte bir başka aracı taciz etmek değildir!  Balkondan ya da pencereden herhangi bir şeyi sokağa atmak, halı veya kilim silkmek değildir! Evinin pencerelerini su dökerek temizleyip alt katın penceresini kirletmek değildir! Sitelerde, site görevlisin işi ne diye çevreye sigara izmaritlerini ve çöpleri atmak değildir!. Yaya kaldırımındaki ağacı, dükkanının tabelasını kapatıyor diye kesmek değildir! Sitelerde, balkonda mangal yakıp üst kattaki komşusu ve site sakinlerini de duman ve kokuya boğmak değildir! Yolda yürürken karşıdan gelene omuz atarak geçip gitmek değildir! Dolmuş ya da otobüse binen müşterinin yerine oturmasını beklemeden birden bire gaza basarak müşteriyi yere düşürmek değildir! Dolmuşta sürücünün zevkine göre müzik çalıp yolcuları o müziği dinlemek zorunda bırakmak değildir! Boğazını ya da burnunu sokağa temizlemek değildir! Taşıt araçlarını yaya kaldırımlarına park edip de insanları sokak ya da caddede yürümeye değildir! Trafiği en karmaşık hale getirip en yakın noktaya gitmek için beş kilometre yol kat etmek değildir! Bir sokağın trafiğe kapalı olduğunu dair levhanın o sokağın içine koymak değildir!.

KENT!…

Peki, Kent kültürü nedir?!. Oturduğu apartmanın merdiveninde karşılaştığı komşularını selamlamak ve hal hatır sormaktır!  Oturduğu sitede üzücü bir olay başına gelen komşuya kapıyı ve gönlünü açmaktır! Sokakta sigara içiliyorsa izmariti çöp kutusuna atmaktır! Cadde ya da sokaktan karşıya geçen bir insan görünce arabanın frenine basıp geçmesini beklemektir!  Kentin rekreasyon alanlarında tüm kentlilerin birbirlerini rahatsız etmeden eğlenebilmektir! Yerel yönetimlerin kent kültürünü geliştirecek biçimde kenti planlamasıdır! Yerel yönetimlerin kentin sokak ve caddelerini insanların rahat biçimde kullanabilecekleri şekle getirmektir!  Yerel yönetimlerin kentin en az elli veya yüz yıllık gelişim planlarını yaparak kentlilerin ileride karşılaşabilecekleri sorunları gidermektir! Kent yöneticilerinin öngörü sahibi olup, olabilecek felaketlere karşı tedbir almaktır!  Belediyelerin sokağa ya da caddeye açtığı çukuru iş bitince hemen kapatıp eski haline getirmektir!  Kent yönetiminin, kente dışarıdan gelenlere sunduğu kültürdür!. Belediyelerin ana arterin üzerine elektronik uyarı levhalarının koyması,  herhangi bir trafik kazası ve yol çalışmasının bu levhalarda belirtilerek, trafik akışının diğer yollara kaydırılmasıdır! Aksi halde,  kente dışarıdan gelenler kenti kendilerine göre kültürlendirir ve kent kültürü de yok olur! Bu durum da Kent ise büyük bir köye dönüşür! Bugün büyükşehirlerin bazı semt ve mahallerinde  olduğu gibi!..

1400’lü yıllarda yaşamış kadim şehir, kültür ve medeniyet kurucu irade ve temsilcilerinden Hacı Bayram Veli Hazretleri;   İnsan, şehri inşa ederken, aslında taşın toprağın arasında kendisini inşa eder. Gönülde her ne var ise, şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur, diyor!.

Perdeyi Aralayabilmek!…

Son günlerde,  neredeyse puzzle  parçaları çözer gibi olaylar yaşamaktayız!. Normal bir vatandaş, bu gelişmelerden tabii ki kafası karışmaktadır! İstenilen, arzu edilen ve beklenilen de,  devlet aklı tarafından, zaten böyle bir durum  olabilir mi?! Neden olmasın?!

17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile iki partili bir dönemin başladığını sürekli olarak yazılarımızda vurgulamaya çalışıyoruz!. Siyasi yelpaze ve vatandaşlar ideolojik olarak parçalanmış ve bölünmüş siyaset kurumunu nasıl iki partili bir düzene ve sisteme evireceksiniz?! 

Toplum aşağıdan mı dönüştürülür?! Yoksa, Devlet tarafından doğrudan ve tepeden mi?!. Hangisi?!. Peki, bir ülke için sağlıklı olan hangisidir?! Bu değişim ve dönüşüm kolay bir süreç  midir?! Tabii ki çok zordur!

24 Haziran 2018 genel seçimleri ve 31 Mart mahalli seçimlerinde, olmaz dediğimiz ve  asla mümkün değil  denilen, bir  ideolojik partinin kalıplaşmış seçmen kitlesi,  karşıt ideolojik bir başka partiye oy verebilir  gelişmelere şahit olduk!.  Peki, tüm bunlar nasıl oldu?!

Devlet Aklı neyi hedeflemekte ve nereye varmayı planlamaktadır?! Ya da bunlar sıradan ve spontane gelişmeler midir?! Veya gerçekten de Devlet Aklının bir planı var mıdır?! Olmalı mıdır?! Ve tüm bu gelişmeler  bir sonraki seçimde neyin habercisidir?!

17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci  ve 24 Haziran genel seçimleri ile birlikte Cumhurbaşkanlığı hükümet yönetim  sistemine resmen geçtik!. Sistemin tüm kurum ve kuruluşları ile  devlet kademesinde tam olarak oturması elbette ki zaman alacaktır!.

Peki, bu sistemin olmaz ise olmazı iki partili bir sistemi seksen milyona  nasıl kabul ettirecek ve uygulayacaksınız?! Sosyal olarak topumda  parçalanma , bölünme ve bir kaosa da  sebebiyet vermeden nasıl yürürlüğe koyabileceksiniz?! İşte tam burada Devlet Aklının devreye girmekte olduğunu düşünüyorum! Peki, neden?!

Devletin Bekası adına olabilir mi?! Ya da Devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde olabilir mi?! Tabii birileri kabul etmese de!  Peki, neden ve niçin diye bir soru hemen aklımıza gelebilir?!

Dünya tarihinde  iki bin beş yüz yıllık bir Devlet geleneği olan başka millet var mıdır?!  Olmadığına göre! Tabii ki, Devlet Aklı, yeni yönetim  sistemin selameti, Devletin bekası ve 2023 – 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda,  böyle bir operasyona girişmektedir, kanaatindeyim!.

Peki, tüm bu yaşananlar bir yansıma  olabilir mi?! Yani izlediğimiz bir sinema veya tiyatro  perdesinden ibaret olabilir mi?! Ya da perdenin arkasını  ve oyun kurucuları da göremediğimiz için olay ve olguları çözmekte zorlanıyor olabilir miyiz?!

Perdenin arkasında kim veya kimler vardır?!  Perde önündekiler sadece oyundaki rollerini mi icra ediyor?! Neden olmasın?! Oyuna ve yönetmese sadık olmayanlar ise bir bir oyun dışına  mı itilmektedir?! 

Peki, perde nedir?! Perde; İki yeri birbirinden ayıran bölme! Ses derecelerini sağlamak için çalgılarda bulunup parmaklarla basılan yer!. Bir sahne eserinin büyük bölümlerinin her biri!. Bir müzik parçasını oluşturan seslerden her birinin kalınlık veya incelik derecesi!

Doğruyu görmeye engel olan şey! Görüşü, ışığı engellemek, bir şeyi gizlemek için pencereye veya bir açıklığın önüne gerilen örtü!. Üzerine bir cismin görüntüsü yansıtılan saydam olmayan yüzey!.

Perdelemek ise;  Bir şeyin önüne perde çekmek, perde ile örtmek!. Bir durumun, bir olayın anlaşılmasına engel olmak veya gizlemek!. Basketbolda rakibin önüne geçerek top ve sayı  almasını engellemek!.

Şimdi de yakın tarihe gidelim ve hafızalarımızı tazeleyelim! Ve bugünleri de daha net anlamaya, anlamlandırmaya ve neden böyle olduğuna dair projeksiyon ve öngörülerde bulunmaya çalışalım!

Türkiye Hükumeti tarafından 24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri içeren 24 Ocak ekonomik program paketi açıklanmıştır!.

Süleyman Demirel, 1979 yılında, Başbakanlık Müsteşarlığı’na getirdiği Turgut Özal’a yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevini vermiş ve bu program kısa sürede hazırlanmıştır. Paketin doğruluğu veya yanlışlığını burada tartışacak durumumuz yoktur!.

24 Ocak kararlarından  dokuz ay sonra bir  askeri darbesi ile asker yönetime el koymuştur!.  Askeri yönetim, hükumet üyelerini bir bir tasfiye ve yargılama süreci de devam ederken,  24 Ocak ekonomik kararlarını alan ve uygulayan Turgut Özal ile darbeden sonra üç yıl birlikte uyum içinde çalışmıştır! Neden?! 

1983 tarihinde genel seçimlerin yapılması ve Turgut Özal’ın parti kurması fakat askeri yönetimin de kendi yol arkadaşlarından bir generale  parti kurdurması, desteklemesi  ve siyasi arenaya çıkarmalarını nasıl okumalıyız?!  Aslında askeri yönetim ve  devlet, Turgut Özal’a mı çalışmıştır?! Arka planda, devlet,  Turgut Özal’ın seçilmesini mi arzu etmiştir?!.

Askeri yönetim ve devlet, bu yöntem ile Turgut Özal ve partisinin işbaşına gelmesi mi istemektedir?! Neden olmasın?! Bugün yaşamakta olduğumuz siyasi süreç ve siyasi çalkantı da Türk Devlet Aklı tarafından yeni hükumet sisteminin olmaz ise olmazı iki partili  sistem ve kurucu irade iki  partiye de yakın ve  uygun bir aday hazırlanmakta olduğunu düşünüyorum!.

Devlete Kimse Üslup Öğretemez!.

24 Kasım Öğretmenler gününde yaşanan müessif olay akabinde tüm Türkiye geneli ve özellikle de şehrimizde yazılan ve çizilenleri medyadan takip ediyorsunuz! Yazılı ve görsel medyadaki yazılan ve konuşulanları gördükçe insan üzülüyor! Arapçada bir kural vardır! Olayın öncesi ve sonrasındaki gelişmeler nelerdir?! Ya da Kuran kerim okurken ve  meal verirken, siyak ve sibakını bilmeden, anlamadan  verilen anlam ve mana geçersiz ve eksik olacaktır!. Bilmeden de günaha girmiş oluyorsunuz!  Aynen burada yaşananlarda olduğu gibi!. Bu gelişmelerin yaşanması ile birlikte bir yıl önce 10 Kasım tarihinde ki manzara birileri tarafından hemen hatırlanıverdi! Vali beye saldıranı, ayar vereni ve üslup öğretmeye kalkanı mı arasınız! Seçin beğenin!. Peki, ne olmuştu 10 Kasım 2018 tarihinde?!.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 80. yıldönümü nedeni ile düzenlenen törende bir aksaklık yaşanmış!  İstiklal Marşı saat 09.05’te çalan siren bitmeden, erken okununca, Konya Valisi Cüneyit Orhan Toprak, görevlilerin hepsinin görevden alınması talimatı vermiştir!  Atatürk Anıtı’nda düzenlenen tören Konya Valiliği ve resmi kurumların çelenk sunmasıyla başlamış!  Saat 09.05’e kısa bir süre kalınca Konya Valisi Cüneyit Orhan Toprak, görevlilere İstiklal Marşı’nın okunması gerektiğini söyler! Bu uyarıya rağmen İstiklal Marşı okunmaz,  Saat 09.05’i gösterdiğinde siren sesiyle birlikte İstiklal Marşı okununca Vali Toprak duruma tepki göstermiştir!  

Peki, 10 Kasım 2018 Cumartesi günü  ve öncesinde neler yaşanmıştır?! Konya’daki güç grupları ve denge merkezleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yeni Konya  Valisine; ” hoş geldiniz ” ve ” biz buradayız ” diyerek kendilerini göstermek istemiş, olabilir mi?! Bilemiyorum! Sayın Vali Toprak;    Hakkâri Valisi iken biraz dinlensin diye mi Konya’ya gönderilmiştir!  Ya da  ‘daha çok çalışsın ve yeni projeler üretsin’ diye mi?! Konya’ya gelen her  Vali sınavdan geçtiğine göre!. Burası Kadim Başkent! Başkent ve Sarayda entrika bitmeyeceğine göre! Burası Kadim Rum diyarı! Ve halen Rum dostlarımız bu şehirdeki konum ve güçlerini de kaybetmek istemediğine göre! Burası Kadim Horasan Erlerinin diyarı!. Burayı Anadolu kılmak için mücadele eden erler!.

24 Kasım tarihindeki gelişmelere kabaca bir bakalım!. Konya Valisi Cüneyit Orhan Toprak,  Selçuklu Kongre Merkezinde Konya İl Mili Eğitim Müdürlüğü tarafından tertip edilen,  24 Kasım 2019 Pazar günü Öğretmenler Günü programında, kendisi konuşma yaparken,  bacak bacak üstüne atarak dinleyen bir öğretmene kürsüden “ Sen öğretmen misin ” diye soruyor!. Ve almış olduğu beden dili  onay cevabının devamında ise tavsiye ve uyarılarını sıralamıştır!. Konya Valisi, kendisini ayak ayaküstüne atarak dinleyen öğretmenin bu davranışını “ kendisi ve makama yapılmış bir saygısızlık” olarak kabul ettiği için etik olmayan hareketin Öğretmenler Gününde sergilenmesini kabullenmediği ve saygısızlık olarak gördüğünden dolayı;  “ Öğretmen gibi otur da görelim. Güzel duygularla geliyoruz, güzel hareketlerle karşılaşmak isteriz ” diyor! Buraya kadar her şey, çok normal ve seyrinde ki gelişmedir!

Peki; Cüneyit Orhan Toprak, ne demektir?! Sayın Valiye bu isim öylesine mi verilmiştir?! Arka planı var mıdır?! İsim vermek bizim inancımız ve örfümüzde  çok önemlidir?! Cüneyit;   Arapça kökenli,  “ Cüneyd ”, “ büyük mutasavvıf ”  manasına gelir!  Orhan ise “ şehrin yöneticisi, hâkimi” anlamı verildiği gibi Osmanlı hükümdarı, Osman Bey’in oğlu Orhan Gazi’nin de adıdır. Orhan’ın aslı araştırıldığında, eski Türklerde orduda kullanılan bir rütbe karşımıza çıkmaktadır!.  “ Or, “ kale, burç, hendek ” anlamına gelirken “ han ” ise, Türklerde ‘Kaan’dan sonra gelen ve hakana bağlı “müstakil hükümdar, emir ve hâkim”dir. Ayrıca Osmanlı padişahlarının isimlerinin sonunda kullandıkları bir unvandır. Toprak ise “ Türab, tarla, kara, arsa, memleket, ülke, vatan, mezar” anlamlarına geliyor.  Toprak olmak “ölmek”, Toprak salmak ise “ölüyü gömmek” anlamında kullanılır! 

Ayak ayak üstüne atarak büyükleri dinlemek, örf ve adetlerimize göre  “büyüklenmek” olarak algılanacağı için edepsizlik ve saygısızlıktır. Büyüklere, hocalara ve muallimlere saygının şeklini ise kültür, gelenek ve örf belirler. Bizim kültürümüz ve örfümüzde,  büyükleri dinlerken bacak bacak üstüne atmak kesinlikle yoktur. Vali de DEVLETİ temsil ettiği ve saygı gösterilmesi gerektiği için Vali konuşurken göstere göstere bacak bacak üstüne atılmayacağını herkes bilir. Eğer bu saygısızlığı bir öğretmen yapıyorsa, bu, daha büyük bir hürmetsizlik sayılacağından dolayı muhatap, “Sen öğretmen misin” ve “Öğretmen gibi otur da görelim” diyerek ikaz etmiştir!  Hucurat Suresi 2. ayetinde; Ey İman edenler!  Seslerinizi Peygamberin sesinin üstüne yükseltmeyin ve O’na sözü bağırırcasına söylemeyin, bazımızın bazımıza bağırması gibi ki, sonra, siz farkında olmadığınız halde amelleriniz  boşa gider ve batıl olmuş olur, buyurmaktadır!.

10 Kasım 2018 tarihi ve birkaç gün öncesindeki tüm yaşananlar, Sayın Konya Valisine birileri ayar vermeye, biz buradayız ve bu şehri bize sormadan yönetme  demek isteyenler, 24 Kasım 2019 Öğretmenler günü yine sahne aldığını düşünüyorum!. Neden diye bir soru hemen aklımıza gelebilir?

Dedik ya! Burası; Kadim Başkent! Ve burası Kadim Rum diyarı! Bu şehirdeki denge ve güç merkezleri çok önemlidir! Daha önce yaşananları da burada tekrardan zikretmeyeceğim!

Bir önceki Sayın Vali ile gitmeden önceki sohbetimizde; Sayın Valim; Kadim şehirdeki GÜÇ MERKEZLERİNİ çok DENGELİ bir şekilde yönettiniz, demiştim!

24 Kasım Öğretmenler günündeki video ve kareyi, ulusal ve yerel medyaya servis eden arkadaş ve arkasındaki  kadim güçler, olayın kahramanı kişinin bir yerel gazetenin muhabiri olduğunu bilmelerine rağmen, neden,  Vali Öğretmeni azarladı ve  fırçaladı şekkinde haberi servis etmişlerdir?! Dertleri nedir?! Nereye varmayı hedeflemekteler?!

Bence burası çıkmaz sokak ve yanlış yoldalar!  Kimse bu soruyu neden sormaz ki?! Eli kalem tutan ve mikrofonu alan herkes;  Sayın Valiye ve Devlete Ayar vermeye ve üslup öğretmeye kalkıyor! Haddimizi bilelim! Haddimizi aşmayalım! Karşımızdaki kişi  DEVLET!.  DEVLET nerede ne yapacağını  ve nasıl davranması gerektiğini çok iyi bilir!

Uzay Savaşları Kapımızda!.

Küresel ve emperyalist güçlerin, uçak sektörü ve uzay çalışmaları  artarak  hız kazanmaya başlamıştır!. Peki, neden?!. Dünyayı parselleyen, güçler için  artık sıra uzaya gelmiştir!. Dünya’daki hegemonya güç konumunun devamlılığı bugün için    uzayda var olmaya bağlı bir duruma gelmiştir!. Uzayda var  olmayan bir devlet, küresel ve hegemonya güç olarak tanımlanamaz!.  Geçtiğimiz aylarda, ABD Başkanı Trump; Dünya’nın yörüngesinde ABD’nin çıkarlarını hedef alan saldırıları önlemek amacıyla orduya bağlı Uzay Kuvvet Komutanlığının kurulduğunu! Ülkemize yönelik tehditler sürekli olarak evriliyor; Biz de buna ayak uydurmalıyız! ABD’nin uzaydaki liderliğini muhafaza edeceklerini de, ifade etmiştir! Peki, diğer küresel güçler; Rusya, Çin, Hindistan, Japonya ve diğerleri  ne durumdadır?!  Sadece seyir mi etmektedir? Yoksa, aksiyon bir konumda mıdır?! Ya da ne işimiz var uzayda mı, diyorlar?! Olabilir mi böyle bir durum?! Mümkün olamayacağına göre! Dünya’daki güç rekabetinde ben de varım diyebilmek için mutlaka uzayda  var  olmanız gerekmektedir?!

Dünya, adını da verdiği iki büyük savaşa şahitlik etmiştir!. Peki, dünya, üçüncü bir savaşa hazır mı? Hiç sanmıyorum!. Teknolojinin ilerlemesi olası savaşı tetikliyor gibi! Ne diyorsunuz?!. Bu sefer savaşın mekanı Dünya değil Uzay olacak!  Nasıl mı?  Uzayda kurdukları askeri uydular ile Dünya’nın herhangi bir ülkesindeki herhangi bir şehrine ait bir mahallede oyun oynayan çocukların oynadıkları topa kadar her bir parçanın fotoğrafını çekebilen bir sistem, ne kadar mükemmel bir teknolojik gelişme! Öyle değil midir?! Peki, istemedikleri bir uyduyu düşürebildiklerini! Dünya kendilerine yetmemiş olacak ki birileri Uzay için savaşa başlıyor!  Sonsuz Uzay boşluğundaki yer kavgası;  Belki de ‘sonsuz’ uzay boşluğunda yer kalmamış olabilir!  Neden olmasın! Ne buyurdunuz?!

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg;  Uzayın, hava, kara, deniz ve siberin yanı sıra yeni harekât alanı olmasına karar verdik! Tüm müttefiklerin ittifakın ortak güvenlik için vazgeçilmez olduğu konusunda mutabık kalındığını! Tüm farklılıklarımıza rağmen birlikte daha güçlüyüz!. Uzayın günlük ve askeri hayatta önemli olduğunu ve  barışçıl amaçlar olduğu kadar saldırganlık için de kullanılabileceğini!. Uyduların saldırıya uğrayabileceğine ve bunun da iletişim servislerini altüst edebileceğini!. Uzay aynı zamanda ittifakın savunma ve caydırıcılığı için de kilit öneme sahip!. Uzayın istihbarat toplanması ve füzelerin tespit edilmesi gibi alanlarda rol oynadığını! NATO savunma odaklı bir ittifak ve  Uzaya silah koyma yönünde bir niyetimiz yok, diyor!.

Hezarfen Ahmeh Çelebi

Peki, Türk tarihine kabaca bir bakalım!  Tarihte bu alanda çalışmalar yapan Türk Devleti, günümüzde neden geri kalmıştır?! Kim veya kimler bu konuda engel çıkarmıştır?! Ve neden?! Uçak endüstrisi ve uzay çalışmalarında tarihimizde neler olmuş kabaca ifade etmeye çalışalım!. Hezarfen Ahmet Çelebi; Osmanlı topraklarında yaşamış ve Müslüman bir Türk bilginidir. Hezarfen ilk uçma denemelerine, 10. yüzyılda yaşamış Müslüman – Türk bilgin İsmail Cevheri’den ilham almıştır. Daha sonra yapay kanatların dayanıklılık derecesini görebilmek için, İstanbul Okmeydanı’nda çeşitli deneyler yapmış!. 1632 yılında, lodos rüzgârının olduğu bir havada, yapay kuşkanatlarına benzer bir aracı kendisine takarak, Galata Kulesi’nden boşluğa bırakmıştır. Bu şekilde uçarak, İstanbul Boğazı’nı geçmek suretiyle, 3358 metrelik mesafeyi kat edip, Üsküdar Doğancılara inmiştir! Hezarfen bu yönüyle, Türk havacılık tarihinin en önemli kişilerinden biridir! Tarihi bir kenara not etmeyi unutmayalım!  İnsanın uçma deneyiminin başlangıcı olan bu olay, Osmanlı ve Avrupa genelinde geniş yankı uyandırmıştır!

Lagari HAsan Çelebi

Peki, Türklerin tarihte, eldeki kıt kaynak ve imkanlar çerçevesinde, Uzaya çıkma çalışmalarına neler demeli?! Hadi canım, dediğinizi de duyar gibiyim! Türkler ve Uzay! Olamaz ve mümkün değil diyorsunuz! İnsanlık tarihinde,  medeniyet ve bilimin tüm dallarını sadece  insanlığın faydası için  öğreten ve uygulayan bir Milletin torunlarının düşünce olarak ne hale getirdiklerine bakar mısınız?!  Füzeciliğin atası ünlü Türk bilim adamı Lagari Hasan Çelebi; barut dolu haznesi bulunan basit bir hava roket ile ilk kez havalanmayı başarmıştır. Uçuş, 1633 yılında Osmanlı padişahı IV. Murat’ın kızının doğum günü kutlamalarında sergilenmiştir. Padişahım, seni Huda’ya ısmarladım, İsa peygamber ile konuşmaya gidiyorum, diyerek, Sarayburnu’nda padişahın huzurunda fişeğe binmiş, yardımcılarının fişeği ateşlemesiyle havaya yükselmiş ve Sinan Paşa Köşkü önünde denize inmiştir!.  Lagari Hasan Çelebi, yaklaşık 300 metre kadar havalandığı ve 20 saniye boyunca havada kaldığı ölçülmüştür! Yüzerek padişahın huzuruna gelmiş; ‘Padişahım, İsa peygamber sana selam etti,  diye şaka yapmıştır!.  İlk önceleri sultan tarafından desteklenen Lagari Hasan Çelebi, daha sonra ulemanın baskısı ile yargılanmış ve Kırım’a sürgüne gönderilmiştir.  Modern anlamda ilk roket çalışmaları daha sonraları Ukrayna’da başlamıştır! Neil Louis Armstrong; 20 Temmuz 1969 tarihinde Apollo 11 ile yaptığı ay yolculuğunda aya ilk ayak basan insan olmuş! Ay üzerinde yaptığı yürüyüşte ilk söylediği ve tarihe geçen cümlesi; Bir insan için küçük, insanlık için dev bir adım, olmuştur!

Peki, günümüze geldiğimizde, Cumhuriyetin kurulması akabinde, devletin tüm kurum ve kuruluşları yeniden dizayn edilirken, Türk Devletinin uçmak ve uçak sektörü gibi bir derdi var mıdır?! Savaştan yeni çıkmış bir millet, uçak sektörü ne ala dediğinizi de duyar gibiyim! Hayal görüyorsun! Hadi canım, diyorsunuz! Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’ten hemen sonra havacılık gelişmelerini incelemek ve araştırmak için Avrupa ülkelerine heyet göndermiştir! Altı uzmandan oluşan bu heyetin üyelerinden biri ilk pilotlardan Vecihi Hürkuş! Geziden döndükten hemen sonra projelerini gözden geçirmiş ve ilk Türk uçağını inşa etmeyi başarmıştır! İlk uçağın adını da VECİHİ K – 6 koymuştur. Bu uçakların devamını; Nuri Demirağ ilk uçak mühendisi Selahattin Alanı ortak ederek uçak inşa etmeye başlamıştır!  17 Eylül 1936 Beşiktaş’ta bir ARGE atölyesi açarak işe başlamış!  Nuri Demirağ NU. D 36 (1940), NU. D 38 (1944) yıllarında Türk malı uçaklar yapmıştır!  Bu uçaklar Amerikan yapımı uçaklarla boy ölçüşebilecek niteliktedir!. Nuri Demirağ’ın Beşiktaş’taki fabrikasında yapılan ve hiç bir bozukluk göstermeden başarılı uçuşlarına devam eden uçaklar, Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da büyük yankı uyandırmıştır!. Türklerin kendi uçaklarını kendilerinin yapması belli başlı uçak fabrikalarını endişelendirmiş; İngiliz ve Almanlara göre Amerika’nın endişeleri daha da büyüktür. 15 Mart 1950’de bir kanun ile Türkiye’deki uçak fabrikaları kapatılmıştır! Neden?!

Dünya’nın Uzaya Açılan Kapısı…

1630’lu yıllarda uçmak,  uçak, roket, füze ve uzay gibi kavramlar dünyanın aklında yok iken, Türkler tarafından ilk defa denenmiş, uygulanmış  ve hayata geçirilmiştir!. Bugün ise, kaçan Uzay  trenini  yakalamak adına Türk Devleti, Kadim Türk  Devlet Aklının yeniden devreye girmesi ile ciddi çalışmalar yürütmektedir!.  Dünya’dan uzaya çıkış noktaları, ABD, Rusya, Çin, Japonya, Fransa ve Kazakistan’da bulunmaktadır! Dünya’dan Uzaya çıkışın bir diğeri  de Konya’da olduğunu, Kadim başkentte sekiz yüz yıl önce en az dört adet astronomi eğitimi veren üniversitenin bulunduğunu, bugün şehrimizde savunma sanayi ve  uzay alanındaki yapılan tüm çalışmalar dikkate alındığında,  çok yakın bir tarihte Türk patentli  bir  Uzay mekiğinin,  Uzay’da Yer Kapmak ve  Var Olabilmek adına, Konya’dan fırlatılma alt yapısı olduğunu düşünüyorum!.

Dr. Spin ve Teatral!…

Son günlerde,  TBMM Genel kurulunda Bütçe görüşmeleri ve özellikle de TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda ki Bakanlık ve bağlı kurum ve kuruluşların bütçe görüşmelerinde milletvekilleri ve bakanlar arasında  yaşanan tartışmalara ve atışmalara şahit oluyoruz!.  Bu tartışma ve kavgaları görünce elbette ki insanın içi kararıyor!. Neler oluyor, diyorsunuz?! Peki; TBMM Genel kurulunda; AK Parti Grup Başkan Vekili Özlem Zengin’e, CHP Grup Başkan vekili Engin Özkoç’un, ” O kadına haddini bildirin!. Ulan, böyle bir grup başkan vekilliği olmaz ” sözlerini nasıl okumalıyız?! Gerçekten nereye gidiyoruz?! Hani, normalleşiyorduk?! Başörtüsü bu ülkede ve tüm kamu kurumlarında sorun olmaktan çıkmıştı?! Yirmi sene önce yaşananları tekrardan gündeme taşıdık?! Peki, neden?!. CHP’li bir üyenin Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde Cumhurbaşkanını ziyaret etti şeklindeki  köşe yazısı ve hemen akabinde ki yaşananlara ve  meydana gelen gelişmelere neler demeli?! Tüm bunlar normal  gelişmeler  midir?! Kamuoyunu meşgul etmek ve gündemi değiştirmek, vatandaşları ve kamuoyunu da planı yapan aklın istediği tarafa konsolide etme girişimi olabilir mi!. Yoksa bu olaylar ve gelişmelerin arkasında ‘ Türk Devlet Aklı’ var mıdır?! Nede olmasın?!. Ya da saldım çayıra Mevla’m gayura kabilinden yaşanan şeyler midir?! Beyler! Yapmayın Allah aşkına! İki bin üç yüz yıllık Devlet geleneği olan Türk Devletinde bu yaşananlar sıradan ve spontane olabilir mi?! Tabii ki hiç sanmıyorum!

Mezkûr gelişmeler muvacehesinde, tüm bu yaşadıklarımızın bir tiyatro, teatral ve tiyatral eser ve oyun olduğunu ve tüm oyuncuların da görevlerini çok sadık bir şekilde metindeki görevlerinin tanımlandığı ve yönetmenin de talimatlarına sadık bir şekilde yaşadığımız gelişmeler olduğunu düşünüyorum! Nasıl yani dediğinizi de duyar gibiyim! Peki, nedir tiyatro veya tiyatral?! Herhangi bir olay, hikâye, durum veya tasarının sahnede canlandırılması amacı ile yazılmış eserlere “dramatik metinler” denir. Bu metinlerin sahnede canlandırılması ile ortaya çıkan sanat da tiyatro olarak adlandırılır! Tiyatro belirli bir metne dayalı olarak sahnelendiği için hem edebi bir tür, hem de güzel sanatların bir dalı olarak değerlendirilir. Tiyatro;  seyircilerin oturduğu yer, anlamına gelen ve  bir hikâyeyi, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatı, olarak tanımlanmaktadır!. Tiyatro sanatının gerçek bileşimcisi yönetmendir!. Sahne üzerindeki oyunun tamamlanmasında hem bir düşünür, yorumcu, düzeltici ve hem de içerikle biçimi, biçimle tekniği uyumlu bir şekilde bir araya getirerek bütünlüğü kazandıran kişidir! Onun güç kaynakları, dünya görüşü, sanatsal yaratıcılık ve bilimsel yetenekleridir! Yönetmenin üç yönlü ilişkisi vardır; yazar, sahne ve seyirci ile! Yönetmen, her üç kesime karşı da birinci derecede sorumludur! Oyuncu, tiyatronun iki temel öğesinden biridir, diğeri de seyircidir!. Oyuncu ile seyirci arasındaki akım, etki – tepki bağı, tiyatroyu yaşatan temel ilkedir.

İletişim ve Halkla ilişkiler faaliyetlerinden birisi Spin; Döndürmek, bükmek, eğirmek ve çevirmek anlamlarını gelir! Spin, Kamu iletişiminin kamu manipülasyonuna dönüştürülmesidir!. Spin denetimi, ğolayların belirli çıkarlar ve ideolojiler doğrultusunda şekillendirilip, olduğundan daha farklı bir şekilde yorumlanıp yansıtılmasıdır! Spin denetiminde esas olan meşrulaştırma ve senaryolaştırmadır!. Spin denetimi yapan kişi “spin doktoru” olarak adlandırılır!. Spin doktoru, alıcıya gönderilecek mesajın içeriğinde, siyasi liderlerin, uluslararası meselelerin kurumların olumlu olarak algılanmasını sağlayacak şekilde değişiklik yapar, olumsuz bir durumsa olumlu bir şeymiş gibi yansıtır ya da meşrulaştırır!. Spin denetimi, siyasal iletişim, halkla ilişkiler, lobicilik ve uluslararası ilişkiler alanlarında kullanımı en yaygın olanıdır!. Halkla ilişkiler, kurumu ve hedef kitlesini etik değerler çerçevesinde, her iki tarafa da uygun olacak şekilde ortak zeminde buluşturmayı amaçlar!. Spin doktoru  ise sadece kurumun çıkarına odaklanır!.. Uluslararası ilişkilerde ve daha çok savaş dönemlerinde, savaş iletişimi şeklinde kullanılmaktadır! Savaş dönemlerinde propaganda işlevini yerine getirir. İlk örnekleri Birinci, İkinci Dünya savaşında ve son dönemde de Afganistan, Irak, Libya ve Suriye  operasyonlarında gerçekleştirilmiştir!.

Mezkur yaşadıklarımız ve açıklamalar çerçevesinde şimdi tekrardan soralım! Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, özellikle de son günlerde TBMM çatısı altındaki ve diğer tüm yaşanan gelişmelere nasıl bakmalı, değerlendirmeli, anlamlandırmalı, yorumlamalı ve okumalıyız?! Sıradan bir vatandaş olarak baktığımız takdirde; TBMM çatısı altındaki milletvekilleri ülkenin ali menfaatleri için birbirleri ile her an kavga halindedir! Olabilir mi böyle bir şey?!  Elbette ki mümkün değildir! 15 Temmuz hain işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin en kılcal damarlarındaki sızma ve sızıntılar bir bir ayıklanmıştır! Devlet sağ ve salimen yoluna devam etmektedir! Peki, Devlet ve Devlet Aklı dediğimiz kurum statik bir şey midir?! Tüm bu yaşadıklarımızın da bir tiyatro oyunu olduğunu düşünüyorum! Herkes oyundaki rolu ve yönetmene sadık bir şekilde sadece görevini icra etmektedir!.. Aksi düşünülebilir mi?! Öyle ise daha önceden olduğu gibi sosyal, siyasi ve ekonomik kaosun önü alınabilir mi?! Peki, bu tiyatronun  yazarı ve yönetmeni kimdir, diye bir soru hemen  aklımıza gelebilir?! Elbette ki; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 2023 – 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda, Anadolu’daki beka ve varlığı adına, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü ile hareket eden ve sahne önündeki  her bir oyuncu ve aktöre de görevlerini dağıtan , yönlendiren ve denetleyen Türk Devlet Aklı, olduğunu düşünüyorum!